insan ve yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insan ve yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ERKEKLERİN ÖMRÜ ...







Tanrı eşeği yarattı ve ona dedi ki:
    
"Sen bir eşeksin. Sabahtan akşama kadar yorulmadan, yakınmadan çalışacaksin ve ağır 

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Eridu Bilgelerinin Sözü (Mezopotamuya , 2400 yıl önce )








Şöhret kazan,


Bir servet elde et,


Komşularından daha büyük bir ev yap,


Sabahtan akşama kadar ülkeni baştan başa dolaş,


Çocuklarınla gurur duy,


Düşmanlarını öldür,


Kralın sağ tarafında otur,


Tanrıların rahmetini kazan,


Sen kendinde hükümdar ol,






Hiçbirisi , sevdiğin kadına duyduğun  sevgi kadar anlamlı olmayacaktır.



Gülzade Kahveci facebook sayfasından alıntıdır
Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

bazıları sarışın sever


İlk yemeğe çıkışımızda cep telefonu çaldı.
Elini çantasına attı. Kurcaladı, kurcaladı.
Telefon uzun uzun çalmaya devam ediyordu.
Bir türlü bulamadı.
Sonra o güzel cümle döküldü dudaklarından:
-'Evde mi bıraktım acaba?'
İşte o an aradığım kız bu dedim.


--------- --------- --------- --------- --------- ---------
Pişmanlık

Bilinçli tüketim, bilinçli üretimle olur

18.000 YTL kredi kartı borcum olduğunu öğrenen babamın ilk tepkisi;

- 'Keşke korunsaydım'
------------ --------- --------- --------- ------------ ---------

Altıncı his

-"6. His filmini izledin mi ? " dedim.
-Hayır ama çok övdüler dedi.
Bende filmin CD'si var, istersen vereyim izle, ben de
çok beğendim dedim.
-Şimdi izlersem bir şey anlamam, ilk 5 tanesini izlemem lazım önce
dedi.

Sustum.Gülmedim bile.
Artık görüşmüyoruz.
------------ --------- --------- --------- --------- --------- ---------

Öncelik

Evlenmeyi düşündüğü erkek arkadaşının
- 'benden önce biriyle oldun mu?' sorusuna,
- 'buraya gelmeden önce mi?' cevabını vererek evlilik umutlarını magmalara atan hatunun gerçek sarışın olduğunu söylememe bilmem gerek kaldı mı?
------------ --------- --------- --------- --------- --------- ---------


Suyu ısıt

Geçenlerde köyde komşunun evinin önünden geçiyordum.
Yaşlı amca yaşlı hanımına şöyle dedi:
-'Hanım suyu ısıt ; olursa olur , olmazsa çay demleriz.'
Hala gülmekteyim.
------------ --------- --------- --------- --------- ---------
Maalesef Kaybettik

Aniden fenalaşan annelerini apar topar hastanenin acil servisine taşıyan, ancak yarım saat sonra doktorun
- 'maalesef annenizi kaybettik' demesiyle
-'ulan nasıl kaybedersiniz koca kadını daha demin buradaydı!'
deyip doktoru bir güzel döven komşularım var duyurulur...
------------ --------- --------- --------- --------- --------- ---------
Ramazan geldi

Her zaman canım, aşkım diyen kocacığım Ramazan geleli beri,orucu bozulmasın diye bana 'kanka' diyor ya..
------------ --------- --------- --------- --------- --------- --------- ---------
Danger

Önümüzde ilerleyen tankerin üzerindeki 'DANGER' yazısını görüp de
- 'Allah'ın akıllısı, tanker yazacağına danger yazmış' diyen ve arkasından
kahkahalarla gülen teyzemi nerelere göndersem acaba?
------------ --------- --------- --------- --------- ---------


Kıbleye çevirin

Bu zamana kadar hiçbir şeyi alkışlatamamıştım kısmet bu güne imiş.
Lütfen o büyük alkışlarınız pilota-
-'Uçağı kıbleye çevirin, namaz kılacağım'
diyen gurbetçi vatandaşımıza gelsin.

Haberi gördüğümde ben öyle yaptım da.
------------ --------- --------- --------- --------- --------- ---------


Efendi Çocuklar

Lütfen bir alkış da benim anneme
zira kendisi geçen gün televizyonda zap yaparken, Aydın ve Fatih Ürek'i görünce,
-'Ben bunları çok severim, mankenlerle falan dedikoduları çıkmıyor,terbiyeli çocuklar'
dedi.
------------ --------- --------- --------- --------- --------- ---------

Bizim oradaki Carrefour´un ilk açıldığı zamanlar.
Mağazada anlık indirim duyurularını anons eden kişi şöyle dedi:
-'Pantolonları indirdik, orta reyonda sizleri bekliyoruz.'
------------ --------- --------- --------- --------- -------- ------------
Lise yıllarında Milli Güvenlik dersinde hocamız olan subay, sınıfın
güzel kızlarından birini kaldırmış ve ondan subay rütbelerini
küçükten büyüğe doğru saymasını istemişti.
Sıralamayı aynen yazıyorum:
-'Teğmen, üsteğmen, yüzbaşı, binbaşı, yarbaşı ve albaşı '
------------ --------- --------- -------- --------- --------- --------- ---------
Geçenlerde gittiğim düğünde takılan paraları anons eden şahıs aynen şöyle dedi:
-'Gelin hanım köşede, isteyen takabilir.'
------------ --------- --- ------------ --------- --------- --------- ---------
Arkadaşımın sevgilisi komiser. Geçenlerde ikisi arabada sohbet ederlerken;
- 'Bilmem kaç merkez, yolda üç tane or..pu var Tamam'
diye bir telsiz anonsu gelmiş.
Erkek arkadaşı çok utanmış ve hemen telsize sarılıp telsizin diğer
ucundaki memura;
- 'Bu ne biçim anons, malum kadın deyin biz anlarız' diye fırça atmış.
On dakika sonra gelen telsiz anonsu ikisini de kahkaha krizine sokmuş.
- 'Komiserim malum kadınlar or..pu degilmiş Tamam'
------------ --------- --------- --------- --------- --------- ---------


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

SLUT MODASI ...


Matematik, fizik, kimya gibi alanlarda bir kolaylık var. Gereğinde referans kitaplarını açar, tartışılmaz bilgilere ulaşırsınız.

Malzemesi söz olan işlerle uğraşanlar o olanaktan yoksun. Otorite sayılan kaynaklarla bile görüş ayrılığına düşülebiliyor. Kemikleşen bir terslik kafa bulandırıyorsa, düzeltmesi çok zor.

Örneğin, beyin yıkama deyimini yanlış düşünce yerleştirme, yani zihin kirletme anlamında kullanmaktayız. Yıkayarak kirletmek ne demek?

O lafın kaynağı "brainwashing" sözcüğü. "Brain" beyin, "washing" de yıkama olduğuna göre, ilk çeviren öyle deyivermiş. Ağzımızın alıştığı deyim kitaplarda da yer etmiş. Bütün sözlüklerde o karşılık bulunuyor.

Oysa badana yahut boya anlamına da gelir "wash". Örneğin "whitewashing" beyaz badana (mecazen ayıp örtmek), "gold wash" altın rengi demek. Keşke ilk çevirmen "brainwash" karşılığı diye beyin boyama deyimini önerseydi!

Gülümseyerek hatırlarım. Robert Kolej'in faşist eğilimli Türk müdür yardımcısı Hüseyin Pektaş beni komünistlikle "suçlayarak" azarlarken "Senin beynin yıkanmış, kıpkızıl olmuşsun!" diye bağırmıştı. Garip deyimi ilk o gün duymuş, yıkanarak nasıl kızarmış olduğumu anlayamamış, adamın sapıttığına bir kere daha hükmetmiştim.
"Beynin boyanmış, kıpkızıl olmuşsun" deseydi, sözü biraz daha ipe sapa gelir, lise öğrencisinin gözünden biraz daha az düşerdi.

***

Şimdi bir başka sözcük dünyayı karıştırdı.

Kanada'nın Toronto kentindeki bir üniversitede hukuk fakültesi öğrencilerine konuşma yapan güvenlik görevlisi Michael Sanguinetti kadınların saldırıya uğramak istemiyorlarsa "slut" gibi giyinmekten kaçınmaları gerektiğini söyleyince kıyamet koptu. Ateş püskürerek ayağa kalktı kadın milleti.

Adam özür diledi, disiplin cezası aldı; ama öfke yatışmadı. Kanada'da başlayan protesto yürüyüşleri Amerika'ya, İngiltere'ye, Avustralya'ya yayıldı. Toplantılar, mitingler, yayınlar sürüyor.

Ne demek bu kıtalar arası celal depremine yol açan "slut"? Sözlükler karşılık diye "sürtük" veriyor. Yanlış değil ama yetersiz.
"Sürtük" fazla dolaşan kadın demektir. "Slut" ise cinsel ağırlıklı anlam içerir. Argomuzdaki karşılığı "kaşar, motor, kova" gibi aşağılayıcı sözcüklerdir.

Nitekim tepkiler de o saldırıya yanıt niteliğinde. İnadına üşütük şıllık ya da kiralık yosma kılığına bürünüp "slut" yürüyüşü yapan kadınların ellerindeki pankartlar hep cinsel içerikli:

"Vücudum benimdir. Gönlümce kullanırım. İster keyif, ister para için."
"Canımın çektiğiyle sevişiyorsam sana ne be?"
"Seks iki kişinin birlikte yaptığı bir şeydir. Birinin ötekine yaptığı değil."

Bizim "sinkaf" fiilimizin İngilizcedeki karşılığının kullanılışı da o iddiayı destekler. Yani onların konuşmalarında bir kadının erkek ırzına geçme fiilinden söz edilebilir.

***

Eskiden yurdumuzda İstanbul beyzadeleri kadınlara cins-i latif derlerdi. İltifat sayılan o deyim özgürlük kısıtlayıcı bir buyurganlığın aracı olabilir. "Sen latifsin, şunu yapamazsın, bunu edemezsin" diye karışılabilir kadınların yaşantısına.


O biçim kamuflajlı zorbalıklara karşıyım elbette. Kadınlara ve erkeklere her türden hak tanınmasında yüzde yüz eşitlik gözetilmesinden yanayım. Ama feministlerimizin nüans fark etme gücüne güvenerek şunu da söylemeliyim:

Bir hakka sahip olmak başkadır, onun nasıl kullanılacağına karar vermek başka. Geğirme özgürlüğüm var; ama yapmamaya çalışırım. Bir kız motosiklet yarışına katılmak isterse, hoşuma gider. Ancak geride bıraktıklarına -kimi delikanlıları taklit ederek- nah işareti yapmasa iyi olur.

