ZAMAN VE BAŞARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ZAMAN VE BAŞARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

EİNSTEİN VE ŞOFÖRÜ

Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile gidermiş. 
Yine  bir konferansa gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein'a; 
"Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz herşeyi kelimesi  kelimesine biliyorum" demiş. 
Einstein gülümseyerek ona bir teklifte bulunmuş:
"Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar... 
O halde bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim,  benim yerime sen konuş, ben de  arka sırada seni dinlerim." 

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

AÇ KAL , BUDALA KAL ....!

Steve JOBS ' un Stanford Üniversitesindeki  konuşmasını yayınlamıştık bir zamanlar ..
Steve JOBS , geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti . Değerini hiç bir  zaman kaybetmeyecek  olan o ünlü  konuşmasını yazılı ve  sözlü olarak yeniden sunuyoruz :

Stanford Üniversitesinin kuruluşu ile ilgili anlatılan bir hikaye vardı..Bir ara onu yazmıştım..
Bu defa , Steve JOBS'u dinliyoruz.. Gerçi bir çok yerde yayınlandı ama yine de , defalarca izlemeye değer.
Üniversitenin mezuniyet törenine konuşma yapması için davet edilen Jobs , burada yaptığı konuşmada ,derinlemesine ironik yaklaşımlarla yalnız öğrencilere değil , tümümüze hayat dersleri vermektedir.
Kendine ve kendi sezgilerine güvenmeyi öğreniyoruz Jobs'tan :


AÇ KAL , ÇILGIN KAL  ... !



Alesinin çok düşük maddi imkanlarını boşa tüketmemek için Üniversiteyi bırakan ve ardından , APPLE ve Machintosh isimlerini yaratan Steve JOBS kimdir peki ?
Pazarlama Trendleri'nden izleyelim:
Evlenmemiş annesi 1955 yılında Steve’i doğurup evlatlık vermiş. Onu evlatlık alan anne üniversiteyi, baba ise liseyi dahi bitirmemiş. 17 yaşında üniversiteye başlıyor ancak ailesinin karşıladığı okul parasına değmeyeceğini düşünüp 6 ay sonra bırakıyor okumayı. Yani o da ailesi gibi üniversite mezunu değil. Hayatındaki birçok başarısını ise işte bu kararına bağlıyor.

Kısa bir süre Atari’de çalıştıktan sonra 20 yaşındayken arkadaşı Steve Wozniak ile ailesinin garajında Apple‘ı kuruyorlar. İlk sermayesi de eski VW minibüs ve hesap makinasını satarak kazandığı paradan oluşuyor.
Apple I, Apple II, Apple III denemelerinden sonra 30 yaşına bastığında Macintosh da çıkıyor görücüye. Apple’ın başkanlık koltuğu için “Ömrünün sonuna kadar sadece şekerli su mu satmak istiyorsun yoksa dünyayı mı değiştirmek istiyorsun ?” diyerek Pepsi Cola’dan (CEO) ayarttığı John Scully ile daha sonradan anlaşamıyor, herkesin önünde kavga ediyor ve kendi kurduğu şirketinden kovuluyor. Yıl 1985.

Steve Jobs ise İyi ki kovmuşlar diyor. NeXT Computers ve daha sonra da Pixar Animation Studios‘u kuruyor. Daha sonra Apple’da işlerin kötü gitmesi üzerine 1996′da danışmanlık yapmaya başlıyor. 1997′de ise ne yapıp edip Apple’ın NeXT’i satın almasını sağlıyor ve yeniden başkan oluyor kurduğu şirketine. Yıllık 1 dolarlık maaşıyla Guiness Dünya Rekorları’nda en düşük maaşlı CEO ünvanına sahip. Apple’daki hisselerinden aldığı yıllık 30 milyon dolar ve Pixar’ın bugünlerde Disney’e satışından aldığı 7.4 milyar dolar ile de geçimini sağlıyor!


Kişisel bilgisayar sektörünün kurallarını yeniden yazan  iMac ve bugün dünyanın en ünlü markalarından biri iPod. Devamında iTunes, iCon, “i” ile başlayan herşey!


Mükemmellik, yenilik, yaratıcık ve kolay kullanıma yönelik tasarıma olan tutkusunun yanında astığı astık, kırıcı ve çok direkt olan iletişim ve yönetim tarzından dolayı ya çok sevilen, ya da nefret edilen bir dahi Steve Jobs.


