kültür-sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kültür-sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

YATIR ( İLİSTİR NURİ)

(Refik Halid KARAY'ın Memleket Hikayelerinden )


(Resim:enduroclub'den alıntıdır.)


           Harman sonunda ambarlarını zahire ile doldurup kilerlerine pastırmalarını, avlularına odunlarınıistif eden halk, hükûmet konağı altındaki sıra kahvede toplanır, gevezelik ederek kışı tasasızca karşılarlardı. 
Yenecek ve yakacak ne lâzımsa eylül içinde hazırlamak, soğuk aylara kaygusuz bir zihin, rahat bir yürekle girmek memleketin âdetiydi. [Etlik] dedikleri bu müddet kırk gün sürer, kırk gün kasabada peri, dev masallarındaki şehzade düğünlerini hatıra getiren bir hazırlıktır giderdi.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

SEKSEN’LERDE TUVALET KAĞIDI



Seksenler’ dizisinin son bölümünde, butik Ali tuvalet kağıdı satıyor. 
Sami soruyor;
 “Bunu yıkandıktan sonra mı, yoksa önce mi kullanıyoruz?”, “Ecnebiler tuvaleti bizden öğrenmedi mi?”, “Biz niye bu kağıdı onlardan öğreniyoruz?” lafı butik Ali’yi sinirlendiriyor: 

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

ÖMÜR DEDİĞİN BİR GÜNDÜR .. O DA BUGÜNDÜR ..


Farkında olmalı insan, kendisinin, hayatın olayların, gidişatın farkında olmalı.

Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen… Bir damlacık sudan nasıl
yaratıldığını fark etmeli.

Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.

Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.

Henüz bebek iken 'Dünya benim!' dercesine avuçlarının
sımsıkı kapalı olduğunu, ölürken de ayni avuçlaryn 'her şeyi bırakıp gidiyorum işte!' dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.

Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.

Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.

Azrailin her an sürpriz yapabileceğini, nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan.

Hayvanların yolda , kaldırımda , çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.

Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı.

Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.

Evinde kedi, köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.

Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.

Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.

Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbegini fark etmeli..

Fark etmeliyiz çok geç olmadan…..

Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti yarın meçhuldur…

O halde ömür dediğin bir gündür , o da bugündür….

(Can Yücel)

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

AĞLAYAN TARİH .... GÜLEN TARİH



Geçen yaz Buca Kaynaklar Beldesi üzerinde Nif Dağı eteklerindeki bir orman yangınında , dozer çalışmasını takip ederken sol bacağımda , dizimin altından itibaren çeşitli parçalanma ve kırıkların meydana geldiği kötü bir kaza geçirmiştim.
Şu günlerde yavaş yavaş normale dönmekteyim.Yaklaşık iki hafta sonra desteksiz hareket edecek gücü bulacağım sanırım..
İyileşme süresi tamı tamına 1 yıl olacak gibi görünüyor..
Bu zaman dilimi içerisinde hareket kabiliyetim son derece kısıtlandığı için ofis çalışmalarına yöneldim.Bu arada da , doğa ve ormancılık konularına yönelik mahalli nitelik taşıyan bir blogumu revize ederek biraz daha kapsamlı şekilde tekrar yayınladım.Okumakta olduğunuz blog da , bu arada meydana geldi...
Niye bu konuya girdim şimdi ..? Aslında başka bir şeyden bahsedecektim..

Kızım ,ÖSS ve yabancı dil sınavına (YDS ) bir deneme olması ve kendini test etmesi için , geçen ay yapılan KPDS sınavına girdi..
Sınava gireceği yer ,Buca 'da , DEÜ Eğitim Fakültesinde idi. Her ne kadar yürüme ile ilgili sorunum hala devam etmekte ise de , sürekli hareket eden bir yapım olduğundan , yani olduğu yere çakılıp kalan tiplerden olmadığımdan , o halimle kızıma eşlik ettim.
Kızım sınav salonuna girince , çevreyi keşfe çıktım. Fakülte binasının giriş kapısının dışında sol kısmındaki Kampüsü çevreleyen duvar ve bu kısımdaki koruluk dikkatimi çekmişti.
Üşenmedim , duvar boyunca Kampüs çevresini dolaştım.
Kampüs kapısının dışında solda bir Kızılçam koruluğu vardı .Belediye buraya banklar ve çocuklar için oyun parkı koymuştu. .Her ne kadar pek estetik bir görünüşü olmasa da , özellikle üniversiteli gençlerin başbaşa oturup romantizmlerini yaşamasına uygun bir mekan gibi görünüyordu. Kentlerde bu tip yerler , insanların bir nebze de olsa , doğaya döndüğü , doğaya yaklaştığı mekanlardı.
Benim asıl ilgimi çeken bu değildi. O anda ben çok daha başka bir şeye odaklanmıştım. Duvarın iç tarafındaki koru , dışardakinden çok farklıydı.
Buradaki bitki örtüsü ,yanlış görmediysem , Rumların çok sevdiği sakız , ya da akrabası olan menengiç ağacıydı.
Bu ağaççığa çocukluğumuzda ,yöremizde çetlembek denildiğini hatırlıyorum. Diğer bir söyleyişi de çitlenbiktir.
İzmir civarında bu bitki türünü en çok Selçuk , Cumaovası (Menderes ) , Gaziemir , Balçova Narlıdere , Seferihisar , Urla-Karaburun yarımadası ve en önemlisi de Çeşme'nin hemen karşısındaki Sakız adasında bulabilirsiniz.
Sakız Adası'nın ismi de buradan gelir zaten, damla sakızı meşhurdur Sakız adasının...Çeşme'ye giderseniz Sakız tatlısı ve sakızlı dondurma da bulabilirsiniz . Damla sakızı bu sakız ağacından yapılır.
İşte bahçede , duvarın iç kısmında bu ağaç türünün küçük bir korusunu görünce bir anda şaşırdım.
Bizim belediyeler yapmış olamazdı bunu diye düşündüm.
Çünkü peyzajda , çevre düzenlemesinde yer alan türler içinde bulamazsınız menengiç ağaççığını.
Doğada bile , ağaç halinde olanı kalmamıştır neredeyse.
İzmir Orman Bölge Müdürlüğü güzel bir iş yaparak , Urla Yarımadasında yaklaşık 120 dönüm alanda yabani menengiçlere sakız ağacı aşısı yapmıştı geçen yaz.

İşte bunları düşündüm o anda . Bu ağaçların burada nasıl olup ta kalabildiğini düşünmeye çalıştım. Buca'nın Rumlarından mı kalmıştı bir iz olarak ?

Duvarın dışındaki parkta ise , kovsan da yaksan da Akdeniz kıyı topraklarını asla terketmeyen vefakar kızılçam ağaçlarından başka bir şey yoktu. Bir de o meşhur , bataklık kurutan ökaliptus ağaçları..
Bir de, bazı civar ev bahçelerinde peyzaj bitkileriyle oluşturulmış yeşil alanlar göze çarpıyordu.

Biraz daha gezmeye devam ettim..
Mahalle aralarına girdim..
Sokak aralarında ilerledikçe , kendimi bir tarih labirentine girmiş gibi hissettim.
Eski Rum ve Osmanlı evlerinden , korunabilmiş ve bugüne ulaşmış olanlar , bütün eskiliğine , dökülmüşlüğüne rağmen , size gülümsüyordu zerafetiyle.
İnce bir zevk , hoş bir mimari , o eski dekoratif panjurlar , nefis işlemeli kapılar , bütün tahribatlara ,aldıkları bütün darbelere rağmen size gülümsüyordu. İncir , iğde , dut , zeytin ağaçlarının dalları bahçelerden yola taşıyordu.
Ama o tarihi binaların çoğu , o kadar da şanslı değildi.
Pek çoğunun duvarlarına çanak antenler takılmıştı.Seni Seviyorum yazıları yağlı boyalarla duvarlara adeta kazınmıştı. Bilmemne Cafe , bilmemne restaurant tabelaları , bu zarif binalara resmen işkence yapıyordu.

Bir tarih , ayaklar altında , can çekişiyordu..

Eşrefpaşa'dan Çankaya ' ya doğru inerken İkiçeşmelik , Agora civarındaki eski tarihi doku bundan farklı mıydı sanki...! Ya Alsancak'ın , Tren garına ve Limana doğru olan eski tarihi dokusu ?
"Kültür Ve Tabiatı Koruma Yüksek Kurulları" ya da " Anıtlar Yüksek Kurulu" diye bir organı vardır Devletin . Bu tür tarihi ve anıtsal değeri olan ağaç , bina , ve diğer varlıkları tesbit eder . Bunları koruma altına alır.
Bunu nasıl yapar? Burası ilginç işte ..
Şimdi size Kültür Ve Tabiatı Koruma Yasasını anlatacak değilim.
Sadece gördüğümü söyliyeyim.
Bu tür binaların duvarlarına bir uyarı levhası iliştirir.

-" Bu yapı bilmem ne kurulunun bilmemkaç sayılı kararına göre koruma altındadır. Hiç bir tadilat yapılamaz.Yapılırsa " ......." Ayrıca can güvenliğiniz açısından binalara yaklaşmayınız" gibi bir şey.

Ve o binaları şeytanlar korur.....

Binalar , şarapçıların , tinercilerin sığınağı olur. Ya da özel mülk ise , sahiplerince binanın bir şekilde yakılıp tarihi özelliği ortadan kaldırılarak , yeni ve çağdaş beton binalar yapmanın yolu aranır.
İstanbul Çemberlitaş civarında şöyle bir şey olduğunu birileri anlatmıştı sanırım yıllar önce öğrenci iken.
Adam inşaate başlıyor .Ancak temel kazılarında alttan tarihi bir yapı ortaya çıkıyor.İhbar üzerine inşaat durduruluyor. Ancak resmi işlemlerin ikmali gecikince , uyanık girişimci , tarihi yapıyı dağıtıp yok ediyor , yeniden yaptırdığı tesbitte de , bulunan şeylerin tarihi özelliği pek kalmadığından inşaate devam ediyor.. Anlatan kimdi bilmiyorum , ben de onun yalancısıyım.

Bir çok kentimizdeki , kasabamızdaki tarihi yapıların durumu içler acısıdır.

Geçenlerde bir e-posta geldi. Avrupadaki ortaçağdan kalma bazı manastır , saray ve şatoların görüntüleri vardı . Sanki bir iki yıl önce inşa edilmiş gibi görünüyordu.

Bazen Tv lerde de izlersiniz. Paris ,Londra ,Roma ,Venedik başta olmak üzere tarih adeta size selam vermektedir. O ayrıntılara bir de bu açıdan bakarsanız mutlaka göreceksiniz.

Kentlerin ruhu vardır diyordu , bir zamanlar okuduğum bir kitapta ...
Yüzyıllar , yüzyıllar öncesinden gelen kentlerin ruhu vardır.
Baktığınızda , o kent size yüzyıllar önce yaşadıklarını anlatır adeta...
Bir arama yapın bakalım nette kentlerin ruhu diye , neler çıkacak karşınıza....
Istanbul ,İzmir ,Çanakkale , Bursa işte bu tür kentlerdendir aslında .
... ... ... ... ... ... ... ... ... ...