Yaparsa hoşlanmayacağımı açıklamak kadın haklarını kısıtlama değildir herhalde.
Onun dilediğini yapma özgürlüğü varsa, benim de dilediğimden hoşlanmama özgürlüğüm yok mu?
Batı'da merak sarılan davranışlar hiçbir etik ve estetik süzgeçten geçirilmeden getirilebiliyor ülkemize.
Umarım "slut" modasını ithal etmeyiz.

Refik ERDURAN

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

İŞTE MUHTEŞEM YÜZYIL'DAKİ HATALAR







Muhteşem Yüzyıl , Show TV de ratingleri altüst etmeye devam ediyor. Sahne ve oyuncu performansları son derece başarılı olan dizide , Hürrem Sultan rolünü oynayan Meryem , hile ve desiselerine rağmen Hürrem rolünde sempati topluyor .
Tarihi dokuya uygun olarak çekilen dizide aşağıdaki videoda izleyeceğiniz gibi , ilginç hatalar da dikkati çekiyor..İşte hatalardan bazıları :






Bu arada , Orman Yangınlarıyla Mücadele Helikopteri pilotu Ömer Kaptan'ın deniz seferleri ile ilgili fotoğraf albümlerini izlerken , Ukrayna'da Mariopul şehrinde çektiği fotoğraflarla ilgili açıklaması doğrusu çok ilginçti.

Bir kilise ve yakınında bir cami vardı resimde .. Ömer Kaptan , bu camiinin Kanuni ve Hürrem Sultanın anısına inşa ettirilmiş olan Kanuni ve Hürrem Sultan Camii olduğunu anlattı.
Camiinin imamı ile görüştüğünü , camiinin cemaatinin olmadığını , ancak , zaman zaman 80-90 km mesafeden , namaz kılmak için insanların bu camiye geldiklerini anlatmış imam .
İnternette bu konuda yaptığım küçük bir araştırmada , camiinin cami ve kültür merkezi olarak 2007 yılında yapıldığını öğrendim.

Padişahın nikahına aldığı tek kadın olduğu belirtilen Hürrem Sultan , dizide , saraydaki cariyelerle ilgili olarak "Sizin başkası ile olmanıza dayanamıyorum.. Ne olur beni öldürün " diyerek yanında getirdiği bıçağı Kanuniye uzattığı , ve sıkıca kavradığı bıçaktan sızan kanların yarattığı sahne doğrusu , aşk ve sevgi üzerine ortaya konulabilecek en anlamlı sahneydi.

Merak ediyorsanız eğer , Hürrem Sultan'ın bu sürükleyici hikayesini izleyelim şimdi de:
***************

Hürrem Sultan, (1506 - 1558)

Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi ve Osmanlı tarihinde önemli roller oynamış bir sultandır. Bir Osmanlı padişahıyla nikahla evlenmiş tek kadın olarak bilinir. Leh asıllı Yahudi bir ailede doğan Hürrem Sultan'ın asıl adı Roxelanne'dı (Anastasiya Lisowska). Güzelliği nedeniyle küçük yaşta 1520 tarihinde bugünkü Ukrayna sınırları içinde bulunan Rohatyn şehrinden kaçırılmıştır. (Bölge 1184-1939 yılları arasında Polonya Kırallığı sınırları içersinde bulunuyordu. Daha sonra Kırım Hanı tarafından Osmanlı sarayına sunulan Hürrem Sultan, sarayda özel bir eğitim gördü. Dişiliği, zekası ve becerisi ile padişahın dikkatini çekmeyi bildi. Harem kadınları ve saray ileri gelenleri arasında da kendine yer edindi.
Hürrem Sultan saraya geldiğinde Kanuni'nin cariyelerinden biri olan Mahidevran Sultan'dan Mustafa isimli bir oğlu vardı. Mustafa zamanla çok sevilen bir şehzade haline geldi. Mustafa'nın Kanuni'den sonra padişah olmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Bu da Mahidevran Sultan'ın Valide Sultan olacağı anlamına geliyordu. Oysa Hürrem Sultan her bakımdan Mahidevran Sultan'ın önüne geçti ve Kanuni'nin güven ve sevgisini kazanarak onun nikahlı eşi oldu. Bazı kaynaklar çeşitli entrikalar uygulayarak 16. yüzyıl Osmanlı tarihini olumsuz yönde etkilediği iddia ederler. Kızı Mihrimah Sultan'ı Vezir-i Azam Rüstem Paşa ile evlendirerek Vezir-i Azam'la bir ittifak oluşturdu. Kanuni, yeniçeriler tarafından çok sevilen oğlu Mustafa'yı kendisini tahttan indirmeyi planladığı inancıyla öldürttü. Hürrem Sultan'ın Kanuni'yi bu kararda etkilediği inancı yaygındır. Şehzade Mustafa'nın öldürülmesinden sonra Mahidevran Sultan iyice gözden düştü. Yaşamının büyük bir bölümünü fakir olarak oğlunun mezarının bulunduğu Bursa'da geçirdi. Ancak Hürrem Sultan'ın ölmesinden sonra Hürrem Sultan'ın oğlu padişah II. Selim Mahidevran Sultan'a maaş bağlattı ve oğlu Mustafa'nın türbesini yaptırttı.

Devlet yönetiminde etkili olan Hürrem Sultan, İran savaşını destekledi. Ruslar ve Lehlerle barış içinde yaşanılmasını sağladı. Bu dönemde Ruslar Kazan ve Astrahan Hanlıklarına hakim olup doğuya doğru yayılmaya başladılar. Tüm bunlara rağmen, eşi Kanuni Sultan Süleyman'dan önce 52 yaşındayken öldü ve oğlu II. Selim'in tahta çıkışını göremedi.Cenazesi İstanbul'da Süleymaniye Camii haziresindeki Hürrem Sultan Türbesi'ne gömüldü.

Haseki Hürrem Sultan Türbesi

Ülkeler fatihi Kanuni Sultan Süleyman'ın gönlünü Hürrem Sultan fethetti. Muhteşem Süleyman' ın Hürrem Sultan'a aşkı sevgili karısının kolları ve gözyaşları arasında ölmesine kadar sürdü ve ondan sonra da devam etti. Aşk mı? Onların aşkı devlet erkinin üstünde bir aşktı.Kanuni'nin hareminde beyleri ve Kırım hanları tarafından sunulmuş pek çok cariye vardı. Fakat Kanuni, Hürrem'i tanıdığı günden beri cazibesine kapılmış, ona aşık olmuştu





. Osmanlı'nın en güçlü kadınlarından Hürrem Sultan'ın Slav asıllı olduğu söylenir. Ukraynalılar ise Hürrem Sultan'ın Ukraynalı Roxelana olduğundan emin. İlk kez saraya, bir yabancı kadın, padişah eşi olarak Hürrem Sultan'la girmiştir.Hürrem Sultan, Rus asıllı olan bu cariye Kanuni Sultan Süleyman'ın karısı olarak imparatorluk yönetimini etkilemiş, oğullarının taht mücadelesinde oynadığı rol, daha doğrusu oğlu 2'nci Selim'i tahta geçirme çabası ile Osmanlı döneminin en güçlü kadınlarından biri olmuştur. Kanuni'nin aşırı güven ve sevgisini kazanarak onun nikahlı eşi olduktan sonra belli bir plan dahilinde çalıştı, el altından
çeşitli entrikalar uygulayarak on altıncı yüzyıl Osmanlı tarihini olumsuz yönde etkiledi. Kanuni'nin, Gülbahar Hatun'dan olan veliahtı Sultan Mustafa'yı ortadan kaldırmak için çeşitli entrikalar ile önce Gülbahar Hatun'u, ardından kırk yaşındaki veliaht Mustafa'yı boğdurttu. Devlet yönetimine de hakim olan Hürrem Sultan, İran savaşını destekledi. Ruslar ve Lehlerle barış içinde yaşanılmasını sağladı.



İstanbul'da bugün Haseki olarak anılan semtte yaptırdığı külliye ile adına külliye tesis edilen ilk padişah eşi olma özelliğine de sahiptir
Osmanlının kudretli padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman 'ın ''Muhibbi Divanı''ndaki aşk şiirleri, onun yalnız güçlü bir devlet yöneticisi ve imparatorluk kurucusu olduğu kadar, gönül dünyasındaki zenginliğini anlatmaktadır. Cihan Padişahı; aynı zamanda aşk şairidir.



Çıktığı uzun seferler sırasında çok sevdiği Hürrem Sultan'a aşk
şiirleriyle bezenmiş mektuplar göndemiştir,
N'ola baksam şem'i hüsnüne gönül pervaneveş
Dostum sen şem olacak âşıkım pervanedir.
Gülşen-i hüsnünde dil mürgün yine saydetmeye
Zülfünün ağında Muhibbî hâli anın divanedir
Hürrem Sultan ise mektuplarına, ;Hazret-i Sultanım; diye
başlar ve ;Yüz(ümü) yere koyup, kutsal ayağınızın bastığı toprağı

öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve sermayesi sultanım, eğer
bu ayrılığın ateşine yanmış ciğeri kebap, göğsü harab, gözü yaş
dolu, gecesini gündüzden ayırt edemeyen, özlem denizine düşmüş çaresiz
aşkınız ile divane, Ferhat ile Mecnun'dan beter tutkun kölenizi
sorarsanız, ne ki sultanımdan ayrıyım; diye dil döker, saraydan
ve şehir ahalisinden yazmayı da ihmal etmez:
"Padişahım yine cariyenizi topraktan kaldırıp, tezkire gönderip,
Mahmut Çelebi'den beş bin filori bağışlamışsınız. Bir günün için
Allah'ın bin yardımı olsun. Şimdi benim sultanım, bu ne zahmet idi,

kutsal bıyığınızın kılı bana beşbin filoriden değerlidir. O bağış
bize canımızdan fazla minnettir. Benim sultanım, ondan sonra şehir


etrafından sorarsanız, şimdilik hastalık vardır.
Hürrem Sultan'ın tarihte oynadığı rol, bu tatlı dil ile daha da
anlaşılır hale geliyor.
Topkapı müzesi arşivindeki mektuplar da bu aşkın kanıtlarından bazılarıdır




Hürrem Sultan'dan Kanuni ye mektup...