Çok etkiliyeci bir konuşması var Stanford mezunlarına. Daha önce okuma şansınız olduysa önemli değil, bir kez daha okuyun. ( Teşekkürler Tunç Kılıç, Fikir Atölyesi)
Siyah cübbenin altında kot pantalon ve sandaletleriyle Steve Jobs. Stanford Üniversitesi mezuniyet töreni 12 Haziran 2005. Stanford Stadyumu; 4.662 mezun, 23.000 izleyici:

........................İşte ünlü konuşmanın metni :


“Bugün dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum.
 Ben üniversiteden hiç mezun olmadım. Doğruyu söylemek gerekirse, mezuniyete en yaklaştığım an da bu an!
Sizlere hayatımla ilgili üç hikaye anlatacağım. Hepsi bu. Büyütülecek birşey değil. Sadece üç hikaye.

İlki ,  noktaları birleştirmekle ilgili. İlk 6 aydan sonra Reed Üniversitesinde derslere girmeyi bıraktım, ancak gerçek anlamda okulu bırakana kadar bir 18 ay kadar daha okulda kaldım.
 Okulu neden bıraktım?
Olay ben doğmadan başlamıştı. Biyolojik annem genç, evlenmemiş bir üniversite mezunuydu ve beni evlatlık vermeye karar vermişti. Beni üniversite mezunu bir çiftin evlatlık almasını çok istiyordu, sonunda da bir avukat ve karısı tarafından alınmam için herşey hazırdı. Tek sorun, ben ortaya çıktıktan sonra, beni evlat edinecek çiftin esasında bir kız çocuğu istediklerini anlamış olmalarıydı. Bir gece yarısı, bekleme listesinde olan müstakbel aileme bir telefon geldi: “Elimizde beklenmedik bir erkek bebek var, onu istiyor musunuz?”. Onlar da “tabii ki” diye yanıtladılar. Biyolojik annem, annemin üniversiteyi, babamın ise liseyi bile bitirmemiş olduğunu öğrendiğinde evlatlık verme işlemini tamamlayacak son kağıtları imzalamayı reddetti. Ancak birkaç ay sonra, ailemin beni üniversiteye yollayacaklarına dair söz verdikten sonra ikna oldu.

Ve 17 sene sonra üniversiteye başladım ama saf bir şekilde neredeyse Stanford kadar pahalı bir okul seçtim, ve emekçi ailemin bütün birikimleri benim okul parama gidiyordu.
Altı ay sonra, buna değmeyeceğini farkettim.
Hayatımla ilgili ne yapmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu ve üniversitenin de bunu bulmam için bana nasıl fayda sağlayacağını çözememiştim.
Ve orada durmuş ailemin hayat boyu biriktirdiği parayı harcıyordum..

Sonuçta okulu bırakmaya ve herşeyin yoluna gireceğine inanmaya karar verdim.
O zaman çok korkutucu gelmişti ama geriye dönüp baktığımda hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri olduğunu görüyorum.
Okulu bıraktığım an, zorunlu fakat gereksiz olan ve ilgimi çekmeyen tüm dersleri almama gerek kalmamıştı. Böylece sadece bana ilginç gözüken derslere girebilecektim.

Bu aslında hiç de romantik bir durum değildi. Yurt odam olmadığından arkadaşlarımın odalarında yerde yatıyor, kola şişelerinin 5 sentlik depozitolarıyla yemek alıyor, her pazar akşamı güzel bir yemek yemek için 7 mil uzaktaki Hare Krishna kilisesine gidiyordum. Çok güzeldi. Merakım ve sezgilerim sayesinde içine düştüğüm çoğu şey daha sonra benim için paha biçilmez deneyimlere dönüştü.