1990 yılında Almanya'ya Federal Ormancılık Teşkilatının konuğu olarak giden bir heyette yer almıştım.
Almanyanın Güney-Batısının oldukça büyük bir kısmını gezme şansımız oldu.

Dolu dolu geçen mesleki programın dışında , gidilen çevredeki gezilecek görülecek tarihi ve doğal zenginliklerin ziyaret edilmesi yönünden de olağanüstü inanılmaz bir program yapmıştı Alman ormancıları.

Festivallerine , yıllık olarak yapılan panayır tipi etkinliklerine tanık olduk bazı yörelerin. Ortaçağın kadınlı erkekli insanları , rahipleri ,keşişleri , köylüleri , çiftliklerinde domuz üreticileri , çiftçileri , şövalyeleri , aramızdan geçip gidiyordu.
Küçük bir müsamere değil ,basbayağı koskoca şehir ya da kasaba toptan ortaçağı yaşatıyordu , gelen ziyaretçilere..
Adeta , kendimizi , zaman makinasında ortaçağa geçmiş gibi hissediyor , ürperiyorduk yer yer.. Şaka değil , ortaçağda bulmuştuk kendimizi bir anda ..
Şatolar , şato duvarları ,savunma hendekleri , kuleler ,kaleler , nasıl pırıl pırıl , hayat dolu capcanlı kalabilmişti yüzyıllar boyu. Bir tanesi de mi zarar görmezdi bunların ?
Şatolara girerken neyle karşılaşacağımızı bilmez garip bir ruh haline bürünüveriyorduk..Bir köşeden deli dolu bir şövalyenin çıkması işten bile değildi.
Salonlar , odalar , holler ....Az önce sanki orada birileri varmış ta dışarı gitmiş gibi görünüyordu.
Girdiğimiz ortaçağa ait bir manastırda şarap mahzenlerinde şarap yapılan araç gereçler , sanki daha az önceki bir çalışmanın yorgunluğunu taşıyordu.
O zamanlardan kalma şaraplar da vardı anmalık olarak küçük şişelerde satılan .. Ama onu almaya hiç kimsenin gücü yetmiyordu.. Ancak son yıllarda üretilmiş ve onu alabilecek durumda olanlar için orada bulundurulan şaraplardan anı olarak bir iki şişe şarap almıştık.
Tanrım , o eski şarapları üreten rahipler niçin orada değildi o anda .. ?
Sadece onlar eksikti sahnede...
İstisnasız , gittiğimiz her yerde , geçmiş ve şimdiki zaman içiçe ve birbiriyle barışık yaşıyordu.
Bu tarih nasıl olmuştu ta topyekün ayaktaydı..?
Göstermelik bir kaç yapı değil ,tüm tarih adeta ben buradayım yaşıyorum diye haykırıyordu.

Bizde de öyle miydi ?

Kendimizle , kimliğimizle , geçmişimizle , geleceğimizle kavgalı , ulusal kimliği , ulusal simgeleri , kültür ve değerleri bir siyasi görüşün odağına itilmiş , ulusal geçmişini ve kimliğini anmaktan utanır bir topluma dönüşmemiş miydik biz ?
Avrupanın kan ve karanlık içindeki eski çağlarını bilmeden , kendine ve kendi ulusal değer ve simgelerine saldıran , başka bir benzetmeyle , kendi etini yiyen yamyamlara dönüştürülmemiş miydik ?
İşte böyle bir ortamda , kimi ve neyi kime şikayet ediyorduk ki ?

İşte o Avrupa , ulusal olmayı bizim kendimize aşağılatıp katıksız evrensellik ve katıksız hümanizm hikayeleri ile bizi avutup kendimize yabancılaştırırken , onlar ulusal duruş ve kimliklerini evrensellikle entegre ederek , dimdik ayakta tutmakta idiler.
Gelibolu Yarımadası'ndaki Fransız , İngiliz , Anzak anıt mezarlarını gidip görün , neden bahsetmekte olduğumu sanırım daha iyi anlarsınız...
Bırakın yüzyıllar öncesini , yakın geçmişimizdeki efsanemizi , Çanakkale yarımadasını , Anafartalar'ı kim gidip görmüş , oradaki hikayeler kimin gözlerinden yaş süzülmesine neden olmuştur ?
Bunu hissetmekten yoksun insanların başkalarına ,başkalarının tarihlerine ,değerlerine öykünmeye hakları varmı idi ?

İşte bu düşüncelerle , kızımın sınavının bitmesini beklerken , içim geçmiş , güneşin altında , kızılçam ağaçlarının gölgesinde , parktaki bank üzerinde uyuyakalmışım.. Bu anlattıklarım da o anda gördüğüm bir rüyadan ibaretmiş ..

Nereden başladık , nerede bitirdik ...!

Yerel tadları bilmeyen , evrensel tadları bilemez.. Bildiğini söyleyene de asla inanmam.
Çünkü herşey yerelden başlar , buradan evrenselliğe gider. Çevresini , doğasını , kendisini sevme yeteneği kazanmamış olan , dünyayı , evreni nasıl tanır , nasıl sever ?





Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

İŞTE MUHTEŞEM YÜZYIL'DAKİ HATALAR







Muhteşem Yüzyıl , Show TV de ratingleri altüst etmeye devam ediyor. Sahne ve oyuncu performansları son derece başarılı olan dizide , Hürrem Sultan rolünü oynayan Meryem , hile ve desiselerine rağmen Hürrem rolünde sempati topluyor .
Tarihi dokuya uygun olarak çekilen dizide aşağıdaki videoda izleyeceğiniz gibi , ilginç hatalar da dikkati çekiyor..İşte hatalardan bazıları :






Bu arada , Orman Yangınlarıyla Mücadele Helikopteri pilotu Ömer Kaptan'ın deniz seferleri ile ilgili fotoğraf albümlerini izlerken , Ukrayna'da Mariopul şehrinde çektiği fotoğraflarla ilgili açıklaması doğrusu çok ilginçti.

Bir kilise ve yakınında bir cami vardı resimde .. Ömer Kaptan , bu camiinin Kanuni ve Hürrem Sultanın anısına inşa ettirilmiş olan Kanuni ve Hürrem Sultan Camii olduğunu anlattı.
Camiinin imamı ile görüştüğünü , camiinin cemaatinin olmadığını , ancak , zaman zaman 80-90 km mesafeden , namaz kılmak için insanların bu camiye geldiklerini anlatmış imam .
İnternette bu konuda yaptığım küçük bir araştırmada , camiinin cami ve kültür merkezi olarak 2007 yılında yapıldığını öğrendim.

Padişahın nikahına aldığı tek kadın olduğu belirtilen Hürrem Sultan , dizide , saraydaki cariyelerle ilgili olarak "Sizin başkası ile olmanıza dayanamıyorum.. Ne olur beni öldürün " diyerek yanında getirdiği bıçağı Kanuniye uzattığı , ve sıkıca kavradığı bıçaktan sızan kanların yarattığı sahne doğrusu , aşk ve sevgi üzerine ortaya konulabilecek en anlamlı sahneydi.

Merak ediyorsanız eğer , Hürrem Sultan'ın bu sürükleyici hikayesini izleyelim şimdi de:
***************

Hürrem Sultan, (1506 - 1558)

Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi ve Osmanlı tarihinde önemli roller oynamış bir sultandır. Bir Osmanlı padişahıyla nikahla evlenmiş tek kadın olarak bilinir. Leh asıllı Yahudi bir ailede doğan Hürrem Sultan'ın asıl adı Roxelanne'dı (Anastasiya Lisowska). Güzelliği nedeniyle küçük yaşta 1520 tarihinde bugünkü Ukrayna sınırları içinde bulunan Rohatyn şehrinden kaçırılmıştır. (Bölge 1184-1939 yılları arasında Polonya Kırallığı sınırları içersinde bulunuyordu. Daha sonra Kırım Hanı tarafından Osmanlı sarayına sunulan Hürrem Sultan, sarayda özel bir eğitim gördü. Dişiliği, zekası ve becerisi ile padişahın dikkatini çekmeyi bildi. Harem kadınları ve saray ileri gelenleri arasında da kendine yer edindi.
Hürrem Sultan saraya geldiğinde Kanuni'nin cariyelerinden biri olan Mahidevran Sultan'dan Mustafa isimli bir oğlu vardı. Mustafa zamanla çok sevilen bir şehzade haline geldi. Mustafa'nın Kanuni'den sonra padişah olmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Bu da Mahidevran Sultan'ın Valide Sultan olacağı anlamına geliyordu. Oysa Hürrem Sultan her bakımdan Mahidevran Sultan'ın önüne geçti ve Kanuni'nin güven ve sevgisini kazanarak onun nikahlı eşi oldu. Bazı kaynaklar çeşitli entrikalar uygulayarak 16. yüzyıl Osmanlı tarihini olumsuz yönde etkilediği iddia ederler. Kızı Mihrimah Sultan'ı Vezir-i Azam Rüstem Paşa ile evlendirerek Vezir-i Azam'la bir ittifak oluşturdu. Kanuni, yeniçeriler tarafından çok sevilen oğlu Mustafa'yı kendisini tahttan indirmeyi planladığı inancıyla öldürttü. Hürrem Sultan'ın Kanuni'yi bu kararda etkilediği inancı yaygındır. Şehzade Mustafa'nın öldürülmesinden sonra Mahidevran Sultan iyice gözden düştü. Yaşamının büyük bir bölümünü fakir olarak oğlunun mezarının bulunduğu Bursa'da geçirdi. Ancak Hürrem Sultan'ın ölmesinden sonra Hürrem Sultan'ın oğlu padişah II. Selim Mahidevran Sultan'a maaş bağlattı ve oğlu Mustafa'nın türbesini yaptırttı.

Devlet yönetiminde etkili olan Hürrem Sultan, İran savaşını destekledi. Ruslar ve Lehlerle barış içinde yaşanılmasını sağladı. Bu dönemde Ruslar Kazan ve Astrahan Hanlıklarına hakim olup doğuya doğru yayılmaya başladılar. Tüm bunlara rağmen, eşi Kanuni Sultan Süleyman'dan önce 52 yaşındayken öldü ve oğlu II. Selim'in tahta çıkışını göremedi.Cenazesi İstanbul'da Süleymaniye Camii haziresindeki Hürrem Sultan Türbesi'ne gömüldü.