Yüzümü yere koyup, mutluluk sığınağı ayağınızın topraklarınızı öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve saadetimin sermayesi sultanım, eğer bu ayrılık ateşine yanmış, ciğeri kebap, sinesi harap,gözleri yaş dolu, gecesi gündüzü belirsiz olan, hasret deryasına gark bi-çare, aşkınız ile müptela, Ferhat ile Mecnun'dan beter şeyda kölenizi sorarsanız; ne zamandır ki sultanımdan ayrıyım, bülbül gibi ah u feryadım



dinlemeyip,ayrılığınızdan dolayı öyle bir halim var ki, Allah, kafir olan kullarına dair vermesin. Benim devletim, benim sultanım, özellikle, bir buçuk ay olduğu halde sizden bir haber gelmemesi yüzünden, Allah biliyor ki , hiçbir şekilde rahatlık yüzü görmeyip, gece gündüz ağlayıp, kendi hayatımdan el çekip,cihan gözüme dar oldu. Ne yapacağımı bilmeden ağlayıp gözyaşları içinde gözüm kapıları gözlerken, ol ferdü rabbü'l alemin, aleme rahmet eden subhan-ı Yezdan, cümle aleme inayet nazarın edip, fetih haberi ve müjdeli haberlerini yetiştirdi. Ve bu haberi işitince Allah biliyor ki, benim padişahım, benim sultanım, ölmüş idim taze can buldum. ………
Benim Sultanım, şehir hakkında soracak olursanız; şimdilik henüz hastalık devam etmektedir. Ancak önceki gibi değildir. İnşallah Sultanım gelince, Allah'ın inayetiyle de geçer gider. Azizlerimiz, hazan yaprağı dökülünce geçer derler.

Benim Sultanım, sık sık mübarek mektubunuzu gönderirsiniz diye, tazarru ve iltimas ederim. Zira ki, billah yalan değil, bir iki hafta geçip de ulak gelmezse alem gulguleye gelir. Türlü türlü sözler söylenir Yoksa sadece kendi nefsim için istediğimi sanmayın.

Hürrem....


SUNUM DURU






***************************


Hürrem Sultan ya da Hürrem Haseki Sultan (d. 1506 - ö. 1558)

Doğum adı: Aleksandra Lisowska,

Osmanlıca adı: خرم سلطان,

Avrupa'da tanındığı ad: Roxelana.

Osmanlı padişahı I. Süleyman'ın (Kanuni Sultan Süleyman) eşi ve sonraki padişah II. Selim'in annesidir. Bir Osmanlı padişahıyla nikâhla evlenmiş ilk kadın olma ayrıcalığını taşır.

Lehistan Krallığı'nın sınırları içerisinde bulunan Rohatyn'da[3] doğdu. 14 yaşındayken Tatar akıncılar tarafından 1520 tarihinde Rohatyn'den kaçırılmış[1], Kırım Hanı'nın himayesine girmiş ve daha sonra Osmanlı sarayına sunulmuştur.

16. yüzyıl kaynaklarına göre kızlık ismi bilinmiyordu. Ama daha sonraki kayıtlara göre mesela 19. yüzyılın Ukrayna'daki ilk kayıtlarına göre Anastasia (Kısaca Nastia) Polonyalıların geleneğinde, Aleksandra Lisowska olarak bilinir. Genelde Hürrem Sultan ya da Hürrem balsaq sultan olarak bilinirdi; Avrupa dillerinde Roxolena, Roxolana,Roxelane, Rossa, Ruziac, Türkçe'de Hürrem (Farsça kökenliخرم Khurram), neşeli olan kişi ve (Arapçada Karima -كريمة) Soylu olan kişi anlamına gelir. Roxelana, onun gerçek ismi olmayabilir ama takma adı onun Ukraynalı soyuna ait olan (Günümüze ait yaygın isim Ruslana) ve doğu slav ismi olan, Roxolany ya da Roxelany, şimdiki Ukrayna halkında 15. yüzyıldan sonra kullanılıyordu.

Hürrem Sultan, sarayda özel bir eğitim gördü. Güzelliği, zekası ve becerisi ile padişahın dikkatini çekmeyi bildi. Harem kadınları ve saray ileri gelenleri arasında da kendine yer edindi. Hürrem Sultan saraya geldiğinde Kanuni Mahidevran Sultan ile evliydi ve Mustafa isimli bir oğlu vardı. Mustafa zamanla çok sevilen bir şehzade haline geldi. Mustafa'nın Kanuni'den sonra padişah olmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Bu da Mahidevran Sultan'ın Valide Sultan olacağı anlamına geliyordu. Oysa Hürrem Sultan her bakımdan Mahidevran Sultan'ın önüne geçti.

Hürrem Sultan'ın Çoçukları

Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman'a bir kız, dört oğlan çocuğu doğurdu. Kızı Mihrimah olup, erkek çocukları, Mehmed, Selim, Bayezid, Cihan­gir ve Abdullah adlı şehzadelerdi.

Kızı Mihrimah Sultan'ı Vezir-i Azam Rüstem Paşa ile evlendirdi.

En büyük oğlu Mehmed Şehzade tahta çıkamadan öldü. Şehzade Cihangir Sultan, Şehzade Mustafa Sultan'ın boğduruluşuna olan üzüntüsünden kalp krizinden öldü. Şehzade Beyazıd Kanuni Sultan Süleyman'a olan isyanından sonra İran'a sığındı ve İran Şah'ı kendisini zindana attırdı. Bir süre sonra zindanda öldürüldü. Son Şehzade 2. Selim kalmıştı artık... Hürrem Sultan'ın ikinci oğlu Selim tahta çıktı.

Hürrem Sultan'ın Ölümü

Hürrem Sultan 18 Nisan 1558 tarihinde eşi Kanuni Sultan Süleyman'dan 8 sene önce 52 yaşındayken öldü. Oğlu II. Selim'in tahta çıkışını göremedi. Süleymaniye Camisi Külliyesi içinde kendisi için yaptırılan türbeye gömüldü. Türbenin iç duvarları bir cennet bahçesini tasvir eden İznik çinileriyle kaplıdır.

Hürrem Sultanın Yaptırdığı Eserler

Hürrem Sultan İstanbul'da günümüzde onun adıyla anılan Haseki semtinde, Mimar Sinan'a Haseki Külliyesini yaptırmıştır. 1538-1550 yılları arasında inşaatı tamamlanan külliyenin içinde bir hamam, medrese ve hastane bulunmaktadır. Günümüzde T.C. Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak tanınan bu hastane Türkiye'de kesintisiz hizmet vermekte olan en eski hastane olma özelliğini taşır.

Hürrem Sultan ayrıca Ayasofya Camii civarında yardıma muhtaç ve fakirlerin karnını doyurmak için bir mutfak yaptırtmıştır.

Hürrem Sultan Avrupa'da, modern Türkiye'de ve batıda birçok resim, müzik ve bale gibi tarihi çalışmalara konu olmuştur. Mesela Joseph Haydn'in 63. senfonisini örnek verebiliriz. Eserler Ukraynalılar tarafından yazılmıştır ama genelde İngilizce, Almanca ve Fransızcadır.

Hürrem Sultan'ın doğduğu yer olduğuna inanılan Ukrayna'nın Rohatyn kentinde bir Hürrem Sultan anıtı bulunmaktadır. 2007 yılında, Ukrayna'daki bir liman kenti olan Mariupol'daki Tatarlar Hürrem Sultan'ın onuruna bir müze açmıştır.


YUSUF AKYURT

***************


Hürrem, Padişah’a sevmesini, tek kadınla yaşamasını öğretti’

Tartışılan dizi 'Muhteşem Yüzyıl'la gündeme gelen Hürrem Sultan, Ukrayna'nın Rohatyn kentinde bir papazın kızı olarak dünyaya gelir. Tatarlar, kenti işgal edip ailesini öldürünce hareme verilir. Hürrem, Ukrayna'da büyük saygı görüyor, adına anıtlar dikilmiş. Eski Cumhurbaşkanı Yuşçenko “
Kanuni'nin hayatını değiştirdi, ona tek bir kadını sevmeyi öğretti” diyor.

Lehistan Krallığı'nın sınırları içerisinde bulunan Rohatyn'da doğdu. 20 yaşındayken Tatar akıncılar tarafından 1520 tarihinde Rohatyn'den kaçırıldı, Kırım Hanı'nın himayesine girmiştir daha sonra Osmanlı sarayına sunuldu.


Gerçek adı Alexandra Anastasia Lisowska. Osmanlı Sarayı'da Kanuni Sultan Süleyman tarafından Türkçe'de neşeli, soylu kişi anlamına gelen Hürrem adı verilir. İşte Osmanlı'nın en güçlü kadınlarından Hürrem Sultan'ın çeşitli tarihçilerden kısa yaşam öyküsü:

Hürrem Sultan Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk nikah kıydırtan sultandır. Hürrem Sultan'ın sarayda cariye maaşı aldığı ve bu paraya ihtiyacı olmadığı için parasını Mekke'ye bağışlamak istediği söyler. Ancak kölelerin dini yerlere (Mekke, Medine vb.) bağış yapması günah kabul edildiği için Kanuni'den onu azat etmesini ister. Kanuni Sultan Süleyman da bağış için Hürrem Sultan'ı azat eder. Hürrem artık cariye değildir. Bir gün Kanuni Hürrem Sultan'ı odasına çağırttı ama Hürrem bu teklifi reddetti. Kanuni'ye, “Artık ben sizin malınız değilim. Beni kölelikten azat ettiniz. Sizinle beraber olmam zinaya girer” der ve bu nedenle Kanuni Sultan Süleyman Hürrem Sultan'ı nikahına almak zoruna kalır.

Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman'a bir kız, dört erkek çocuğu doğurdu. En büyük oğlu Mehmet Şehzade tahta çıkamadan öldürüldü. İkinci oğlu Selim tahta çıktı. Diğer çocukları da Beyazıt ve Cihangir Şehzadelerdir. Kızı Mihrimah Sultan'ı Vezir-i Azam Rüstem Paşa ile evlendirerek Vezir-i Azam'la bir ittifak oluşturur. Kanuni, yeniçeriler tarafından çok sevilen oğlu Mustafa'yı kendisini tahttan indirmeyi planladığı inancıyla öldürtür. Hürrem Sultan'ın Kanuni'yi bu kararda etkilediği inancı yaygındır. Şehzade Mustafa'nın öldürülmesinden sonra Mahidevran Sultan iyice gözden düştü. Yaşamının büyük bir bölümünü fakir olarak oğlunun mezarının bulunduğu Bursa'da geçirdi. Devlet yönetiminde etkili olan Hürrem Sultan, İran savaşını destekledi. Ruslar ve Lehlerle barış içinde yaşanılmasını sağladı. Hürrem Sultan 18 Nisan 1558 tarihinde eşi Kanuni Sultan Süleyman'dan 8 yıl önce 52 yaşındayken öldü.