Bir örnek vereyim: O zamanlar Reed Üniversitesi muhtemelen ülkedeki en iyi kaligrafi dersini veriyordu. Kampüsteki her poster, çekmecelerdeki her etiket, çok güzel şekilde elle kaligre edilmişti. Okulu bırakmış olduğum ve zorunlu dersleri almak zorunda olmadığım için kaligrafi dersi alıp nasıl yapıldığını öğrenmeye karar verdim. Serif ve san serif yazı karakterleri, değişik harf kombinasyonları arasındaki boşluğu ayarlama ve harika bir tipografiyi harika yapanın ne olduğu hakkında çok şey öğrendim. Çok güzeldi; tarihsel ve sanatsal olarak o kadar inceydi ki bilim hiçbir şekilde bunu yakalayamazdı ve ben bunu muhteşem buldum. Bunların hayatımda pratik bir uygulama bulma olasılığı yoktu. Ama on sene sonra, ilk Macintosh’u tasarlarken, bir anda aklıma geliverdi. Bunların hepsini Mac’te kullandık. Mac güzel bir tipografiye sahip ilk bilgisayardı.
Eğer o derse hiç girmemiş olsaydım, Mac hiç çok yönlü yazı karakterlerine veya boşlukları doğru orantıda kullanan fontlara sahip olmayacaktı.
Windows da Mac’ten kopyaladığına göre, hiçbir kişisel bilgisayarın bunlara sahip olmayacağı muhtemeldir. Okulu bırakmamış olsaydım, o kaligrafi dersine girmemiş olacaktım, ve kişisel bilgisayarlar şu an sahip oldukları o harika tipografiye sahip olamayabileceklerdi.
 Tabii ki üniversitedeyken noktaları ileriye bakarak birleştirmek imkansızdı. Fakat on sene sonra geriye dönüp baktığımda herşey çok ama çok berraktı.
Tekrar söylüyorum, noktaları ileriye bakarak birleştiremezsiniz; onları sadece geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz.
Noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmanız gerekiyor.
 Birşeye güvenmelisiniz - cesaretinize, kaderinize, hayata, karmaya, herhangi birşeye. Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yolda bırakmadığı gibi hayatımı da bütünüyle değiştirdi.

İkinci hikayem sevgiyle ve kaybetmekle ilgili.


Hayatımın erken bir döneminde neyi sevdiğimi bulduğum için şanslıydım.

Woz (Steve Wozniak) ve ben Apple‘ı 20 yaşındayken ailemin garajında kurduk. Çok yoğun çalıştık, ve 10 sene sonra Apple garajdaki iki kişiden, 4000 çalışanı olan 2 milyar dolarlık bir şirkete dönüşmüştü. En nadide ürünümüz Macintosh’u piyasaya sürdüğümüzde ben 30 yaşına yeni basmıştım.
Ardından kovuldum.

Kendi kurduğunuz bir şirketten nasıl kovulabilirsiniz?
 Şöyle: Apple büyük bir şirket haline geldiği için biz de şirketi benimle birlikte yönetebilicek, yetenekli olduğuna inandığım birini işe aldık ve ilk sene işler iyi gitti. Fakat daha sonra, geleceğe yönelik görüşlerimiz farklılık göstermeye başladı ve bir noktada koptu. Bu noktada yönetim kurulumuz onun tarafında yer aldı. Sonuçta 30 yaşında dışarıda kalmıştım. Hem de herkesin gözü önünde. Hayatımın odak noktası olan şey bir anda yokolmuştu, bu büyük bir yıkımdı.
Birkaç ay ne yapacağımı bilemedim. Bir önceki girişimci nesli yüz üstü bırakmış, rütbe tam bana teslim edilirken onu elimden düşürmüş gibi hissetmiştim. Dave Packard ve Bob Noyce’dan bu başarısızlığım için özür diledim. Fazla göz önünde olan bir başarısızlık sembolü olmuştum ve vadiden kaçmayı bile düşündüm. Fakat içimde bir şeyler uyanmaya başladı, yaptığım işi hala sevdiğimi farkettim. Apple’da olanlar bunu en ufak şekilde değiştirememişti. Dışlanmıştım ama hala aşıktım. Ve yeniden başlamaya karar verdim.

O zaman farkına varmamıştım ama Apple’dan kovulmak başıma gelebilecek en iyi şey olmuştu.
Başarılı olmanın ağırlığı yeniden başlamanın hafifliğiyle yer değiştirmişti, hiçbir şey hakkında eskisi kadar emin değildim. Hayatımın en yaratıcı dönemine girmek üzere özgürleşmiştim.

Sonraki beş sene NeXT adında bir şirket kurdum, Pixar adında başka bir şirket, ve eşim olacak inanılmaz kadına aşık olmuştum. Pixar’da dünyanın ilk bilgisayar animasyon filmi Toy Story‘yi yarattık ve şu an dünyanın en başarılı animasyon stüdyosuyuz. İnanılmaz olaylar zincirinden sonra, Apple NeXT’i satın aldı, ben Apple’a döndüm ve Apple’ın yenilenmesinin kalbinde NeXT’te geliştirdiğimiz teknoloji yatıyor. Ve Laurence ile harika bir aile kurduk.

Apple’dan kovulmamış olsaydım bunların hiçbirinin olmayacağından son derece eminim. Tadı çok kötü bir ilaçtı, ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı.

Bazen hayat kafanıza bir tuğlayla vurur. Sakın inancınızı kaybetmeyin.