Haseki Hürrem Sultan Türbesi

Ülkeler fatihi Kanuni Sultan Süleyman'ın gönlünü Hürrem Sultan fethetti. Muhteşem Süleyman' ın Hürrem Sultan'a aşkı sevgili karısının kolları ve gözyaşları arasında ölmesine kadar sürdü ve ondan sonra da devam etti. Aşk mı? Onların aşkı devlet erkinin üstünde bir aşktı.Kanuni'nin hareminde beyleri ve Kırım hanları tarafından sunulmuş pek çok cariye vardı. Fakat Kanuni, Hürrem'i tanıdığı günden beri cazibesine kapılmış, ona aşık olmuştu





. Osmanlı'nın en güçlü kadınlarından Hürrem Sultan'ın Slav asıllı olduğu söylenir. Ukraynalılar ise Hürrem Sultan'ın Ukraynalı Roxelana olduğundan emin. İlk kez saraya, bir yabancı kadın, padişah eşi olarak Hürrem Sultan'la girmiştir.Hürrem Sultan, Rus asıllı olan bu cariye Kanuni Sultan Süleyman'ın karısı olarak imparatorluk yönetimini etkilemiş, oğullarının taht mücadelesinde oynadığı rol, daha doğrusu oğlu 2'nci Selim'i tahta geçirme çabası ile Osmanlı döneminin en güçlü kadınlarından biri olmuştur. Kanuni'nin aşırı güven ve sevgisini kazanarak onun nikahlı eşi olduktan sonra belli bir plan dahilinde çalıştı, el altından
çeşitli entrikalar uygulayarak on altıncı yüzyıl Osmanlı tarihini olumsuz yönde etkiledi. Kanuni'nin, Gülbahar Hatun'dan olan veliahtı Sultan Mustafa'yı ortadan kaldırmak için çeşitli entrikalar ile önce Gülbahar Hatun'u, ardından kırk yaşındaki veliaht Mustafa'yı boğdurttu. Devlet yönetimine de hakim olan Hürrem Sultan, İran savaşını destekledi. Ruslar ve Lehlerle barış içinde yaşanılmasını sağladı.



İstanbul'da bugün Haseki olarak anılan semtte yaptırdığı külliye ile adına külliye tesis edilen ilk padişah eşi olma özelliğine de sahiptir
Osmanlının kudretli padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman 'ın ''Muhibbi Divanı''ndaki aşk şiirleri, onun yalnız güçlü bir devlet yöneticisi ve imparatorluk kurucusu olduğu kadar, gönül dünyasındaki zenginliğini anlatmaktadır. Cihan Padişahı; aynı zamanda aşk şairidir.



Çıktığı uzun seferler sırasında çok sevdiği Hürrem Sultan'a aşk
şiirleriyle bezenmiş mektuplar göndemiştir,
N'ola baksam şem'i hüsnüne gönül pervaneveş
Dostum sen şem olacak âşıkım pervanedir.
Gülşen-i hüsnünde dil mürgün yine saydetmeye
Zülfünün ağında Muhibbî hâli anın divanedir
Hürrem Sultan ise mektuplarına, ;Hazret-i Sultanım; diye
başlar ve ;Yüz(ümü) yere koyup, kutsal ayağınızın bastığı toprağı

öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve sermayesi sultanım, eğer
bu ayrılığın ateşine yanmış ciğeri kebap, göğsü harab, gözü yaş
dolu, gecesini gündüzden ayırt edemeyen, özlem denizine düşmüş çaresiz
aşkınız ile divane, Ferhat ile Mecnun'dan beter tutkun kölenizi
sorarsanız, ne ki sultanımdan ayrıyım; diye dil döker, saraydan
ve şehir ahalisinden yazmayı da ihmal etmez:
"Padişahım yine cariyenizi topraktan kaldırıp, tezkire gönderip,
Mahmut Çelebi'den beş bin filori bağışlamışsınız. Bir günün için
Allah'ın bin yardımı olsun. Şimdi benim sultanım, bu ne zahmet idi,

kutsal bıyığınızın kılı bana beşbin filoriden değerlidir. O bağış
bize canımızdan fazla minnettir. Benim sultanım, ondan sonra şehir


etrafından sorarsanız, şimdilik hastalık vardır.
Hürrem Sultan'ın tarihte oynadığı rol, bu tatlı dil ile daha da
anlaşılır hale geliyor.
Topkapı müzesi arşivindeki mektuplar da bu aşkın kanıtlarından bazılarıdır




Hürrem Sultan'dan Kanuni ye mektup...


Yüzümü yere koyup, mutluluk sığınağı ayağınızın topraklarınızı öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve saadetimin sermayesi sultanım, eğer bu ayrılık ateşine yanmış, ciğeri kebap, sinesi harap,gözleri yaş dolu, gecesi gündüzü belirsiz olan, hasret deryasına gark bi-çare, aşkınız ile müptela, Ferhat ile Mecnun'dan beter şeyda kölenizi sorarsanız; ne zamandır ki sultanımdan ayrıyım, bülbül gibi ah u feryadım



dinlemeyip,ayrılığınızdan dolayı öyle bir halim var ki, Allah, kafir olan kullarına dair vermesin. Benim devletim, benim sultanım, özellikle, bir buçuk ay olduğu halde sizden bir haber gelmemesi yüzünden, Allah biliyor ki , hiçbir şekilde rahatlık yüzü görmeyip, gece gündüz ağlayıp, kendi hayatımdan el çekip,cihan gözüme dar oldu. Ne yapacağımı bilmeden ağlayıp gözyaşları içinde gözüm kapıları gözlerken, ol ferdü rabbü'l alemin, aleme rahmet eden subhan-ı Yezdan, cümle aleme inayet nazarın edip, fetih haberi ve müjdeli haberlerini yetiştirdi. Ve bu haberi işitince Allah biliyor ki, benim padişahım, benim sultanım, ölmüş idim taze can buldum. ………
Benim Sultanım, şehir hakkında soracak olursanız; şimdilik henüz hastalık devam etmektedir. Ancak önceki gibi değildir. İnşallah Sultanım gelince, Allah'ın inayetiyle de geçer gider. Azizlerimiz, hazan yaprağı dökülünce geçer derler.

Benim Sultanım, sık sık mübarek mektubunuzu gönderirsiniz diye, tazarru ve iltimas ederim. Zira ki, billah yalan değil, bir iki hafta geçip de ulak gelmezse alem gulguleye gelir. Türlü türlü sözler söylenir Yoksa sadece kendi nefsim için istediğimi sanmayın.

Hürrem....


SUNUM DURU






***************************


Hürrem Sultan ya da Hürrem Haseki Sultan (d. 1506 - ö. 1558)

Doğum adı: Aleksandra Lisowska,

Osmanlıca adı: خرم سلطان,

Avrupa'da tanındığı ad: Roxelana.

Osmanlı padişahı I. Süleyman'ın (Kanuni Sultan Süleyman) eşi ve sonraki padişah II. Selim'in annesidir. Bir Osmanlı padişahıyla nikâhla evlenmiş ilk kadın olma ayrıcalığını taşır.

Lehistan Krallığı'nın sınırları içerisinde bulunan Rohatyn'da[3] doğdu. 14 yaşındayken Tatar akıncılar tarafından 1520 tarihinde Rohatyn'den kaçırılmış[1], Kırım Hanı'nın himayesine girmiş ve daha sonra Osmanlı sarayına sunulmuştur.

16. yüzyıl kaynaklarına göre kızlık ismi bilinmiyordu. Ama daha sonraki kayıtlara göre mesela 19. yüzyılın Ukrayna'daki ilk kayıtlarına göre Anastasia (Kısaca Nastia) Polonyalıların geleneğinde, Aleksandra Lisowska olarak bilinir. Genelde Hürrem Sultan ya da Hürrem balsaq sultan olarak bilinirdi; Avrupa dillerinde Roxolena, Roxolana,Roxelane, Rossa, Ruziac, Türkçe'de Hürrem (Farsça kökenliخرم Khurram), neşeli olan kişi ve (Arapçada Karima -كريمة) Soylu olan kişi anlamına gelir. Roxelana, onun gerçek ismi olmayabilir ama takma adı onun Ukraynalı soyuna ait olan (Günümüze ait yaygın isim Ruslana) ve doğu slav ismi olan, Roxolany ya da Roxelany, şimdiki Ukrayna halkında 15. yüzyıldan sonra kullanılıyordu.

Hürrem Sultan, sarayda özel bir eğitim gördü. Güzelliği, zekası ve becerisi ile padişahın dikkatini çekmeyi bildi. Harem kadınları ve saray ileri gelenleri arasında da kendine yer edindi. Hürrem Sultan saraya geldiğinde Kanuni Mahidevran Sultan ile evliydi ve Mustafa isimli bir oğlu vardı. Mustafa zamanla çok sevilen bir şehzade haline geldi. Mustafa'nın Kanuni'den sonra padişah olmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Bu da Mahidevran Sultan'ın Valide Sultan olacağı anlamına geliyordu. Oysa Hürrem Sultan her bakımdan Mahidevran Sultan'ın önüne geçti.

Hürrem Sultan'ın Çoçukları

Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman'a bir kız, dört oğlan çocuğu doğurdu. Kızı Mihrimah olup, erkek çocukları, Mehmed, Selim, Bayezid, Cihan­gir ve Abdullah adlı şehzadelerdi.

Kızı Mihrimah Sultan'ı Vezir-i Azam Rüstem Paşa ile evlendirdi.

En büyük oğlu Mehmed Şehzade tahta çıkamadan öldü. Şehzade Cihangir Sultan, Şehzade Mustafa Sultan'ın boğduruluşuna olan üzüntüsünden kalp krizinden öldü. Şehzade Beyazıd Kanuni Sultan Süleyman'a olan isyanından sonra İran'a sığındı ve İran Şah'ı kendisini zindana attırdı. Bir süre sonra zindanda öldürüldü. Son Şehzade 2. Selim kalmıştı artık... Hürrem Sultan'ın ikinci oğlu Selim tahta çıktı.

Hürrem Sultan'ın Ölümü

Hürrem Sultan 18 Nisan 1558 tarihinde eşi Kanuni Sultan Süleyman'dan 8 sene önce 52 yaşındayken öldü. Oğlu II. Selim'in tahta çıkışını göremedi. Süleymaniye Camisi Külliyesi içinde kendisi için yaptırılan türbeye gömüldü. Türbenin iç duvarları bir cennet bahçesini tasvir eden İznik çinileriyle kaplıdır.

Hürrem Sultanın Yaptırdığı Eserler

Hürrem Sultan İstanbul'da günümüzde onun adıyla anılan Haseki semtinde, Mimar Sinan'a Haseki Külliyesini yaptırmıştır. 1538-1550 yılları arasında inşaatı tamamlanan külliyenin içinde bir hamam, medrese ve hastane bulunmaktadır. Günümüzde T.C. Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak tanınan bu hastane Türkiye'de kesintisiz hizmet vermekte olan en eski hastane olma özelliğini taşır.

Hürrem Sultan ayrıca Ayasofya Camii civarında yardıma muhtaç ve fakirlerin karnını doyurmak için bir mutfak yaptırtmıştır.

Hürrem Sultan Avrupa'da, modern Türkiye'de ve batıda birçok resim, müzik ve bale gibi tarihi çalışmalara konu olmuştur. Mesela Joseph Haydn'in 63. senfonisini örnek verebiliriz. Eserler Ukraynalılar tarafından yazılmıştır ama genelde İngilizce, Almanca ve Fransızcadır.