Haydn adına senfoni besteledi

Hürrem Sultan, Avrupa'da, modern Türkiye'de ve batıda birçok resim, müzik ve bale eserine konu olmuştur. Mesela Joseph Haydn'in 63. senfonisi buna örnektir. Hürrem Sultan'ın doğduğu yer olan Ukrayna'nın Rohatyn kentinde bir Hürrem Sultan anıtı bulunmaktadır. 2007 yılında, Ukrayna'daki bir liman kenti olan Mariupol'daki Tatarlar Hürrem Sultan'ın onuruna bir cami açmıştır.

YUŞÇENKO TÜRBESİNİ ZİYARET ETMİŞTİ

Ukrayna'nın eski Cumhurbaşkanı Vladimir Yuşçenko ve eşi 2005 haziranında Türkiye'ye geldiklerinde Süleymaniye Camii'ndeki Hürrem Sultan'ın türbesini ziyaret etmişlerdi. Yuşçenko'nun eşi mezar başında Hürrem Sultan'a dua etmişti. Vladimir Yuşçenkoı ziyaret öncesi gazetecilere yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “
Ukrayna'da herkes Hürrem Sultan Rokselana hakkında her şeyi biliyor. Ona saygı duyuyor. Hürrem Sultan çok akıllı bir Ukraynalı kadındı. Çünkü Osmanlı İmparatoru'nun hayatını önemli ölçüde değiştirdi. Padişah'ın hayatına Bağlantıbirçok yenilik getirdi. Bu Ukraynalı kadınların güçlü karaktere sahip olduğunun en güzel göstergesi. Şimdi düşünüyorum da belki bazı Türk erkekleri Hürrem Sultan'a küsmüştür. Çünkü o Padişah'a bir kadını sevmesini, tek kadınla yaşamasını öğretti. Çok erkek için bu gerçekten çok zor...”
GECCE

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Aile kültürü başka bir şey!


"Aile kültürü” der dururuz ya hep, nedir bu aile kültürü?

Kimler almıştır, kimler almamıştır?

Nasıl anlaşılır?

Hangisi doğrudur, hangisi beş para etmemektedir?

Çok değişik yerlere çekip farklı farklı yorumlayabiliriz...

Buzdolaplarından başlayalım mesela. Her evde vardır nasıl olsa.
Düzeni bayanlara aittir yani bayan düzeni oturtur, öğretir, bütün ev ahalisi ona uyar, uymayanın ya dırdırdan beyni şişer, ya suratına yediği terliklerden kafası, gözü.

Evler vardır kasvetli, güneş ışığından yoksun, karanlığa, boşluğa bakan mutfakları olan ve buzdolapları vardır o mutfaklarda ağır kokan içleri, buzdolabını açtığınızda yaşlılık kokan, eski kokan bir esinti gelir. Burnunuzda, tatsız, iştah kaçırıcı esintiler.
Çeşit çeşit kaplar vardır içlerinde dolapların, kimisi plastik kimisi de cam, değişik renklerdeki kapaklarıyla.
İçlerinde artan yemekler vardır o kapların, kimisi soğanlı, kimisi sarımsaklı. Kokuları karışır tatlılarla tuzluların, kiminin şerbeti dökülür yapış yapış, kiminin yağı vıcık vıcık.
Peynirler vardır ağır kokan, naylonlara sarar kimi kadınlar onları, daha da bir ağırlaşır kokuları, ıslak kalır torbalar dolapta daha da bir yoğunlaşır koku...

Böyle başlar farklı kültürler evlerde yetişmeye, ve de yetişir farklı insanlar böyle evlerde… Ya da ışıklar, ampuller, Mavi ışıklı evler, sarı ışıklı evler ve de beyaz ışıklı evler; Mavi ışıklı evler soğuktur hep, daha donuktur, daha yaşlıdır o insanlar ya da aşksızdır, sevgisizdir, umutsuzdur artık.

O soğukluk, o donukluk rahatsız etmez ev sahiplerini, hayallere yer yoktur o evlerde daha fazla.
Donuk renklerde bakımsız menekşeler vardır ya da benzeri saksı çiçekleri, yapraklarının arasında kuru yapraklar olan, o evlerde, farklı renklerde, farklı seramik saksılarda, her birinin farklı birer yerleri kırık olan.


Yerlerinden kalkmayı sevmeyen insanlar yaşar, üstlerini bile değiştirmek istemeyen bazı günlerde.
O insanların ışığıdır mavi ışıklar, florasanlar.
Yemek masasında ruhsuz bir renkte muşamba bir örtü vardır aralarında gül desenleri olan ekoseli. Tüm tabaklar, bardaklar, çatal bıçaklar birbirinden farklıdır bu evlerde.

Kimse fark bile etmez, önemsemez. Nevresimin çarşafı çizgilidir, yastık kılıfı gül desenli; o da önemsizdir. Ayakkabılar kapının önündedir, teki ters dönmüş, topuğuna basılmış, ve önü açık büyük kadın terlikleri vardır; akşamları çöp atmaya çıkarken adamların da ayaklarına hemen geçiriverdiği. Bu evler küf kokar, kasvet kokar. Gitmek kokar, ölüm kokar...

*** Sarı ışıklı evler daha loştur daha moderndir.


Köşe takımları vardır genelde ve katlamalı perdeler, daha gençtir, o evler daha sıcaktır ama sadece görünümdür bence, -mış gibi yapmaktır, çalışan yeni evlidir onlar.

Mutsuzluk vardır bu evlerde kendilerine bile itiraf edilemeyen.

Orkideler vardır; güzel yuvarlak metal saksılarda camın önünde yerde duran, eşinin ilk işgününde eşine gönderdiği.

Yerini seven ve kımıldamak istemeyen insanlardır, amacı evlenmek olup evlenip, kazandığıyla yaşayan, elindekilerle yetinen insanlardır.

Pembeli morlu seramik yemek takımları vardır o evlerde, renkli plastik saplı çatal bıçaklar. Nevresimler boyalıdır hep, naylon karışımlıdır, kalplidir, güllüdür.

Ayakkabılar evin girişindedir, kaba, topuklu, lastiktir, işten yeni gelmiş yorgun ve tozludur.
Bu evler renkli mum kokar, oda parfümü kokar...

*** Bir de beyaz ışıklı evler vardır, aydın, aydınlık, net! Enerji dolu, yerinde duramayan, yetmeyen yetinmeyen insanların evleri, hep canlı hep dinamik.
Oyunlar, kadehler ve kahkahalarla dolu.
Her yerde büyük resimler olan, kitaplarla dergilerle dağılan. Hep taze papatyalar olur beyaz ışıklı evlerde. Tabaklar porselen olur hep zarif ve beyaz. Örtüler zaten incecik ve yine beyaz. Nevresimler pamuktur, ve yine bembeyaz belki kenarları çok hafif işlemeli.
Ayakkabılar deridir hep bu evlerde, zarif ve kösele.

Ayağından çıkartıp yan yana konulduğunda dolaba, aşkının ilk günkü heyecanını koruyan bir aşık çift gibidirler.
Bu evler hayat kokar, temiz hava kokar... Yaşam kokar!

*** Sokakta gördüğümüz, tanışıp arkadaşlık yaptığımız hatta belki de sürekli görüşüp dolaştığımız insanların evlerinin ışıklarının ne renk olduğunu nasıl biliriz? Nasıl sorarız? Aile kültürlerini nasıl biliriz? Nasıl anlarız? Mühendis bey, yolculuk nereye?
Yıllar öncesinden annemin bir cümlesini duyar gibi oldum : “yüksek inşaat mühendisiyim ben dediğin anda. Lise birinci sınıfta “fen bölümünü seç ki hayatın kurtulsun, doktor, mühendis falan olmalısın yoksa sürünürsün” dediğini tam bir anne tavrıyla.

Ben Edebiyat, İngilizce, Almanca, Görsel Sanatlar ve Tarih dışındaki tüm derslerden nefret ederken; o zamandan benim İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyacağım belliymiş aslında. Neyse, anneme gelince, anneler her zaman çocukları için en iyisini isterler, klasik ve doğru!

Bak bilmem kimin oğlu mühendis oldu, bilmem kimin kızı çocuk doktoru oldu” derler bütün anneler ve içten içe özenirler o annelere. Kendilerini başarısız hissederler o annelerin yanında, o anneler düğünlerde bile ballandıra ballandıra büyük bir gururla bahsederken çocuklarından…
Özür dilerim anneciğim, ben onlardan biri olamadım ve çevremde de hep İngilizce öğretmenleri, yazarlar ve sanatçılar var, öyle çok da mühendis, mimar arkadaşım yok maalesef.
Aklı başında, evinden işine, işinden evine giden, çerçevesiz gözlüklü, her gün mis gibi gömleklerle işine giden, düzenli bir yaşamı olan erkekler de tanımıyorum pek. Gerçi geçtiğimiz ay bu durum biraz değişti ama yine de öyle kolay değildir anlatıldığı kadar, imparatorluk yıkıp devlet kurmak…
Aslında annemin, onların daha düzenli, daha sorumluluk sahibi, bir adım atarken ilerisini de düşünen insanlar olduklarını ve böylelikle ilişkilerini de aile hayatlarını da daha iyi götürebilecekleri konusundaki düşüncelerine katılıyorum bu aralar, ya da katılmak istiyorum.
Daha mı fazla ayakları yere basıyor şu mühendislerin ne? Bizden daha mı planlı programlı bu adamlar Allah aşkına? Yoksa düzenli ve sürekliliği olan ilişki hatta güzel aile hayalleri onlarla mı gerçek olur?
Bu karmaşık halimle, yanlarında durursam belki bana da geç de olsa biraz huylarından sularından, akıllarından mantıklarından bulaşır diye düşünüyor ve hayatıma girmelerine izin veriyorum bir kaçının.
Bir yemek esnasında sohbet ederken bakıyorum, adamlar sandığım kadar sıkıcı, bunaltıcı da değiller, muhabbetleri sadece inşaat, malzeme, şantiye ve vinçler üzerine de değil.
Gayet normaller, hatta bizden daha bile normal olma ihtimalleri var bazı zamanlarda.
Onlar konuşurlarken ben hemen hayal kurmaya başlıyorum.
Kafamda kırmızı bir baret, ayaklarımda Mickey’li plastik çizmelerim, şantiyede resim çektiriyorum, taa yükseklerde bir vincin üzerindeyim falan.
Ne güzel (: Mühendislik deyince benim de aklıma ancak bunlar gelirdi zaten, hahahah… Sonra, beynimizde yücelttiğimiz, koymaya yer bulamadığımız, “pek sayın yüksek mühendisler” espri yapmaya başlıyorlar, aaa, gayet sıradan…
Bir an duruyorum ve bunun için mi annem üzüldü onca zaman, bizden bir farkları yokmuş işte, ne fark edermiş mühendis ya da İngilizce öğretmeni olmak diyorum. Kızıyorum anneme falan, orada olmasını istiyorum annemin de, görmesini bu resmi.
Ama yine de hala içimde bir soru işareti ve merak var, sahiden farklı mısınız annelerin sandığı kadar, farkınız var mı alıştığım renkli işleri olan sorumsuz insanlardan?