Hürrem Sultan'ın doğduğu yer olduğuna inanılan Ukrayna'nın Rohatyn kentinde bir Hürrem Sultan anıtı bulunmaktadır. 2007 yılında, Ukrayna'daki bir liman kenti olan Mariupol'daki Tatarlar Hürrem Sultan'ın onuruna bir müze açmıştır.


YUSUF AKYURT

***************


Hürrem, Padişah’a sevmesini, tek kadınla yaşamasını öğretti’

Tartışılan dizi 'Muhteşem Yüzyıl'la gündeme gelen Hürrem Sultan, Ukrayna'nın Rohatyn kentinde bir papazın kızı olarak dünyaya gelir. Tatarlar, kenti işgal edip ailesini öldürünce hareme verilir. Hürrem, Ukrayna'da büyük saygı görüyor, adına anıtlar dikilmiş. Eski Cumhurbaşkanı Yuşçenko “
Kanuni'nin hayatını değiştirdi, ona tek bir kadını sevmeyi öğretti” diyor.

Lehistan Krallığı'nın sınırları içerisinde bulunan Rohatyn'da doğdu. 20 yaşındayken Tatar akıncılar tarafından 1520 tarihinde Rohatyn'den kaçırıldı, Kırım Hanı'nın himayesine girmiştir daha sonra Osmanlı sarayına sunuldu.


Gerçek adı Alexandra Anastasia Lisowska. Osmanlı Sarayı'da Kanuni Sultan Süleyman tarafından Türkçe'de neşeli, soylu kişi anlamına gelen Hürrem adı verilir. İşte Osmanlı'nın en güçlü kadınlarından Hürrem Sultan'ın çeşitli tarihçilerden kısa yaşam öyküsü:

Hürrem Sultan Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk nikah kıydırtan sultandır. Hürrem Sultan'ın sarayda cariye maaşı aldığı ve bu paraya ihtiyacı olmadığı için parasını Mekke'ye bağışlamak istediği söyler. Ancak kölelerin dini yerlere (Mekke, Medine vb.) bağış yapması günah kabul edildiği için Kanuni'den onu azat etmesini ister. Kanuni Sultan Süleyman da bağış için Hürrem Sultan'ı azat eder. Hürrem artık cariye değildir. Bir gün Kanuni Hürrem Sultan'ı odasına çağırttı ama Hürrem bu teklifi reddetti. Kanuni'ye, “Artık ben sizin malınız değilim. Beni kölelikten azat ettiniz. Sizinle beraber olmam zinaya girer” der ve bu nedenle Kanuni Sultan Süleyman Hürrem Sultan'ı nikahına almak zoruna kalır.

Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman'a bir kız, dört erkek çocuğu doğurdu. En büyük oğlu Mehmet Şehzade tahta çıkamadan öldürüldü. İkinci oğlu Selim tahta çıktı. Diğer çocukları da Beyazıt ve Cihangir Şehzadelerdir. Kızı Mihrimah Sultan'ı Vezir-i Azam Rüstem Paşa ile evlendirerek Vezir-i Azam'la bir ittifak oluşturur. Kanuni, yeniçeriler tarafından çok sevilen oğlu Mustafa'yı kendisini tahttan indirmeyi planladığı inancıyla öldürtür. Hürrem Sultan'ın Kanuni'yi bu kararda etkilediği inancı yaygındır. Şehzade Mustafa'nın öldürülmesinden sonra Mahidevran Sultan iyice gözden düştü. Yaşamının büyük bir bölümünü fakir olarak oğlunun mezarının bulunduğu Bursa'da geçirdi. Devlet yönetiminde etkili olan Hürrem Sultan, İran savaşını destekledi. Ruslar ve Lehlerle barış içinde yaşanılmasını sağladı. Hürrem Sultan 18 Nisan 1558 tarihinde eşi Kanuni Sultan Süleyman'dan 8 yıl önce 52 yaşındayken öldü.

Haydn adına senfoni besteledi

Hürrem Sultan, Avrupa'da, modern Türkiye'de ve batıda birçok resim, müzik ve bale eserine konu olmuştur. Mesela Joseph Haydn'in 63. senfonisi buna örnektir. Hürrem Sultan'ın doğduğu yer olan Ukrayna'nın Rohatyn kentinde bir Hürrem Sultan anıtı bulunmaktadır. 2007 yılında, Ukrayna'daki bir liman kenti olan Mariupol'daki Tatarlar Hürrem Sultan'ın onuruna bir cami açmıştır.

YUŞÇENKO TÜRBESİNİ ZİYARET ETMİŞTİ

Ukrayna'nın eski Cumhurbaşkanı Vladimir Yuşçenko ve eşi 2005 haziranında Türkiye'ye geldiklerinde Süleymaniye Camii'ndeki Hürrem Sultan'ın türbesini ziyaret etmişlerdi. Yuşçenko'nun eşi mezar başında Hürrem Sultan'a dua etmişti. Vladimir Yuşçenkoı ziyaret öncesi gazetecilere yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “
Ukrayna'da herkes Hürrem Sultan Rokselana hakkında her şeyi biliyor. Ona saygı duyuyor. Hürrem Sultan çok akıllı bir Ukraynalı kadındı. Çünkü Osmanlı İmparatoru'nun hayatını önemli ölçüde değiştirdi. Padişah'ın hayatına Bağlantıbirçok yenilik getirdi. Bu Ukraynalı kadınların güçlü karaktere sahip olduğunun en güzel göstergesi. Şimdi düşünüyorum da belki bazı Türk erkekleri Hürrem Sultan'a küsmüştür. Çünkü o Padişah'a bir kadını sevmesini, tek kadınla yaşamasını öğretti. Çok erkek için bu gerçekten çok zor...”
GECCE

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Yetenek Sizsiniz 'de bir yetenek : AREF .. İzleyenler , olmaz böyle şey diyor

" Yetenek Sizsiniz Türkiye " Programında Aref'in sergilediği numaraları çok tartışıldı. Bunlarda hile olduğu yönünde bir çok yorumlar yapıldı .
Bu zaten bir ilizyon gösterisi . Mutlaka hilesi var .
Önemli olan bizi o anda peşine takıp götürmesi ve şaşırtması değil mi ?
İzleyin bakalım , beğenecek misiniz ..?

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

BAŞARILI PATRONLARIN ARKASINDAKİ SEKRETERLER KONUŞTU !


Her başarılı patronun arkasında başarılı bir sekreter olduğu muhakkak. Yöneticilerin sağ kolu olan sekreterler, şimdiki adıyla "yönetici asistanları" artık orta düzey bir yönetici gibi çalışıyorlar. Eskiden daktilo yazmak, telefona bakmakla sınırlı olan bu meslekte artık patronla aynı adımlar atılıyor, birlikte raporlar hazırlanıyor, yeri geldiğinde patron üst düzey toplantılarda temsil ediliyor.

Büyük patronların sağ kolları oluşturdukları çevre ve edindikleri bilgi birikimi için yöneticilerine çok şey borçlu oldukları konusunda hemfikir. Manajans’ın kurucusu Eli Acıman’ın 21 yıl asistanlığını yapan Nil Baransel, "Ben onun yanında 2 üniversite bitirdim" diyor.

Önceden sekreterlik insanların yüzünde gülümseme uyandıran bir meslekti. Algılama bu yöndeydi, çünkü bu işin magazini de çok yapılıyordu ama sekreterin zamanla işlevi, görevi her şeyi değişti. Sekreter artık yöneticiyi yöneten kişi haline geldi. Sadece telefona bakmakla yetinmeyip, gerektiğinde toplantılara girdi, onunla birlikte tutanaklar, sunumlar, raporlar hazırladı, istatistikler yaptı; yöneticinin yapması gereken işlerin çoğunu kendi üstüne alarak onun yükünü hafifletti. Sekreterlikte böyle bir şey yoktu eskiden. Sekreterlikten yönetici asistanlığına geçilince sekreter kelimesinin yarattığı kötü düşünceler gitti, bu iş artık bir meslek haline geldi. Şimdi üniversite bitirmiş, master yapmış kişiler yönetici asistanı olarak çalışıyorlar." Bu sözler Çetin Emeç’in de sekreterliğini yapan Nebahat Ercan’a ait. Sekreterlik yıllarca küçümsenen bir meslek oldu fakat günümüzde sekreterler modern deyimiyle asistanlar, patronlarının bir adım arkasında, onların eli kolu, gözü kulağı gibi çalışan hatta onları üst düzey seviyelerde temsil eden çalışanlar. İshak Alaton’un 15 yıldır asistanlığını yapan Hülya Çınar, artık asistanların orta düzey bir yönetici pozisyonunda çalıştıklarını söylüyor: "Önceden bu meslek çok sevimli gözükmüyordu, çünkü yeterli donanıma sahip insanlar yoktu, ama şimdi bir adım öne gidildi, orta düzey bir yöneticinin olması gereken bilgi ve donanımına sahibiz, artık bu meslek dışardan da çok daha saygın gözüküyor. Patronunuzla aynı adımları atabiliyorsunuz ve dışarıya da bu elektriği verebiliyorsunuz."

Bir asistanın görev tanımı içine her şey giriyor, sadece şirketle ilgili konular değil, patronun üye ya da kurucusu olduğu derneklerden, organizasyonlardan, iş-özel yaşam dengesine kadar her türlü detay asistanlarının kontrolünde. O nedenle iyi bir sekreterin iletişim ve analitik düşünme becerisine sahip olması, en az bir yabancı dil bilmesi ve büro otomasyonuna hakim olmasının yanı sıra iyi bir hafızaya sahip olması, empati kurabilmesi, ketum olması, diplomatik davranabilmesi bekleniyor. Sekreter başarılı bir yöneticinin sağ koludur diyen Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Büro Yönetimi Eğitimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Dilaver Tengilimoğlu, "Becerili yönetici asistanları yöneticinin başarısını artırır" diyor.


Yöneticiler araştırmacı ruha sahip sekreter arıyor
Türkiye’de Büro Yönetimi ve Sekreterlik eğitimi meslek liseleri, ön lisans ve lisans ve yüksek lisans düzeyinde veriliyor. Büro Yönetimi ve Sekreterelik Eğitimi veren ortaöğretim kurumlarının sayısı 147. Önlisans düzeyinde ise 64 üniversiteye bağlı 103 meslek yüksek okulu var, bunların toplam kontenjanı 7.502. Lisans seviyesinde eğitim veren tek kurum Gazi Üniversitesi bünyesinde bulunan Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Büro Yönetimi Eğitimi Bölümü. Türkiye’de görev yapan sekreter sayısı bilinmiyor ama kamu kuruluşlarında görev yapan sekreter sayısının az olduğu tahmin ediliyor. Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Büro Yönetimi Eğitimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Dilaver Tengilimoğlu, "Memur kadrosundaki kişiler görevlendirme ile sekreterlik görevini yürütüyorlar" diyor. Sekreterliğinde kendi içinde yönetici sekreterliği, tıp sekreterliği, hukuk sekreterliği gibi alt uzmanlık alanları olduğunu söyleyen Tengilimoğlu, "Büroda yazışma, telefonla görüşme ve randevu verme gibi rutin işleri yapan sekreter profili yerine yöneticiler, artık araştırmacı bir ruha sahip, yaratıcı, iletişim becerisi yüksek kişilere ihtiyaç duyuyorlar. Günümüzde artık işletmeler yönetici yokken büroları yönetebilecek, zamanı etkin kullanan ve en az 2 yabancı dil bilen sekreter ve yönetici asistanlarına ihtiyaç duyuyorlar."


Çetin Emeç’in sekreteri: Nebahat Ercan
Sekreter inisiyatif kullanabilirse patronuyla iki kişilik bir ekip olur

Fransız filolojisi mezunu Nebahat Ercan, üniversite son sınıfta okurken gazetede gördüğü bir sekreterlik ilanına başvurarak mesleğe Hürriyet Gazetesi’nde müessese müdürü sekreteri olarak adım attı. Amacı okul bitene kadar biraz para kazanmak daha sonra kendi mesleğini yapmaktı ama kurumu ve işi sevince bu alanda çalışmaya devam etti. Çetin Emeç Hürriyet’e transfer olunca 1986’da onun sekreterliğini yapmaya başladı. Ercan, Hürriyet’in eski Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç için "Sekreter kullanmayı çok iyi bilirdi. İki kişilik bir ekip gibi çalışırdık. Benden ne beklediği, ne yapmamı istediğini önceden kararlaştırırdık. Ama hakikaten birlikte çalışmak zordu. Çetin Emeç ile çalışmak demek sabah 8’den akşam 10’a kadar onunla olmak demekti. Ailenizden, eşinizden daha çok birlikte vakit geçiriyorsunuz." Nebahat Ercan’ın görevleri arasında bütün gazeteleri okuyup Çetin Bey’e bir arşiv hazırlamak da vardı: "Basındaki sekreterliğin kapsamı daha geniştir. Her zaman her şey çok hızlıdır." Nebahat Ercan, Çetin Emeç’ten sonra 2 yıl Ertuğrul Özkök’ün ve daha sonra da Mehmet Yılmaz’ın sekreteri olarak çalıştı. Ercan, sekreterlikte inisiyatif kullanabilmenin çok önemli olduğunu söylüyor: "Eğer liderinizin temposuna uyamazsanız geri kalırsınız. Liderinizin bakış açısından bakabilmeli, lideriniz yoksa onun yerine karar verme inisiyatifini kullanabilmelisiniz. Ancak bu şekilde iki kişilik bir ekip olursunuz"

Bir sekreter için en önemli şeylerin başında kuşkusuz Türkçe geliyor. Nebahat Ercan da hem mesleğinin hem de Çetin Emeç ile birlikte çalışmanın getirdiği deneyimle kendisine yeni bir iş kapısı açtı. 4 yıldır TED İstanbul Koleji Vakfı’nın aylık dergisi Gazeteddy’nin editörlüğünü yapan Ercan, aynı zamanda kolejin basınla ilşkilerini de yürütüyor.


İshak Alaton’un asistanı: Hülya Çınar
En az orta düzey bir yönetici kadar bilgi düzeyine sahibiz

Hülya Çınar, Karadeniz Teknik Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Büro Yönetimi’nden mezun olduktan sonra sigorta sektöründe genel müdür sekreteri olarak işe başladı. Son 15 yıldır Alarko Şirketler Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton’un asistanlığını yapan Çınar’ın asistanlık görevinin içinde İshak Alaton’un gerek şirket içi gerek özel yaşantısıyla ilgili her şey var. "Üst düzey bir yöneticinin yoğun iş programı nedeniyle zamanının iyi yönetilmesi çok önemli" diyor Çınar: "İshak Bey, Alarko ailesine dahil olduğum 15 yıl içerisinde bana bilge kişiliği, entelektüelliği ve inanılmaz çalışkanlığı ile muhteşem bir öğretmen oldu. Ender olarak rastlayabileceğiniz vizyonu, felsefe ve sanat bilgisi hem iş hayatımın hem özel hayatımın kalitesini arttırdı ve renklendirdi." Hülya Çınar, günümüzde yabancı ortakların artmasıyla iş hayatındaki gelişmeye paralel olarak sekreter veya asistanların da en az orta düzey bir yönetici kadar bilgi ve beceriye sahip olması gerektiğini vurguluyor: "Kendini geliştirmenin sonu ve öğrenmenin yaşı yoktur. Bu yüzden entelektüel, kendini sürekli geliştiren, yöneticisi ile uygun adım gidebilen, onu anlayan, yaptığı bir hatayı tekrar etmeyen ve işini hayatında sahip olduğu birçok konunun üzerinde tutan kişiler bu meslekte başarılı oluyorlar. Yeri geldiği zaman o kurumun en üst düzeyde temsil edip, çok geniş bir sosyal çevreye sahip olabiliyorsunuz."


Patronun kitabını yazan sekreter: Nil Baransen
"Kızım, neredesin sen? Ben nefes alıyorum, sen veriyorsun, sen veriyorsun, ben alıyorum. Yerinde yoksun, oksijensiz kaldım!" Bunlar, Manajans’ın kurucusu, reklamcıların duayeni Eli Acıman’ın, 21 yıl boyunca sekreterliğini yapan Nil Baransel’i her arayıp da bulamadığında söylediği sözler. Bu belki de iyi bir asistanın yönetici için ne ifade ettiğini açıklayan en güzel söz. Nil Baransel ile Eli Acıman’ın yolları 24 yıl önce kesişti. Nil Baransel, Şişli Terakki Lisesi’ni bitirdikten sonra 11 yıl boyunca bir tekstil firmasında genel müdür sekreteri olarak çalıştı. Bir değişiklik yapmak ihtiyacındaydı, gazetede bir ilan dikkatini çekti. Büyük bir kuruluş, Türkçesi mükemmel bir sekreter arıyordu. İlana 120 kişi daha başvurmuştu ve nihayet 5. mülakattan sonra Baransel, Eli Acıman’ın karşısına çıkabilmişti. Eli Acıman ile daha sonra onun kitabını yazacak olan asistanının serüveni bu şekilde başladı. Rahatsızlığı nedeniyle 2004 yılında işi kızına devrettikten sonra da Eli Acıman ve Nil Baransel kopmadı. Bu ilişkiyi bir nevi vefa ilişkisi olarak tanımlayan Nil Baransel, hálá haftada iki kez Acıman’ı ziyaret edip, ona gazete ve kitap okuyor. Nil Baransel, bu patron asistan ilişkisinin nasıl efsaneye dönüştüğünü şöyle anlatıyor: "Acıman’ın kendi tabiriyle, aramızda oluşan bu şey bir kimyaydı. Karşılıklı güveni kurduktan sonra korumak çok önemli. Hata yapılabilir, önemli olan tekrarlanmamasında. Kızsa da, bağırsa da arkamda dururdu ve "biz" nerede yanlış yaptık derdi hep." Nil Baransel işe girdiği andan itibaren ona eleman seçme görevi de verildi. Hatta son yıllarda insan kaynaklarından sorumlu yürütme kurulu üyeliğine kadar yükselmişti. Eli Acıman işleri kızı Linda Acıman’a devrederken de onlara yardımcı oldu.

Baransel, Acıman ile çalıştığı dönemi şöyle anlatıyor: "Ben sabah 7.30’da 6 gazeteyi okuyup, Acıman’dan önce ajansa gidip köşe yazarlarını hatmetmiş olurdum. Bu köşe yazarı bugün bunu yazmış ama dün de başka bir köşe yazarı bunun tam tersini söylemiş diye olayları ona özetlerdim. Eli Acıman sayesinde hem kültür seviyem çok arttı, hem de bana çok büyük bir çevre açtı. Onun sayesinde pek çok siyasetçi ve akademisyen tanıdım. 1980 yılında işe girdiğimde hiç bilir miydim bir gün Eli Acıman’ın kitabını yazacağımı? Ben Acıman’ın yanında 2-3 üniversite bitirdim". Baransel, Eli Acıman’dan sonra şimdi yine çok ünlü bir iş adamının kitabını yazıyor.


NEDİR SEKRETER?
Sekreterlik mesleğinin küçümsendiğinden yakınıyor Nil Baransel, "Nedir sektereter? Telefona bakan, bilgisayar kullanabilense eğer, ben hakikaten çok farklıyım. Asistan nedir, bilmiyorum, moda oldu bu kelime, Eli Acıman beni asistanım diye takdim ettiği için ben de kendimi öyle tanıtmaya başladım. Ama ben asistanlıkla da yetinmiyorum burnum çok daha havalarda. Ben onun ilacından o günkü ruh haline her şeyiyle ilgileniyorum. Mesela Eli Bey, karşıdan kahverengi elbisesiyle geliyor. Kahverengi elbise giydiği günler çok hırçın olduğunu tespit etmişim. O gün biraz uzak duruyorum!" Nil Baransel ailesindeki tek sekreter değil, bu iş ona ve kız kardeşine dedesinden miras. Nil Baransel’in dedesi Fahri Refiğ de Hürriyet Gazetesi’nde sekreter olarak işe başlamış, daha sonra Sedat Simavi’nin muhasebe müdürü olmuş. Ablası Ful Korman ise halen Şakir Eczacıbaşı’nın asistanlığını yapıyor.




Yazan : Burcu Özçelik
Kaynak : HÜRRİYET
KİGEM.COM

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Bize incil , beyazlara ise topraklarımız kaldı ...


Beyaz Adam tek bir sözünü tuttu; topraklarınızı alacağız dedi ve aldı.*


Beyazlar geldiğinde bizim toprağımız onların İncili vardı.

Bize gözlerimizi kapayıp dua etmeyi öğrettiler.

Gözlerimizi açtığımızda onların toprağı bizimse İncillerimiz vardı.”


Vahşi Batı’yı seyrettiğimiz filmlerden, okuduğumuz kitaplardan ve çizgi romanlardan öğrendik. Yani bilgi kaynağımız pek güvenilir değildi. Şimdi büyüdük. Oyunlarda hep kovboy olmak isteyen çocuklar değiliz artık. İki şey öğretti hayat bize. Bir; tarihi kazananlar yazar. İki; kazananlar her zaman haklı değildir.

Kovboylar sarhoş olup sağa sola ateş etmekten, fahişelerle yatmaktan ve kumar oynamaktan başka bir şey yapmazlardı. Gerçek yaşamları filmlerde gösterilenlerden çok daha vahşiceydi. Aralarında bir yığın ruh hastası çıkması rastlantı değildi.

Örneğin, en ünlülerinden biri olan Billy the Kid öldürdüğü yirmi bir insanın çoğunu tuzağa düşürdükten sonra silahlarını ellerinden almış ve beyinlerine son kurşunu sıkmıştır. Teksaslı Wos Harding kırk iki yaşına geldiğinde aynı sayı da ceset bırakmıştı geride!..