*** Farklı olmanızı içten içe dilerken ben, bu sorumun cevabını aslında zamanla anlayacağımı biliyorum, sevgili yeni mühendis arkadaşlarım.
Ama yine de sormak isterim, biz böyleyiz, hayatlarımız renkli, hareketli, ilişkilerimiz sahte, duygularımız değişken, hikayelerimiz hep farklı ama yaşadıklarımız standart, biz aslında arayış içindeyiz, ama içtenliği ve samimiyeti bulamayarak maalesef hep başa dönmekteyiz hep de olduğumuz yerdeyiz.
Peki ya siz? Sizin yolculuğunuz nereye? Sizin hayatlarınız nasıl, beklentileriniz neler? Sizin evlerinizin ışıkları, hayatlarınız ne renk? Müge BAL , POSTA (Resim :Milli Ocak)
Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

AVUCUNUZU AÇMAYI DENEDİNİZ Mİ ?


Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır.

Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz.

Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz.

Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.

Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur.

Yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla hür olmaktır!

Bu örnekle benzeştirirsek; ben, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmediğimizi düşünüyorum:


-- Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak,


-- Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 10-20 kat büyük evlere sahip olmak, -- Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak,


-- Okumadığımız kitaplara sahip olmak,


-- Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip olmak,


-- Bize günde 3-5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak,


-- Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık, bir dinlence evine sahip olmak,


-- Vaktimize, nakdimize, aklımıza, çenemize zarar verse bile bir futbol ta-kımı taraftarlığına sahip olmak,


-- Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran televizyonlar; kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha nelere sahip olmak... Ya da sahip olduğumuzu sanmak... O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz?


Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?

Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz. Ah bunu bir anlayabilsek..

(Bir e-mail ile gönderilmiş olup yazarı belirtilmemiştir. )

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Farkındalık ... Can YÜCEL' den




Farkında Olmalı İnsan...
Kendisinin, Hayatın Olayların , Gidişatın Farkında Olmalı.
Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen...



Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını
Fark Etmeli.



Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını
Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını
Fark Etmeli.



Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu
Fark Etmeli.



Henüz Bebekken 'Dünya Benim!' Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı
Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların 'Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum
İşte!' Dercesine Apaçık Kaldığını
Fark Etmeli.



Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.



Baskın Yeteneğini
Fark Etmeli Sonra.



Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,
Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini
Fark Etmeli İnsan
Ve Ölmeden E vvel Ölebilmeli.



Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte
Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini
Fark Etmeli.



Eşref-i Mahlûkat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu
Fark Etmeli.
Ve Ona Göre Yaşamalı.



Gülün Hemen Dibindeki Dikeni Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü
Fark Etmeli.



Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde
Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını
Fark Etmeli.



Eşine 'Seni Çok Seviyorum!' Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü
Fark Etmeli.



Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini Ama Arka
Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu
Fark Etmeli.



Zenginliğin Ve Bereketin Sofradayken Önünde Biriken Ekmek
Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini
Fark Etmeli.



FARK ETMELİ.



Ömür Dediğin Üç Gündür,

Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür , O Da Bugündür.


CAN YÜCEL

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

BAŞARILI PATRONLARIN ARKASINDAKİ SEKRETERLER KONUŞTU !


Her başarılı patronun arkasında başarılı bir sekreter olduğu muhakkak. Yöneticilerin sağ kolu olan sekreterler, şimdiki adıyla "yönetici asistanları" artık orta düzey bir yönetici gibi çalışıyorlar. Eskiden daktilo yazmak, telefona bakmakla sınırlı olan bu meslekte artık patronla aynı adımlar atılıyor, birlikte raporlar hazırlanıyor, yeri geldiğinde patron üst düzey toplantılarda temsil ediliyor.

Büyük patronların sağ kolları oluşturdukları çevre ve edindikleri bilgi birikimi için yöneticilerine çok şey borçlu oldukları konusunda hemfikir. Manajans’ın kurucusu Eli Acıman’ın 21 yıl asistanlığını yapan Nil Baransel, "Ben onun yanında 2 üniversite bitirdim" diyor.

Önceden sekreterlik insanların yüzünde gülümseme uyandıran bir meslekti. Algılama bu yöndeydi, çünkü bu işin magazini de çok yapılıyordu ama sekreterin zamanla işlevi, görevi her şeyi değişti. Sekreter artık yöneticiyi yöneten kişi haline geldi. Sadece telefona bakmakla yetinmeyip, gerektiğinde toplantılara girdi, onunla birlikte tutanaklar, sunumlar, raporlar hazırladı, istatistikler yaptı; yöneticinin yapması gereken işlerin çoğunu kendi üstüne alarak onun yükünü hafifletti. Sekreterlikte böyle bir şey yoktu eskiden. Sekreterlikten yönetici asistanlığına geçilince sekreter kelimesinin yarattığı kötü düşünceler gitti, bu iş artık bir meslek haline geldi. Şimdi üniversite bitirmiş, master yapmış kişiler yönetici asistanı olarak çalışıyorlar." Bu sözler Çetin Emeç’in de sekreterliğini yapan Nebahat Ercan’a ait. Sekreterlik yıllarca küçümsenen bir meslek oldu fakat günümüzde sekreterler modern deyimiyle asistanlar, patronlarının bir adım arkasında, onların eli kolu, gözü kulağı gibi çalışan hatta onları üst düzey seviyelerde temsil eden çalışanlar. İshak Alaton’un 15 yıldır asistanlığını yapan Hülya Çınar, artık asistanların orta düzey bir yönetici pozisyonunda çalıştıklarını söylüyor: "Önceden bu meslek çok sevimli gözükmüyordu, çünkü yeterli donanıma sahip insanlar yoktu, ama şimdi bir adım öne gidildi, orta düzey bir yöneticinin olması gereken bilgi ve donanımına sahibiz, artık bu meslek dışardan da çok daha saygın gözüküyor. Patronunuzla aynı adımları atabiliyorsunuz ve dışarıya da bu elektriği verebiliyorsunuz."

Bir asistanın görev tanımı içine her şey giriyor, sadece şirketle ilgili konular değil, patronun üye ya da kurucusu olduğu derneklerden, organizasyonlardan, iş-özel yaşam dengesine kadar her türlü detay asistanlarının kontrolünde. O nedenle iyi bir sekreterin iletişim ve analitik düşünme becerisine sahip olması, en az bir yabancı dil bilmesi ve büro otomasyonuna hakim olmasının yanı sıra iyi bir hafızaya sahip olması, empati kurabilmesi, ketum olması, diplomatik davranabilmesi bekleniyor. Sekreter başarılı bir yöneticinin sağ koludur diyen Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Büro Yönetimi Eğitimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Dilaver Tengilimoğlu, "Becerili yönetici asistanları yöneticinin başarısını artırır" diyor.


Yöneticiler araştırmacı ruha sahip sekreter arıyor
Türkiye’de Büro Yönetimi ve Sekreterlik eğitimi meslek liseleri, ön lisans ve lisans ve yüksek lisans düzeyinde veriliyor. Büro Yönetimi ve Sekreterelik Eğitimi veren ortaöğretim kurumlarının sayısı 147. Önlisans düzeyinde ise 64 üniversiteye bağlı 103 meslek yüksek okulu var, bunların toplam kontenjanı 7.502. Lisans seviyesinde eğitim veren tek kurum Gazi Üniversitesi bünyesinde bulunan Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Büro Yönetimi Eğitimi Bölümü. Türkiye’de görev yapan sekreter sayısı bilinmiyor ama kamu kuruluşlarında görev yapan sekreter sayısının az olduğu tahmin ediliyor. Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Büro Yönetimi Eğitimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Dilaver Tengilimoğlu, "Memur kadrosundaki kişiler görevlendirme ile sekreterlik görevini yürütüyorlar" diyor. Sekreterliğinde kendi içinde yönetici sekreterliği, tıp sekreterliği, hukuk sekreterliği gibi alt uzmanlık alanları olduğunu söyleyen Tengilimoğlu, "Büroda yazışma, telefonla görüşme ve randevu verme gibi rutin işleri yapan sekreter profili yerine yöneticiler, artık araştırmacı bir ruha sahip, yaratıcı, iletişim becerisi yüksek kişilere ihtiyaç duyuyorlar. Günümüzde artık işletmeler yönetici yokken büroları yönetebilecek, zamanı etkin kullanan ve en az 2 yabancı dil bilen sekreter ve yönetici asistanlarına ihtiyaç duyuyorlar."


Çetin Emeç’in sekreteri: Nebahat Ercan
Sekreter inisiyatif kullanabilirse patronuyla iki kişilik bir ekip olur

Fransız filolojisi mezunu Nebahat Ercan, üniversite son sınıfta okurken gazetede gördüğü bir sekreterlik ilanına başvurarak mesleğe Hürriyet Gazetesi’nde müessese müdürü sekreteri olarak adım attı. Amacı okul bitene kadar biraz para kazanmak daha sonra kendi mesleğini yapmaktı ama kurumu ve işi sevince bu alanda çalışmaya devam etti. Çetin Emeç Hürriyet’e transfer olunca 1986’da onun sekreterliğini yapmaya başladı. Ercan, Hürriyet’in eski Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç için "Sekreter kullanmayı çok iyi bilirdi. İki kişilik bir ekip gibi çalışırdık. Benden ne beklediği, ne yapmamı istediğini önceden kararlaştırırdık. Ama hakikaten birlikte çalışmak zordu. Çetin Emeç ile çalışmak demek sabah 8’den akşam 10’a kadar onunla olmak demekti. Ailenizden, eşinizden daha çok birlikte vakit geçiriyorsunuz." Nebahat Ercan’ın görevleri arasında bütün gazeteleri okuyup Çetin Bey’e bir arşiv hazırlamak da vardı: "Basındaki sekreterliğin kapsamı daha geniştir. Her zaman her şey çok hızlıdır." Nebahat Ercan, Çetin Emeç’ten sonra 2 yıl Ertuğrul Özkök’ün ve daha sonra da Mehmet Yılmaz’ın sekreteri olarak çalıştı. Ercan, sekreterlikte inisiyatif kullanabilmenin çok önemli olduğunu söylüyor: "Eğer liderinizin temposuna uyamazsanız geri kalırsınız. Liderinizin bakış açısından bakabilmeli, lideriniz yoksa onun yerine karar verme inisiyatifini kullanabilmelisiniz. Ancak bu şekilde iki kişilik bir ekip olursunuz"

Bir sekreter için en önemli şeylerin başında kuşkusuz Türkçe geliyor. Nebahat Ercan da hem mesleğinin hem de Çetin Emeç ile birlikte çalışmanın getirdiği deneyimle kendisine yeni bir iş kapısı açtı. 4 yıldır TED İstanbul Koleji Vakfı’nın aylık dergisi Gazeteddy’nin editörlüğünü yapan Ercan, aynı zamanda kolejin basınla ilşkilerini de yürütüyor.


İshak Alaton’un asistanı: Hülya Çınar
En az orta düzey bir yönetici kadar bilgi düzeyine sahibiz

Hülya Çınar, Karadeniz Teknik Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Büro Yönetimi’nden mezun olduktan sonra sigorta sektöründe genel müdür sekreteri olarak işe başladı. Son 15 yıldır Alarko Şirketler Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton’un asistanlığını yapan Çınar’ın asistanlık görevinin içinde İshak Alaton’un gerek şirket içi gerek özel yaşantısıyla ilgili her şey var. "Üst düzey bir yöneticinin yoğun iş programı nedeniyle zamanının iyi yönetilmesi çok önemli" diyor Çınar: "İshak Bey, Alarko ailesine dahil olduğum 15 yıl içerisinde bana bilge kişiliği, entelektüelliği ve inanılmaz çalışkanlığı ile muhteşem bir öğretmen oldu. Ender olarak rastlayabileceğiniz vizyonu, felsefe ve sanat bilgisi hem iş hayatımın hem özel hayatımın kalitesini arttırdı ve renklendirdi." Hülya Çınar, günümüzde yabancı ortakların artmasıyla iş hayatındaki gelişmeye paralel olarak sekreter veya asistanların da en az orta düzey bir yönetici kadar bilgi ve beceriye sahip olması gerektiğini vurguluyor: "Kendini geliştirmenin sonu ve öğrenmenin yaşı yoktur. Bu yüzden entelektüel, kendini sürekli geliştiren, yöneticisi ile uygun adım gidebilen, onu anlayan, yaptığı bir hatayı tekrar etmeyen ve işini hayatında sahip olduğu birçok konunun üzerinde tutan kişiler bu meslekte başarılı oluyorlar. Yeri geldiği zaman o kurumun en üst düzeyde temsil edip, çok geniş bir sosyal çevreye sahip olabiliyorsunuz."


Patronun kitabını yazan sekreter: Nil Baransen
"Kızım, neredesin sen? Ben nefes alıyorum, sen veriyorsun, sen veriyorsun, ben alıyorum. Yerinde yoksun, oksijensiz kaldım!" Bunlar, Manajans’ın kurucusu, reklamcıların duayeni Eli Acıman’ın, 21 yıl boyunca sekreterliğini yapan Nil Baransel’i her arayıp da bulamadığında söylediği sözler. Bu belki de iyi bir asistanın yönetici için ne ifade ettiğini açıklayan en güzel söz. Nil Baransel ile Eli Acıman’ın yolları 24 yıl önce kesişti. Nil Baransel, Şişli Terakki Lisesi’ni bitirdikten sonra 11 yıl boyunca bir tekstil firmasında genel müdür sekreteri olarak çalıştı. Bir değişiklik yapmak ihtiyacındaydı, gazetede bir ilan dikkatini çekti. Büyük bir kuruluş, Türkçesi mükemmel bir sekreter arıyordu. İlana 120 kişi daha başvurmuştu ve nihayet 5. mülakattan sonra Baransel, Eli Acıman’ın karşısına çıkabilmişti. Eli Acıman ile daha sonra onun kitabını yazacak olan asistanının serüveni bu şekilde başladı. Rahatsızlığı nedeniyle 2004 yılında işi kızına devrettikten sonra da Eli Acıman ve Nil Baransel kopmadı. Bu ilişkiyi bir nevi vefa ilişkisi olarak tanımlayan Nil Baransel, hálá haftada iki kez Acıman’ı ziyaret edip, ona gazete ve kitap okuyor. Nil Baransel, bu patron asistan ilişkisinin nasıl efsaneye dönüştüğünü şöyle anlatıyor: "Acıman’ın kendi tabiriyle, aramızda oluşan bu şey bir kimyaydı. Karşılıklı güveni kurduktan sonra korumak çok önemli. Hata yapılabilir, önemli olan tekrarlanmamasında. Kızsa da, bağırsa da arkamda dururdu ve "biz" nerede yanlış yaptık derdi hep." Nil Baransel işe girdiği andan itibaren ona eleman seçme görevi de verildi. Hatta son yıllarda insan kaynaklarından sorumlu yürütme kurulu üyeliğine kadar yükselmişti. Eli Acıman işleri kızı Linda Acıman’a devrederken de onlara yardımcı oldu.

Baransel, Acıman ile çalıştığı dönemi şöyle anlatıyor: "Ben sabah 7.30’da 6 gazeteyi okuyup, Acıman’dan önce ajansa gidip köşe yazarlarını hatmetmiş olurdum. Bu köşe yazarı bugün bunu yazmış ama dün de başka bir köşe yazarı bunun tam tersini söylemiş diye olayları ona özetlerdim. Eli Acıman sayesinde hem kültür seviyem çok arttı, hem de bana çok büyük bir çevre açtı. Onun sayesinde pek çok siyasetçi ve akademisyen tanıdım. 1980 yılında işe girdiğimde hiç bilir miydim bir gün Eli Acıman’ın kitabını yazacağımı? Ben Acıman’ın yanında 2-3 üniversite bitirdim". Baransel, Eli Acıman’dan sonra şimdi yine çok ünlü bir iş adamının kitabını yazıyor.


NEDİR SEKRETER?
Sekreterlik mesleğinin küçümsendiğinden yakınıyor Nil Baransel, "Nedir sektereter? Telefona bakan, bilgisayar kullanabilense eğer, ben hakikaten çok farklıyım. Asistan nedir, bilmiyorum, moda oldu bu kelime, Eli Acıman beni asistanım diye takdim ettiği için ben de kendimi öyle tanıtmaya başladım. Ama ben asistanlıkla da yetinmiyorum burnum çok daha havalarda. Ben onun ilacından o günkü ruh haline her şeyiyle ilgileniyorum. Mesela Eli Bey, karşıdan kahverengi elbisesiyle geliyor. Kahverengi elbise giydiği günler çok hırçın olduğunu tespit etmişim. O gün biraz uzak duruyorum!" Nil Baransel ailesindeki tek sekreter değil, bu iş ona ve kız kardeşine dedesinden miras. Nil Baransel’in dedesi Fahri Refiğ de Hürriyet Gazetesi’nde sekreter olarak işe başlamış, daha sonra Sedat Simavi’nin muhasebe müdürü olmuş. Ablası Ful Korman ise halen Şakir Eczacıbaşı’nın asistanlığını yapıyor.




Yazan : Burcu Özçelik
Kaynak : HÜRRİYET
KİGEM.COM

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

BAKIN NELER YEDİRİYOR BİZE , O DEV GIDA SEKTÖRÜMÜZ



Yok yok , eşek etinden sucuk yapan , domuz çiftliklerinden gizli et yedirenler değil konumuz .
Bu defa, yüksek teknoloji ile yediğimiz gıdaları gayet yasal şekilde üreten gıda sektörü konumuz .. Siz de çek edebilirsiniz aşağıda yazılanları ..


Çokça dolaşan bir e-mail :

Buyurun ...

.........................................................................
Anlaşılan GDO’ dan önce başka bir sürü sorunumuz var.

Değerli dostlar,

Ben inşaat mühendisi olmakla birlikte yaklaşık 18
yıldır yemek sektöründeyim. Yemek Sanayici ve İş
adamları Derneği başkan yardımcısı, Ankara Sanayi
Odası gıda komite üyesiyim.


Bu sürede öğrendiklerimi yazmaya sayfalar yetmez.
Ancak birkaç bilgi aktarırsam ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.
Minimum M2 maksimum verim, olay tamamen budur.


"Soya Kıyması" adıyla satılan ürün yağı
alınmış soya küspesidir.

25 Kg torbalarda kg fiyatı 1,5 TL civarındadır.
Kullanırken ılık suyla ıslatılır 1 kg soya kıyması 3 kg su emer.
Yani kullanım fiyatı kg da 50 krş tan aşağı olur.
Gerçek etin 20 TL/kg olduğu yerde tabii ki bunu önce
sermaye kullanır.


Maret, Pınar vs gibi hazır tıp annemin köftesi gibi
köftelerin tamamı soya katkılıdır.
Şirin gözükmesi içinde mix kıyma, soya proteini vs.
gibi farklı isimlerle ambalaj üzerinde yazılmaktadır.
Yani et diye soya küspesi satıp, annemin köftesi gibi
aynen diye reklâm yapıyorlar.

BİTMEDİ: Bu soya zımbırtısı granül veya toz halinde,
beyaz, açık kahve, koyu kahve, kırmızı, yeşil renkleri vardır.
Tadı nötre yakındır.
Cevizle karışıp baklavaya, kıymayla karışıp
köfteye, unla karışıp ekmeğe, keke vs.ye giriyor.


— Marine kuşbaşı diye bir et satılıyor şimdi,
normal kuşbaşı etten ucuz.
Bir özel kimyasal karışım suyla ete emdiriliyor. % 20
su basılıyor ete,böylece fiyatı ucuzluyor.