Jesse James eli açık bir olarak ünlense de, işin aslında yoksullara metelik vermezdi. Kanun temsilcileri ise katillerden, canilerden aşağı kalmıyor, yargısız infazlarla kasaba sokaklarında azrail gibi geziniyorlardı.

İşte, bu cellatların ünü öylesine hızlı yayılıyordu ki, haklarında gerçekle hiçbir ilgisi olmayan son derece abartılı hikayeler uyduruluyordu. Katillerin adları bir kahramanmış gibi ağızdan ağıza dolaşıyor ve haklarında çıkan efsanelere kendileri bile inanıyorlardı. Hani, Türkiye’de yaşalardı emekli olduktan sonra milletvekilliğine adaylığını koyma yüzsüzlüğünü bile gösterebilirlerdi.”

Bu satırlar Sunay Akın’ın 1997’de yayımlanan Kız Kulesi’ndeki Kızılderili kitabından. Sunay Akın elbette ne bir tarihçi, ne de bir resmi tarih vakanüvisi. Ama onun tarihi anekdotlarla dolu denemeleri insana kimi zaman resmi tarihten daha güvenilir geliyor. Çünkü Akın bize ahlaki ve kişisel bir süzgeçten geçirdiği tarihsel olayları anlatırken daha çok sağduyumuza seslenmektedir. Sunay Akın, Kız Kulesi’ndeki Kızılderili’de Amerikan tarihinin Vahşi Batı diye adlandırılan dönemiyle ilgili süregelmiş yanılgılarımızı, adil olmayan bir bakış açısını, medyanın sihirli değneğiyle yarattığı bir ilüzyonu yıkmaya çalışıyordu.






Kötüler tüy takar, iyiler şapka giyerdi!


Kızılderililerin sıklıkla “kötü adam” olduğu kovboy filmleriyle yetiştik hepimiz. Haliylen çocukluğumuzdaki oyunlarda da kovboylar hep “iyi adamlardı.” Taraf seçme zamanı geldiğinde hep kovboy olmak istedik. Ta o zamandan erdemi keşfedip “iyi adam”lığa özendiğimizden değil, çocuk aklımızla bile içten içe kaybedenin hep Kızılderililer olduğunu bildiğimizden. Çocukken iki şeyi istemezdik zaten; maçlarda kaleye geçmek (iyi bir kaleci olsak bile) ve dengmanda Kızılderili olmak.

Vahşi Batı’yla ilgili en büyük yanılgı kovboyların kahraman, Kızılderililerin düşman olduklarına inandırılmamızdı. Beyazlar Yeni Dünya’ya geldiler, Kızılderililerin elinde ne var ne yoksa aldılar ve onları öldürdüler. Yetmedi onları tecrit ettiler, hastalıktan, açlıktan kırılmalarını sessizlikle izlediler, soylarını tükenme noktasına getirdiler.




Kovboy filmlerinde ise farklı hikayeler anlatıldı bize. John Wayne’in şahsında hayat bulan “Beyaz Amerika” cesur, fedakar, becerikli ve alicenaptı. Dört dörtlük bir kahramandı. O filmlerin çoğunun altına imza atan, beyazperdede binlerce Kızılderili öldüren büyük yönetmen John Ford yıllar sonra nedamet getirdi:

“Şunu kabul edelim ki onlara çok kötü davrandık. Bu bizim için bir lekedir. Haksızlık yaptık, çaldık, öldürdük, katlettik her şeyi yaptık. Ama onlar bir tek beyazadam öldürdüğü zaman, aman tanrım, ordular çıkageldi.”

Ridley Scott’ın yönettiği 2001 tarihli Kara Şahin Düştü filminde bu düşüncenin tezahürünü görürüz. Film, 1993’te Birleşmiş Milletler Barış Gücü kapsamında Somali’de bulunan Amerikalı askerlerin bir operasyon sırasında girdikleri çatışmayı hikaye eder.

Film boyunca Amerikalı askerlerin kahramanlıklarını izler, onlar için üzülür ya da seviniriz. Filmin dramatik kurgusu bizi onlarla empati kurmaya zorunlu kılar. Film bittiğinde jenerikte bir yazı belirir.

Filmin hikayesinin gerçek olduğunu belirten yazı karşılıklı kayıpları da yazar. Amerikalıların 19 kişisine karşın, Somaliler bu çatışmada 1000 kişi kaybetmişlerdir. Ortada bir yanlışlığın olduğu fikrine kapılırız o an.

John Ford gibi Kızılderililerin uğradığı haksızlıkları farkında olan başka sinema insanları da vardı. Hayatı boyunca Kızılderilerin mücadelesine maddi manevi yardımlar yapan Marlon Brando Baba filmiyle kazandığı Oscar’ı reddetmişti bu uğurda. Üstüne üstlük bir bildiri okuması için kendi yerine törene “Küçük tüy” adlı bir Kızılderili kadını yollamıştı Brando.

Hollywood bile günah çıkarmak zorunda hissetti kendi kimi zaman, kıyısından köşesinden tarihiyle hesaplaştı. Kızılderililere yapılanları yeren filmler yapıldı. Wounded Knee Katliamı ayıbı sinema üzerinden kabul edildi. Kurtlarla Dans’a Oscarlar layık görüldü. Yakın tarihli bir filmden örnek verelim. Tom Cruise, 2003 tarihli Son Samuray’da mensup olduğu ordunun Kızılderililere yaptıkları karşısında duyduğu vicdan azabıyla çöküntüye uğrayan Amerikalı Yüzbaşı Nathan Algren’i canlandırıyordu. Algren, azap içindeki ruhu için ruhunun kurtuluşu benzer bir sonla karşı karşıya kalan Japon samuraylarıyla birlikte savaşmakta buluyordu.

İnek katili Buffalo Bill!
Amerikan tarihinin en renkli dönemidir Vahşi Batı yılları. 19. yüzyılda Missisipi Nehri’nin batısında kalan topraklarda olup bitenden ibarettir her şey. Ama onlarca kahraman, onlarca kanun kaçağı ve onlarca ilginç tarihi kişilik sığmıştır bu kısa döneme. En başında belirttiğimiz gibi bu karakterler resmi tarihe ama özellikle de popüler kültüre gerçekten olduklarından biraz daha farklı yansıtılmışlardır. Nedeni ise basitti. Örneğin; Buffalo Bill takma adıyla nam salan William Frederick Cody’nin bir kahraman değil de, anasının gözü bir fırsatçı olması, ne Amerika’ya şanına yakışır bir tarih yaratmaya çalışan resmi tarihçilerin, ne de Buffola Bill’in sözde kahramanlıklarından para kazanan yayıncılara, gazetecilere fayda sağlardı. Cody, Kızılderililerin en önemli besin kaynağı olan buffaloların soyunun tükenmesinde 4 bin küsur buffola öldürerek büyük pay sahibi oldu.







(Avcılık adına bir başarı da söz konusu değildi çünkü sürü halinde gezdiklerinden, fazla zeki olmadıklarından bir buffola öldürmek zamanı, tüfeği ve cephanesi olan herkes için mümkündü.)

Bunu yaparken hem Kızılderililerin yok edilme süreçine katkıda bulundu, hem de buffola derilerinden hatırı sayılır bir servet kazandı. Buffola bitince de kurduğu sirkle Amerika’yı dolaşmaya ve insanlara Vahşi Batı gösterileri sunmaya başladı.

O güne kadar Vahşi Batı’yı yalnızca kulak dolma bilgilerden, üç kuruşluk romanlarla yaratılan efsanelerden ve gazetelerin uydurma hikayelerinden duyan doğulular “büyük kahraman” Buffola Bill’in Vahşi Batısı’nı ve o toprakların mağlubu Kızılderili reislerini görmek için akın ettiler bu sirke. Cody bir kez daha ceplerini doldurdu.

Resmi tarihin kahraman olarak lanse etmeye çalıştığı bir diğer isim General George Armstrong Custer da madalya, şan, şöhret uğruna Kızılderili katletmekte mahsur görmeyen bir askerdi. Sonunda Cheyennelerin bozguna uğrattığı bu “kahraman” kendi kibirinin ve hırsının kurbanı olmuştu.


Zamanın Amerikan ordusunda Custer’dan çok daha tehlikeli subaylar, hükümette ise daha kötü niyetli politikacılar vardı. Kızılderili kanına susamış bu rütbeliler katliamlar yaptılar, rüşvet yiyen politikacılar da daha fazla katliam yapılmasına ön ayak oldular. Büyük iş adamlarının mimarlığın üstlendiği bu katliamların en büyük motivasyonu paraydı. Kızılderililerin değerli arazilerine el koymak, yerleşime açacakları bu topraklara tren yolu kurmak, burlarda altın aramak güç odaklarını vazgeçemeyecekleri kapitalist rüyalardı.



Gerçek Daltonlar aslında polisti
Öldürüldükten hemen sonra ibre-i alem için sergilenen Bob ve Grat Dalton, suç ortakları Bill Power ve Dick Broadwell ,Goscinny’in yarattığı çizgi roman kahramanı Red Kit’in azılı düşmanı Dalton Kardeşler (Joe, Jack, William, Avarel) gerçekten yaşamış ünlü Vahşi Batı figürlerinin sözde oğullarıdır. Gerçek Dalton Kardeşler’in adı Bob, Grat, Bill ve Emmet idi. Suç kariyerlerine başlamadan önce kanun adamıydılar ki, bu da Sunay Akın’ın Vahşi Batı’nın kanun adamlarıyla ilgili sözlerini haklı çıkarır mahiyette bir durum. Daltonlar içki satmak, at hırsızlığı ve soygun gibi suçlardan aranıyorlardı. İki kardeş Bob ve Grat, Coffeyville kasabasında soygun yapmaya çalışırlarken suç ortakları Bill Power ve Dick Broadwell’le birlikte öldürülmüşlerdir. Emmett bu olaydan canlı çıkan tek kardeş olmuştu. Bill ise çok daha önceden tutuklandığı için kötü sondan kurtulabilmişti.

* ABD ordularına karşı savaşan son kızılderili kabile şefi Oturan Boğa. (Tatanka Iyotake)



Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

AFORİZMALAR ... Nietzsche ağladığında


Benim arzum, başkalarının bir kitapta anlattıkları şeyi on cümlede anlatmaktır."

Nietzsche' nin aforizmaları ..... Üzerinde düşünülesi , büyük bir filozofun söyleyişleri ya da bir şizofrenik delinin hezeyanları ..Hangi açıdan baktığınıza bağlı :

ÖLÜMÜN SON İYİLİĞİ BİR DAHA ÖLÜMÜN OLMAMASIDIR.



BENİ ÖLDÜRMEYEN ŞEY BENİ GÜÇLENDİRİR.



KENDİ ALEVLERİNİZDE YANMAYA HAZIR OLMALISINIZ: ÖNCE KÜL OLMADAN KENDİNİZİ NASIL YENİLEYEBİLİRSİNİZ?