Ancak bu tuzlar sizin kalp, şeker, tansiyon vs,
rejimlerinize zarar verir mi bilmiyorsunuz.
Yemeğe tuz atmıyorsunuz, ama başka tuzları bilmeden
yiyorsunuz.
Yemek şirketinizin et giriş faturalarında "mix
kıyma" ve " marine kuşbaşı " var mı, bir kontrol edin bakalım.

— PEYNİR ALTI SUYU TOZU: Adı üstünde, peynir
üretiminde kalan su sıcak plakalara püskürtülüyor, buharlaşma sonucu elde edilen
toz işte. Nerede kullanılıyor?
Peynirli çizi de peynir mi var zannediyorsunuz.

Tüm bisküvit ve kek sektörünün birinci sınıf dolgu
maddesi.
Kg fiyatı 50 krş gibi bişeydi. Yediğiniz bisküvit,
kek, kraker vs paketlerin üzerini bir okuyun bakalım
içinde şeker ve un dışında tanımadığınız kaç kalem malzeme var.


Bir top keki toptancısı 15 krş a satıyor. Anam-babam
usulü un, yumurta ve yağ ile yapsanız 30 krş malzeme maliyeti var,

ambalaj,üretici karı, nakliye ve toptancı karı vs eklenince
nasıl o fiyata satılabiliyor?
Çünkü kek değil kek benzeri kimyasal bir şey alıp
yiyoruz. Paketin üzerini okuyun anlarsınız.

— Bezelyenin kurusu öğütülüp fıstık süsü
verilerek tatlılara konuyor.
— Pul biberin, karabiberin, kimyonun vs, kilosu 5 TL
ye satılan sucuklarda gerçek baharat mı var sanki.
Bazılarında zaten sucuk benzeri ürün yazıyor.

— Bir danadan 25–30 kg sinir çıkıyor.
— 40 derecede dondurup öğütüyor sinir unu
yapıyor sosise basıyorlar.

Şarküteri ürünlerine dikkatli bakın. %100 dana diyor,

dana eti demiyor, anlayın işte.

— Tavukların boyun, taşlık, kanat ucu vs gibi
ticari değeri olmayan her yeri kemikleriyle öğütülerek
"mekanik kıyma " isimli bişi yapılıyor.

Tüm tavuk sucuk ve salamlarında bu var, siz tavukların
göğüs etlerinin kıyma yapıldığını sanıyorsanız
fena yanıldınız.

Bütün bu işler T.C.Tarım ve köy İşleri Bakanlığı
izni ile yapılıyor.
Tamamen ve her yönüyle gıda terörünün cenneti olan
yurdumuzda izinle bunlar yapılırken siz varın kaçak yapılanları
düşünün,

Bütün ekmeğe tavuk döner 2 TL, yarısı işkembe,
ööööffffffffffff, sıkıldım gene,

GDO ne ki o daha yeni fark edildi, devede kulak bile değil.

Bunlar işin yemek faslı, daha gıda ambalajları var,
koruyucular var vs.

Bu aymazlığa dur demek için bir şeyler yapmalı,
birşeyler yapmalı...

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

AFORİZMALAR ... Nietzsche ağladığında


Benim arzum, başkalarının bir kitapta anlattıkları şeyi on cümlede anlatmaktır."

Nietzsche' nin aforizmaları ..... Üzerinde düşünülesi , büyük bir filozofun söyleyişleri ya da bir şizofrenik delinin hezeyanları ..Hangi açıdan baktığınıza bağlı :

ÖLÜMÜN SON İYİLİĞİ BİR DAHA ÖLÜMÜN OLMAMASIDIR.



BENİ ÖLDÜRMEYEN ŞEY BENİ GÜÇLENDİRİR.



KENDİ ALEVLERİNİZDE YANMAYA HAZIR OLMALISINIZ: ÖNCE KÜL OLMADAN KENDİNİZİ NASIL YENİLEYEBİLİRSİNİZ?



ÜMİT EN SON KÖTÜLÜKTÜR, ÇÜNKÜ İŞKENCEYİ UZATIR.



İNSAN RUHU YAPTIĞI SEÇİMLERLE BELİRLENİR.



ÖZDEYİŞLER HÂLİNDE VE KANIYLA YAZAN KİMSE OKUNMAYI DEĞİL, EZBERLENMEYİ İSTER.



BİLGİ ERMİŞLERİ OLMAK ELİNİZDEN GELMİYORSA, HİÇ DEĞİLSE BİLGİ SAVAŞÇILARI OLUN.



VE CEZA, SALDIRGAN İÇİN AYNI ZAMANDA BİR HAK VE ŞEREF OLMAZSA, CEZANIZ EKSİK OLSUN!



RÜZGARA KARŞI TÜKÜRMEKTEN SAKININIZ!



PEKİ SİZ, DOSTLAR, BEĞENİ VE BEĞENME TARTIŞILMAZ MI DİYORSUNUZ? FAKAT BÜTÜN HAYAT BEĞENİ VE BEĞENME ÜSTÜNE BİR TARTIŞMADIR!



KENDİN ALABİLECEĞİN BİR HAKKI, BIRAKMAYACAKSIN SANA VERMELERİNE!



RUH, HAYATIN BAĞRINA SAPLANAN HAYATTIR.



HER ŞEY BİRBİRİNDEN DAHA GEREKLİDİR.



ACI DER: "YIKIL!"



SENİ SEVİYORSAM , SANA NE BUNDAN?



İNANÇLAR HAKİKAT DÜŞMANLARI OLARAK, YALANLARDAN DAHA TEHLİKELİDİR.



İNSANLAR EŞİT DEĞİLDİRLER.



NE DENLİ YÜKSELİRSEK, UÇMAK BİLMEYENLERE O DENLİ KÜÇÜK GÖRÜNÜRÜZ.



KADINI KADININ İÇİNDE ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞTURMALI!



UÇURUMLARI SEVENİN KANATLARI OLMALI.



EN YÜCE DAĞLARA TIRMANAN GÜLER BÜTÜN ACIKLI OYUNLARA VE ACIKLI GERÇEKLERE!


(Nietzsche) KADININ NASIL BİR NİMET OLDUĞUNU TÜM DERİNLİĞİ İLE HİSSETMEK GEREKLİDİR.

************************************************

NEDEN'İ OLAN, NASIL'A KATLANIR.

************************************************

BİZLER ARZU EDİLENDEN ZİYADE ARZULAMAYA AŞIĞIZ.

************************************************

EY ULU YILDIZ! KENDİLERİNE IŞIK SAÇTIKLARIN OLMASAYDI, SAADETİN NERDE KALIRDI!

************************************************

ZAYIFLAR BİZİ KENDİ GÜCÜMÜZDEN UTANMAYA ZORLADIKLARI İÇİN KAZANDILAR.

************************************************

GERÇEKTEN DE HAYATIN ANLAMI OLMASAYDI, VE BEN ANLAMSIZI SEÇMEK ZORUNDA OLSAYDIM, BENCE DE EN SEÇİLESİ ANLAMSIZLIK OLURDU BU.

************************************************

YAŞAMA KARŞI SORUMLULUĞUMUZ DAHA YÜCESİNİ YARATMAKTIR. DAHA ALÇAĞINI DEĞİL.

************************************************

SİZ YÜKSELMEK İSTEYİNCE YUKARIYA BAKARSINIZ, BENSE AŞAĞIYA
BAKARIM ÇÜNKÜ YÜKSELMİŞİM.

************************************************

BİR UÇURUMUN İÇİNE BAKTIĞINIZDA, UÇURUM DA SİZİN İÇİNİZE BAKAR.

************************************************

İNSAN KAHKAHALARLA GÜLDÜĞÜ ZAMAN, KABALIĞI İLE TÜM HAYVANLARI GERİDE BIRAKIR.

************************************************

RUH ARAYANDA, HİÇ RUH YOKTUR.

************************************************

ANCAK ÖBÜR GÜNDÜR BENİM OLAN. KİMİLERİ ÖLDÜKTEN SONRA DOĞAR.

************************************************

İNANÇ GERÇEĞİ BİLMEK İSTEMEMEKTİR.

************************************************

YÜKSEK DAĞDA BUZ İÇİNDE GÖNÜLLÜ YAŞAMAKTIR FELSEFE.

************************************************

ŞÜPHE DEĞİL, KESİNLİKTİR İNSANI DELİ EDEN...

************************************************

HEP ÖĞRENCİ KALAN İNSAN, ÖĞRETMENİNE BORCUNU KÖTÜ ÖDÜYOR DEMEKTİR.

************************************************

BUGÜNE DEK VARLIĞA KARŞI EN BÜYÜK İTİRAZ NEYDİ? TANRI...

************************************************

KENDİNİ BİLGİYE ADAYAN İÇİN YALNIZCA DÜŞMANINI SEVMEK YETMEZ; DOSTUNA DA KİN DUYABİLMELİDİR.

************************************************

TEK BİR ŞEY OLABİLMEK, TEK BİR ŞEYE VARABİLMEK İÇİN, ÇOK YERDE, ÇOK ŞEY OLMAK, BU BENDEKİ SAĞDUYUDUR.

************************************************

SANAT HAKİKATTEN DAHA DEĞERLİDİR.

************************************************

NİHİLİZM NE DEMEKTİR? -EN YÜKSEK DEĞERLERİN, KENDİLERİNİ DEĞERDEN DÜŞÜRMESİ.

************************************************

NEREDE CANLI BULDUYSAM, ORADA GÜÇ İRADESİ BULDUM; HİZMET
EDENLERİN İRADESİNDE BİLE EFENDİ OLMA İRADESİ BULDUM.

************************************************

BEN, İKİ İNSANIN DAHA YÜCE HAKİKATİ BULMAK İÇİN, BİR İHTİRASI PAYLAŞTIĞI BİR AŞK DÜŞÜNÜYORUM.

************************************************

UYGARLIK TARAFINDAN YOKEDİLME TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA OLAN BİR UYGARLIK ÇAĞINI YAŞIYORUZ.

************************************************

BÜTÜN YARGILAYANLARIN GÖZÜNDEN BİR CELLAT BAKAR.

************************************************

ERDEM UYUMUŞSA DEHA ZİNDE KALKAR.

************************************************

İNSANLAR IŞIĞIN ÇEVRESİNDE TOPLAŞIRLAR, DAHA İYİ GÖRMEK İÇİN DEĞİL, DAHA İYİ PARILDAMAK İÇİN.

************************************************

KİŞİ, IŞIĞINI KARARTMAYI DA BİLMELİDİR, BÖCEKLERDEN VE HAYRANLARDAN KURTULMAK İÇİN.