ÜMİT EN SON KÖTÜLÜKTÜR, ÇÜNKÜ İŞKENCEYİ UZATIR.



İNSAN RUHU YAPTIĞI SEÇİMLERLE BELİRLENİR.



ÖZDEYİŞLER HÂLİNDE VE KANIYLA YAZAN KİMSE OKUNMAYI DEĞİL, EZBERLENMEYİ İSTER.



BİLGİ ERMİŞLERİ OLMAK ELİNİZDEN GELMİYORSA, HİÇ DEĞİLSE BİLGİ SAVAŞÇILARI OLUN.



VE CEZA, SALDIRGAN İÇİN AYNI ZAMANDA BİR HAK VE ŞEREF OLMAZSA, CEZANIZ EKSİK OLSUN!



RÜZGARA KARŞI TÜKÜRMEKTEN SAKININIZ!



PEKİ SİZ, DOSTLAR, BEĞENİ VE BEĞENME TARTIŞILMAZ MI DİYORSUNUZ? FAKAT BÜTÜN HAYAT BEĞENİ VE BEĞENME ÜSTÜNE BİR TARTIŞMADIR!



KENDİN ALABİLECEĞİN BİR HAKKI, BIRAKMAYACAKSIN SANA VERMELERİNE!



RUH, HAYATIN BAĞRINA SAPLANAN HAYATTIR.



HER ŞEY BİRBİRİNDEN DAHA GEREKLİDİR.



ACI DER: "YIKIL!"



SENİ SEVİYORSAM , SANA NE BUNDAN?



İNANÇLAR HAKİKAT DÜŞMANLARI OLARAK, YALANLARDAN DAHA TEHLİKELİDİR.



İNSANLAR EŞİT DEĞİLDİRLER.



NE DENLİ YÜKSELİRSEK, UÇMAK BİLMEYENLERE O DENLİ KÜÇÜK GÖRÜNÜRÜZ.



KADINI KADININ İÇİNDE ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞTURMALI!



UÇURUMLARI SEVENİN KANATLARI OLMALI.



EN YÜCE DAĞLARA TIRMANAN GÜLER BÜTÜN ACIKLI OYUNLARA VE ACIKLI GERÇEKLERE!


(Nietzsche) KADININ NASIL BİR NİMET OLDUĞUNU TÜM DERİNLİĞİ İLE HİSSETMEK GEREKLİDİR.

************************************************

NEDEN'İ OLAN, NASIL'A KATLANIR.

************************************************

BİZLER ARZU EDİLENDEN ZİYADE ARZULAMAYA AŞIĞIZ.

************************************************

EY ULU YILDIZ! KENDİLERİNE IŞIK SAÇTIKLARIN OLMASAYDI, SAADETİN NERDE KALIRDI!

************************************************

ZAYIFLAR BİZİ KENDİ GÜCÜMÜZDEN UTANMAYA ZORLADIKLARI İÇİN KAZANDILAR.

************************************************

GERÇEKTEN DE HAYATIN ANLAMI OLMASAYDI, VE BEN ANLAMSIZI SEÇMEK ZORUNDA OLSAYDIM, BENCE DE EN SEÇİLESİ ANLAMSIZLIK OLURDU BU.

************************************************

YAŞAMA KARŞI SORUMLULUĞUMUZ DAHA YÜCESİNİ YARATMAKTIR. DAHA ALÇAĞINI DEĞİL.

************************************************

SİZ YÜKSELMEK İSTEYİNCE YUKARIYA BAKARSINIZ, BENSE AŞAĞIYA
BAKARIM ÇÜNKÜ YÜKSELMİŞİM.

************************************************

BİR UÇURUMUN İÇİNE BAKTIĞINIZDA, UÇURUM DA SİZİN İÇİNİZE BAKAR.

************************************************

İNSAN KAHKAHALARLA GÜLDÜĞÜ ZAMAN, KABALIĞI İLE TÜM HAYVANLARI GERİDE BIRAKIR.

************************************************

RUH ARAYANDA, HİÇ RUH YOKTUR.

************************************************

ANCAK ÖBÜR GÜNDÜR BENİM OLAN. KİMİLERİ ÖLDÜKTEN SONRA DOĞAR.

************************************************

İNANÇ GERÇEĞİ BİLMEK İSTEMEMEKTİR.

************************************************

YÜKSEK DAĞDA BUZ İÇİNDE GÖNÜLLÜ YAŞAMAKTIR FELSEFE.

************************************************

ŞÜPHE DEĞİL, KESİNLİKTİR İNSANI DELİ EDEN...

************************************************

HEP ÖĞRENCİ KALAN İNSAN, ÖĞRETMENİNE BORCUNU KÖTÜ ÖDÜYOR DEMEKTİR.

************************************************

BUGÜNE DEK VARLIĞA KARŞI EN BÜYÜK İTİRAZ NEYDİ? TANRI...

************************************************

KENDİNİ BİLGİYE ADAYAN İÇİN YALNIZCA DÜŞMANINI SEVMEK YETMEZ; DOSTUNA DA KİN DUYABİLMELİDİR.

************************************************

TEK BİR ŞEY OLABİLMEK, TEK BİR ŞEYE VARABİLMEK İÇİN, ÇOK YERDE, ÇOK ŞEY OLMAK, BU BENDEKİ SAĞDUYUDUR.

************************************************

SANAT HAKİKATTEN DAHA DEĞERLİDİR.

************************************************

NİHİLİZM NE DEMEKTİR? -EN YÜKSEK DEĞERLERİN, KENDİLERİNİ DEĞERDEN DÜŞÜRMESİ.

************************************************

NEREDE CANLI BULDUYSAM, ORADA GÜÇ İRADESİ BULDUM; HİZMET
EDENLERİN İRADESİNDE BİLE EFENDİ OLMA İRADESİ BULDUM.

************************************************

BEN, İKİ İNSANIN DAHA YÜCE HAKİKATİ BULMAK İÇİN, BİR İHTİRASI PAYLAŞTIĞI BİR AŞK DÜŞÜNÜYORUM.

************************************************

UYGARLIK TARAFINDAN YOKEDİLME TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA OLAN BİR UYGARLIK ÇAĞINI YAŞIYORUZ.

************************************************

BÜTÜN YARGILAYANLARIN GÖZÜNDEN BİR CELLAT BAKAR.

************************************************

ERDEM UYUMUŞSA DEHA ZİNDE KALKAR.

************************************************

İNSANLAR IŞIĞIN ÇEVRESİNDE TOPLAŞIRLAR, DAHA İYİ GÖRMEK İÇİN DEĞİL, DAHA İYİ PARILDAMAK İÇİN.

************************************************

KİŞİ, IŞIĞINI KARARTMAYI DA BİLMELİDİR, BÖCEKLERDEN VE HAYRANLARDAN KURTULMAK İÇİN.

************************************************

BEKLEMEK AHLAKSIZ KILAR.

************************************************

KANMIŞLIKLAR, DOĞRULUĞUN YALANLARDAN DAHA TEHLİKELİ DÜŞMANLARIDIR


************************************



Şimdi de , "Nietzsche Ağladığında " kitabından seçme notlar :


Kitabın İncileri

--------------------------------------------------------------------------------

Artık bakması için konsantre olması gerekmiyordu. Artık retina ve korteks tam bir işbirliği içinde.. Sayfa: 11

--------------------------------------------------------------------------------

Sizden iyileştirmenizi istediğim Nietzsche'nin bedeni değil, ümitsizliğidir. Sayfa: 18

--------------------------------------------------------------------------------

Evlilik ve ona eşlik eden mülkiyet ve kıskançlık ruhu tutsak eder. Sayfa: 22

--------------------------------------------------------------------------------

...ne kadın ne de erkeğin artık zayıflıklarıyla birbirlerine zulmetmeyecekleri günlerin geleceğini umuyorum." Sayfa: 22

--------------------------------------------------------------------------------

Belki part-time bir evlilik bana uygun olabilir.. Sayfa: 26

--------------------------------------------------------------------------------

Hayalinde bir süpürge kaptı ve bütün cinsel düşünceleri sildi süpürdü. Sayfa: 30

--------------------------------------------------------------------------------

Üçümüzün zihinsel bir yaşamı paylaşacağımıza, birlikte ciddi felsefi çalışmalar yapabileceğimize inanmıştım. Sayfa: 34

--------------------------------------------------------------------------------

Bizim kardeş beyinlerimiz vardı; yarım sözcükler, yarım cümlelerle, yalnızca hareketlerle birbirimize çok şey anlatabiliyorduk. Sayfa: 36

--------------------------------------------------------------------------------

Bakışlarının adeta gizli bir defineyi korurmuşçasına içeriye baktığını. Sayfa: 67

--------------------------------------------------------------------------------

Bazen baş ağrılarımın, beynimdeki doğum sancıları olduğunu düşünüyorum. Sayfa: 75

--------------------------------------------------------------------------------

Fiziksel açıdan sağlıklı olmanın, toplumsal ve psikolojik açıdan sağlıklı olmaya bağlı olduğunu düşünüyorum. Sayfa: 81

--------------------------------------------------------------------------------

Dürüstlük-dürüst sorular, dürüst cevaplar- en iyi ilaçlardır. Sayfa: 86

--------------------------------------------------------------------------------

Genellikle sorulmayan soru en önemli sorudur! Sayfa: 88

--------------------------------------------------------------------------------

Ama rağbet görmeyen bir gerçeğin, herşeyi zorlaştırmanın iyi olan bir yanı var mıdır? Sayfa: 88

--------------------------------------------------------------------------------

"Neysen o ol. Gerçekler olmadan kişi kim ya da ne olduğunu nasıl keşfedebilir?" Sayfa: 89

--------------------------------------------------------------------------------

"Ümit mi? Ümit en son kötülüktür!
..Pandora'nın kutusu açılıp, Zeus'un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit. O zamandan beri, insanlar yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladı. Fakat Zeus'un arzusunun, insanların, kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır." Sayfa: 90

--------------------------------------------------------------------------------

Her insanın ölümü kendine aittir. Ve herkes kendi tarzını belirleyebilmelidir. Sayfa: 91

--------------------------------------------------------------------------------

Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır.. Sayfa: 91

--------------------------------------------------------------------------------

Gerçek onsuz yaşayamayacağımız bir yanlıştır..
Gerçeğin düşmanı yalanlar değil, inançlardır.. Sayfa: 98

--------------------------------------------------------------------------------

Yalan, yeni yalanlar doğurur.. Sayfa: 99

--------------------------------------------------------------------------------

"Düşünceler, duygularımızın gölgesidir; ama her zaman daha karanlık, daha boş ve daha sade." Sayfa: 100

--------------------------------------------------------------------------------

Kemikleri, eti, bağırsakları ve kan damarlarını kaplayan deri nasıl insan görünümünü katlanabilir hale getiriyorsa, ruhun ajitasyonu ve ihtirası da kibirle kapatılmıştır; kibir, ruhu kaplayan deridir. Sayfa: 101

--------------------------------------------------------------------------------

...kaba birini taklit edebilecek kadar huysuzluğum üzerimde bugün.. Sayfa: 102

--------------------------------------------------------------------------------

Acaba bu zeka bir deliye mi yoksa dahiye mi ait? Sayfa: 107

--------------------------------------------------------------------------------

"Gördüğü birşeye yapışıp kalmakta inat eder; ama buna sadakat der." Sayfa: 109

--------------------------------------------------------------------------------

"Herşeyin derinine inmek: Bu zahmetli bir özellik. İnsanın gözlerini hep yorar ve sonunda insan isteyebileceğinden daha fazlasını bulur." Sayfa: 109

--------------------------------------------------------------------------------

Birinin kendisini başka birine açması ihanetin kapılarını açar ve ihanet insanı çok rahatsız eder değil mi? Sayfa: 119

--------------------------------------------------------------------------------

Bazıları ise o anda yaşadıklarını daha önce de yaşadıkları gibi bir duyguya kapıldıklarını belirtiyorlar. Fransızlar buna deja vu diyorlar.. Sayfa: 120

--------------------------------------------------------------------------------

Hegel ölüm döşeğindeyken, kendisini bir tek öğrencinin anladığını, ama onun da yanlış anladığını söylemiş! Sayfa: 123

--------------------------------------------------------------------------------

Yanından geçen bir soru, en küçük soru tohumu, ana değdiği noktada filizlenip yeni sürgünler veriyordu. Sayfa: 123

--------------------------------------------------------------------------------

"Beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir." Sayfa: 124

--------------------------------------------------------------------------------

Belki 'ben' ve bedenim, zihnimin arkasından bir dolap çeviriyordur. Bildiğiniz gibi zihin, tuzaklarla dolu arka sokaklarda gezinmeye bayılır. Sayfa: 125

--------------------------------------------------------------------------------

Yalnızlık, hastalıkların üreyebileceği en uygun ortamdır. Sayfa: 129

--------------------------------------------------------------------------------

Hiç kimsenin bir şeyi sırf başka birisi için yapmadığını göreceksiniz. İnsanın bütün eylemler kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendine hizmettir, bütün sevgisi kendini sevmesindendir. Sayfa: 137

--------------------------------------------------------------------------------

İnsanlar vedalaşırken, genellikle olayın sürekliliğini inkar eden sözler dile getirmeyi severler: Birbirlerinden ayrılırken 'Auf Wiedersehen' yani tekrar görüşene kadar, derler. Yeni bir araya gelme planları yapmakta çok aceleci davranırlar, ama bunu unutmakta daha da acelecidirler. Sayfa: 173

--------------------------------------------------------------------------------

"bir erkek ancak bir erkek gibi davranarak onun içindeki kadının ortaya çıkmasına yol açar." Sayfa: 202

--------------------------------------------------------------------------------

Bazen herkesin gizli bir anahtar cümlesi vardır diye düşünüyorum. Sayfa: 231

--------------------------------------------------------------------------------

Hayat, doğru cevapları olmayan bir sınav. Sayfa: 233

--------------------------------------------------------------------------------

İnsan dostunu, düşmanından daha zor affediyor. Sayfa: 251

--------------------------------------------------------------------------------

..insanları etkilemek için akılcılığı bir kenara bırakıp daha aşağı düzeydeki becerileri kullanırsak, elimize geçenin daha ucuz ve daha aşağı düzeyde bir insan olacağıdır. Sayfa: 259

--------------------------------------------------------------------------------

Kayalığa yapışan bir midyenin direnme gücü var onda.. Sayfa: 273

--------------------------------------------------------------------------------

Belki benim öğrencilerim henüz dünyaya gelmediler. Benim günlerim yarından sonraki günler. Bazı
filozoflar ölümlerinden sonra doğarlar! Sayfa: 302


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

ZİYA PAŞA EĞER BUGÜN YAŞASAYDI .. ( ÜNLÜ BEYİTLERİ )



Ziya Paşa , bugün yaşasaydı ,inanın yine ayni şeyleri , hatta daha fazlasını söylerdi .. Bi okuyun bakalım ne düşündürecek size Ziya Paşa'nın beyitleri :


Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık

Zîra ki ziyan ortada bilmem ne kazandık


*************************************


Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir

(Nush : Nasihat ; tekdir :azarlama ; kötek :dayak-)



********************************


Dehrin ne safâ var acaba sîm ü zerinde
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde

(Dünyanın altınında ve gümüşünde ne mutluluk olabilir ki? İnsanlar ahiret yolculuğuna çıkarken bunların hepsini geride bırakır.)

***********************************
Bu beytin devamı olan beyit daha da meşhurdur ve bir atasözü gibi edebiyat severler tarafından ezbere okunur:

Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde

(Seyretmek :Seyahat etmek ; Üzre : üzerinde )



*************************************


Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim
Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde

(Birçok acemi müneccim gökte yıldız ararken gaflete dalarak yollarındaki kuyuyu görmezler.)



**********************************

Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

(Kişinin aynası işidir, lâfa bakılmaz; bir kişinin aklının seviyesi yaptığı işte görünür.)

*********************************


Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde

(Onlar ki dünyaya lâf ile nizam verirler. Onların evlerine gidip bakın, hânelerinde bin türlü ihmal ve düzensizlik görürsünüz.)


********************************************


Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz
Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.

(Milyonla çalanlar yüksek ve şerefli mevkilere yükseltilerek baş tacı edilir; birkaç kuruş çalan hırsız ise kürek cezasına çarptırılır.)


***********************************


Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir

(Kötü asıllı -soysuz birine üniforma soyluluk mu verir; eşeğe altın işlemeli semer vursan yine eşektir. )


******************************

İkbâl için ahbabı siayet yeni çıktı
Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı

(
Yüksek mevkilere erişebilmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı; önceden bilmezdik, bu türden hüner ve beceri yeni çıktı.)


**************************


Sadıkları tahkir ile red kaide oldu
Hırsızlara ikram ü inayet yeni çıktı

(Allah’a ve vatanına sadık olanları aşağılamak ve onları reddetmek kural hâline geldi, hırsızlara ikramda bulunmak ve yardım etmek yeni çıktı.)


Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi
Hainlere amma ki riayet yeni çıktı


(Gerçi eskiden de doğruyu söyleyenlerden nefret edilirdi ama hainlere saygı göstermek, onları koruyup kollamak, onların emirlerine uymak yeni çıktı.)


Milliyeti nisyan ederek her işimizde
Efkâr-ı Frenge tebaiyyet yeni çıktı


(Yaptığımız her işte millî birlik ve şahsiyeti unutarak Avrupalıların fikirlerine uymak yeni çıktı.)

Ziya Paşa nur içinde yatsın. Keşke günümüzde de Ziya Paşalar olsaydı. Olsaydı da çarpıklıkları, kokuşmuşlukları böyle güzel şiirlerle haykırsaydı…



pek rengine aldanma felek eski felektir
zira feleğin meşreb-i nasazi dönektir

ya bister-i kemhada ya viranede can ver
çün bay u geda hake beraber girecektir

allah'a sığın şahs-i halimin gazabından
zira yumuşak huylu atın çiftesi pektir

yaktı nice canlar o nezaketle tebessüm
Şirin dahi kasdetmesi cana gülerektir

bed-asla necabet mi verir hiç üniforma
zerduz palan ursan eşşek yine eşşektir

bed-maye olan anlaşılır meclis-i meyde
İşret güher-i ademi temyize mihenktir

nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir
tekdir ile uslanmayanin hakki kötektir

nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz
divanelerin hemdemi divane gerektir

afv ile mübeşşir midir eshab-i meratib
kanun-i ceza acize mi has demektir

milyonla çalan mesned-i izzete serefraz
birkaç kuruşu mürtekibin cay-i kürektir.



Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

3 şehrin analizi ... Ankara - Istanbul- Izmir


Ankara..
En iyi kalpli üvey ana. Bu şehri bu kadar yalın anlatan başka
bir şey olamaz sanırım. Sorumluluklarını bilen, asla kötü davranmayan ama
sonuçta bir üvey ana olan Ankara . Bu şehirde insanlar bekler. Emekliliği,
askerin bitmesini, rüşvetin gelmesini, gönderdiğiniz
evrakın cevaplanmasını , suskun devletin konuşmasını beklerler. Taşı
çatlatacak bir sabırla bir şeyleri beklerler, kim bilir bekledikleri
hayattır.

Belki denizi görselerdi beklemezlerdi. Denizi su sanıyorlar.
Suyu görmek için göllerin kıyısına gidersiniz ama su ufka uzanmaz. Bir
suyu deniz yapan ufuk yoktur Ankara'nın göllerinde. Oysa ne önemlidir
suyun hiç bitmemesi ve uysal bir sevgili gibi gökyüzüyle birleşmesi. O
vaatker ufuk çizgisi, o nasıl güzeldir. Her zaman ötelerde bir şey
olduğunu fısıldayan o şehvetli çizgi. Insanlar Ankara'da beklerler, kim

bilir bekledikleri hayattır.


Istanbul'da ise durum daha vahimdir. Hayat sanki bir adım ötede
duruyor gibidir. Doğruya doğru, dünyanın en güzel şehridir Istanbul, ama
hayat eli çabuk davranır. Daha siz elinizi uzatmadan işveli bir kadın gibi
kaçar gider. Bu yüzden hırsla kovalarlar hayati
Istanbullular. Beklediği şeyin belki de hiç gelmeyeceğini söyleyen şeytani
fısıltıya rağmen, Ankaralının dingin tevekküllü bekleyişinde bir huzur
vardır. Ama Istanbullunun hırslı kovalamacasında ne huzur vardır ne de
tatmin. Dünyanın en güzel şehri hemen kol mesafesindeyken kendilerini
yiyip yutan bir kovalamacanin içinde kaybolur giderler. Hayat kaçar, onlar
kovalar.






Ama Izmir...



Izmir'de hayat beklenmez, kovalanmazda. O zaten sizinle
beraberdir. Ufkun ötesini muştulayan bir deniz vardır. Mutlulukla
dolu, sakin bir sevişmenin tadındadır körfez. Körfez vapurlarının
sakin gidişinde hırslarınız yok olur, kovalamayı bırakırsınız, hatta
martılara gevrek atacak kadar iyilikle dolarsınız. Ne varsa bu
şehirde, bayatlamış vapur çayı bile nektar olur. Hafta sonları denize
doğru bir göç başlar. "Ey hayat, biz Çeşme'ye gidiyoruz sen de arkadan
gel" der Izmirliler muzipçe. Ve ne gariptir ki hayat, uslu bir çocuk gibi
onların peşinden gider. Ne garip, uçak biletinin üzerinde adımın hemen
yanında yazan IZM harflerine sevgiyle bakıyorum. Sabırsızım, sevgilisine
kavuşacak aşıklar kadar.


Cemal SÜREYA


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!
Web Analytics