************************************************

BEKLEMEK AHLAKSIZ KILAR.

************************************************

KANMIŞLIKLAR, DOĞRULUĞUN YALANLARDAN DAHA TEHLİKELİ DÜŞMANLARIDIR


************************************



Şimdi de , "Nietzsche Ağladığında " kitabından seçme notlar :


Kitabın İncileri

--------------------------------------------------------------------------------

Artık bakması için konsantre olması gerekmiyordu. Artık retina ve korteks tam bir işbirliği içinde.. Sayfa: 11

--------------------------------------------------------------------------------

Sizden iyileştirmenizi istediğim Nietzsche'nin bedeni değil, ümitsizliğidir. Sayfa: 18

--------------------------------------------------------------------------------

Evlilik ve ona eşlik eden mülkiyet ve kıskançlık ruhu tutsak eder. Sayfa: 22

--------------------------------------------------------------------------------

...ne kadın ne de erkeğin artık zayıflıklarıyla birbirlerine zulmetmeyecekleri günlerin geleceğini umuyorum." Sayfa: 22

--------------------------------------------------------------------------------

Belki part-time bir evlilik bana uygun olabilir.. Sayfa: 26

--------------------------------------------------------------------------------

Hayalinde bir süpürge kaptı ve bütün cinsel düşünceleri sildi süpürdü. Sayfa: 30

--------------------------------------------------------------------------------

Üçümüzün zihinsel bir yaşamı paylaşacağımıza, birlikte ciddi felsefi çalışmalar yapabileceğimize inanmıştım. Sayfa: 34

--------------------------------------------------------------------------------

Bizim kardeş beyinlerimiz vardı; yarım sözcükler, yarım cümlelerle, yalnızca hareketlerle birbirimize çok şey anlatabiliyorduk. Sayfa: 36

--------------------------------------------------------------------------------

Bakışlarının adeta gizli bir defineyi korurmuşçasına içeriye baktığını. Sayfa: 67

--------------------------------------------------------------------------------

Bazen baş ağrılarımın, beynimdeki doğum sancıları olduğunu düşünüyorum. Sayfa: 75

--------------------------------------------------------------------------------

Fiziksel açıdan sağlıklı olmanın, toplumsal ve psikolojik açıdan sağlıklı olmaya bağlı olduğunu düşünüyorum. Sayfa: 81

--------------------------------------------------------------------------------

Dürüstlük-dürüst sorular, dürüst cevaplar- en iyi ilaçlardır. Sayfa: 86

--------------------------------------------------------------------------------

Genellikle sorulmayan soru en önemli sorudur! Sayfa: 88

--------------------------------------------------------------------------------

Ama rağbet görmeyen bir gerçeğin, herşeyi zorlaştırmanın iyi olan bir yanı var mıdır? Sayfa: 88

--------------------------------------------------------------------------------

"Neysen o ol. Gerçekler olmadan kişi kim ya da ne olduğunu nasıl keşfedebilir?" Sayfa: 89

--------------------------------------------------------------------------------

"Ümit mi? Ümit en son kötülüktür!
..Pandora'nın kutusu açılıp, Zeus'un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit. O zamandan beri, insanlar yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladı. Fakat Zeus'un arzusunun, insanların, kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır." Sayfa: 90

--------------------------------------------------------------------------------

Her insanın ölümü kendine aittir. Ve herkes kendi tarzını belirleyebilmelidir. Sayfa: 91

--------------------------------------------------------------------------------

Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır.. Sayfa: 91

--------------------------------------------------------------------------------

Gerçek onsuz yaşayamayacağımız bir yanlıştır..
Gerçeğin düşmanı yalanlar değil, inançlardır.. Sayfa: 98

--------------------------------------------------------------------------------

Yalan, yeni yalanlar doğurur.. Sayfa: 99

--------------------------------------------------------------------------------

"Düşünceler, duygularımızın gölgesidir; ama her zaman daha karanlık, daha boş ve daha sade." Sayfa: 100

--------------------------------------------------------------------------------

Kemikleri, eti, bağırsakları ve kan damarlarını kaplayan deri nasıl insan görünümünü katlanabilir hale getiriyorsa, ruhun ajitasyonu ve ihtirası da kibirle kapatılmıştır; kibir, ruhu kaplayan deridir. Sayfa: 101

--------------------------------------------------------------------------------

...kaba birini taklit edebilecek kadar huysuzluğum üzerimde bugün.. Sayfa: 102

--------------------------------------------------------------------------------

Acaba bu zeka bir deliye mi yoksa dahiye mi ait? Sayfa: 107

--------------------------------------------------------------------------------

"Gördüğü birşeye yapışıp kalmakta inat eder; ama buna sadakat der." Sayfa: 109

--------------------------------------------------------------------------------

"Herşeyin derinine inmek: Bu zahmetli bir özellik. İnsanın gözlerini hep yorar ve sonunda insan isteyebileceğinden daha fazlasını bulur." Sayfa: 109

--------------------------------------------------------------------------------

Birinin kendisini başka birine açması ihanetin kapılarını açar ve ihanet insanı çok rahatsız eder değil mi? Sayfa: 119

--------------------------------------------------------------------------------

Bazıları ise o anda yaşadıklarını daha önce de yaşadıkları gibi bir duyguya kapıldıklarını belirtiyorlar. Fransızlar buna deja vu diyorlar.. Sayfa: 120

--------------------------------------------------------------------------------

Hegel ölüm döşeğindeyken, kendisini bir tek öğrencinin anladığını, ama onun da yanlış anladığını söylemiş! Sayfa: 123

--------------------------------------------------------------------------------

Yanından geçen bir soru, en küçük soru tohumu, ana değdiği noktada filizlenip yeni sürgünler veriyordu. Sayfa: 123

--------------------------------------------------------------------------------

"Beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir." Sayfa: 124

--------------------------------------------------------------------------------

Belki 'ben' ve bedenim, zihnimin arkasından bir dolap çeviriyordur. Bildiğiniz gibi zihin, tuzaklarla dolu arka sokaklarda gezinmeye bayılır. Sayfa: 125

--------------------------------------------------------------------------------

Yalnızlık, hastalıkların üreyebileceği en uygun ortamdır. Sayfa: 129

--------------------------------------------------------------------------------

Hiç kimsenin bir şeyi sırf başka birisi için yapmadığını göreceksiniz. İnsanın bütün eylemler kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendine hizmettir, bütün sevgisi kendini sevmesindendir. Sayfa: 137

--------------------------------------------------------------------------------

İnsanlar vedalaşırken, genellikle olayın sürekliliğini inkar eden sözler dile getirmeyi severler: Birbirlerinden ayrılırken 'Auf Wiedersehen' yani tekrar görüşene kadar, derler. Yeni bir araya gelme planları yapmakta çok aceleci davranırlar, ama bunu unutmakta daha da acelecidirler. Sayfa: 173

--------------------------------------------------------------------------------

"bir erkek ancak bir erkek gibi davranarak onun içindeki kadının ortaya çıkmasına yol açar." Sayfa: 202

--------------------------------------------------------------------------------

Bazen herkesin gizli bir anahtar cümlesi vardır diye düşünüyorum. Sayfa: 231

--------------------------------------------------------------------------------

Hayat, doğru cevapları olmayan bir sınav. Sayfa: 233

--------------------------------------------------------------------------------

İnsan dostunu, düşmanından daha zor affediyor. Sayfa: 251

--------------------------------------------------------------------------------

..insanları etkilemek için akılcılığı bir kenara bırakıp daha aşağı düzeydeki becerileri kullanırsak, elimize geçenin daha ucuz ve daha aşağı düzeyde bir insan olacağıdır. Sayfa: 259

--------------------------------------------------------------------------------

Kayalığa yapışan bir midyenin direnme gücü var onda.. Sayfa: 273

--------------------------------------------------------------------------------

Belki benim öğrencilerim henüz dünyaya gelmediler. Benim günlerim yarından sonraki günler. Bazı
filozoflar ölümlerinden sonra doğarlar! Sayfa: 302


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

ŞİMDİ YAŞAMAK ZAMANI ... ....


Yemek de boş, içmek de, hatta yeri gelmeden sevişmek de.
Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü, Tam zamanında
söylemelisin sevdiğini. Gözlerinin içine baka baka.
Bisikletinin gidonunu tam zamanında çevirmelisin düşmemek için.Tam zamanında frene basmalı, tam zamanında yola koyulmalısın.
Tam zamanında okşamalısın başını o üzüm gözlü çocuğun. Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına, tam ağlamak üzereyken.
Tam zamanında koymalısın elini omzuna, en sevdiğin dostunun babası öldüğünde.
Tam zamanında tutmalısın düşerken üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.
Tam zamanında acımalı yüreğin Afyon'da Hasan Ağabey' in evi yıkılınca başına, evsiz kalınca çoluk çocuk ki uzatasın elini bir parça.
Tam zamanında açmalısın kapını hayatına girmek isteyenlere. Tam zamanında çıkarmalısın sevginden şımarmaya başlayanları.
Tam zamanında affetmelisin kardeşini, biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını, seni gecenin üçünde arayıp da kafasının iyi olduğunu söylediğinde.
Tam zamanında öğretmelisin oğluna gerekiyorsa yumruk atmayı tam burnunun üstüne, tiksinmeden pisliğinden,yukarı mahallenin sümüklü bebesi misketlerini zorla almaya çalışırsa.
Tam zamanında bağırmalısın acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.
Tam zamanında yatmalısın yola çıkacaksan ertesi gün ve arabayı
kullanan sensen. Sana emanetse çoluk çocuk ve kendin.
Tam zamanında bırakmalısın içmeyi son kadeh bozacaksa seni ve
üzeceksen birilerini. Ertesi gün hatırlamayacaksan.

Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden, Tam zamanında konuşmalı, tam zamanında şarkı söylemeli, tam zamanında susmalısın.
Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa annenin babanın evini, tam zamanında başka bir şehre gidip ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.
Tam zamanında için titremeli, tam zamanında aşık olmalı, deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.
Tam zamanında toplamalısın oltanı, belki de seni şampiyon yapacak en büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli, tam zamanında ölmelisin.
Iskalamak istemiyorsan hayatı.
Haydi şimdi kalk bakalım; silkin şöyle bir, at üzerinden hayatın yorgunluğunu.
Vakit zannettiğinden daha az, haydi kalk bakalım,


ŞİMDİ YAŞAMAK ZAMANI.....

Can YÜCEL


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!
Web Analytics