Devam etmeme sebep olan şeyin yaptığım işe olan aşkım olduğuna ikna olmuş durumdayım.

Neyi sevdiğinizi bulmanız gerek. Ve bu aşklarınız için geçerli olduğu gibi işiniz için de geçerlidir.
 İşiniz hayatınızın büyük bir kısmını kaplayacak ve gerçek anlamda tatmin olmanın tek yolu harika bir iş olduğuna inandığınız şeyi yapmanızdır.

Ve harika bir iş yapmanın tek yolu ise yaptığınızı sevmenizden geçer.
 Henüz bulamadıysanız, aramaya devam edin.
Durulmayın. Tüm gönül meseleleri gibi, onu bulduğunuz zaman anlayacaksınız. Ve her büyük ilişki gibi, seneler geçtikçe daha da güzelleşecek. Yani bulana kadar devam edin. Yılmayın.



Üçüncü hikayem ölüm hakkında.

On yedi yaşındayken, şöyle bir şey okumuştum:

Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan , günün birinde haklı çıkarsın.”

Bu cümle beni çok etkilemişti ve o günden bu yana, yani 33 yıldır, her sabah aynaya bakıp, kendi kendime hep şunu sordum:
- “Eğer bugün hayatının son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağın şeyleri yapmak ister miydim?

  Uzun süre art arda, “Hayır,” yanıtını verdiğimde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım.

İnsanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi, yaşantısına damga vuracak kararlar vermesi açısından büyük önem taşır. Çünkü her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları - tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir, yalnızca ölümdür önemli olan.

Kaybedecek bir şeyler olduğu (tuzak) düşünceyi yok etmenin en iyi yolu insanın öleceğini hatırlamasıdır. Zaten çıplak ve savunmasızsın. Yüreğinin sesini dinlememen için hiçbir neden yok.

Bir yıl kadan önce bana kanser teşhisi kondu. Sabah 7:30 da girdiğim ultrasonda pankreastaki tümör bariz bir şekilde görünüyordu. Bense pankreasın ne olduğunu bile bilmiyordum. Doktorlar bu tip bir kanserin tedavisinin neredeyse imkansız olduğunu ve üç ila altı aydan fazla yaşamayı beklemememi söylediler. Bu, çocuklarınıza ilerideki 10 yıl içinde söyleyeceklerinizi   birkaç ay içinde söylemeye çalışmak demekti.
Bu, aileniz rahatı için gerekli herşeyin kısa zamanda yapılması demekti. Bu veda etmek demekti.
Bütün gün o teşhisle yaşadım. Akşama doğru biyopsi yapıldı, boğazımdan bir endoskop soktular, mide ve bağırsaklarımdan geçerek bir iğneyle pankreasımdaki tümörden birkaç hücre aldılar.
Ben narkozla uyutulmuştum, fakat eşimin söylediğine göre doktorlar alınan hücreleri mikroskobun altına koyduklarında sevinç çığlıkları attığını söyledi. Benim kanserim ameliyatla tedavi edilebilecek bir türdenmiş. Ameliyat oldum ve şimdi iyileştim.

Beni ölüme en çok yaklaştıran olay budur ve umarım uzun yıllar boyunca bir daha bu denli yaklaşmam. Bu deneyimi yaşamış biri olarak diyebilirim ki ölüm faydalı fakat sadece entelektüel bir kavramdır.
Hiç kimse ölmek istemez. Cennete gitmek isteyenler bile, oraya gitmek uğruna ölümü göze almak istemezler. Oysa ölüm hepimizin ortak sonu. Şimdiye dek hiç kimse ölümden kaçamamıştır. Bunun böyle de olması gerekir, çünkü ölüm hayatın en güzel icatlarından birisi. Hayat’ın değişim ajanı. Yenilere yer açmak için, eskilerden kurtulmanın tek çaresi. Şu an için yeni sizsiniz, ama günün birinde, üstelik pek yakında siz de eskiyecek ve aradan çıkarılacaksınız. Bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm, ama gerçek bu.

Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın.
Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın.
Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin.
 Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun.
Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki herşey ikinci planda.
Gençliğimde, bizim neslin kutsal dergilerinden biri sayılan, The Whole Earth Catalog adında inanılmaz bir yayın vardı. Menlo Park yakınlarında yaşayan Steward Brand adında biri tarafından şiirsel bir tarzla kaleme alınmıştı. Size anlattığım bu olay, 1960′lardan kalma, masa üstü bilgisayarlardan ve bilgisayar destekli yayınlardan önce, yani bu dergi daktilolar, makaslar ve polaroid kameraların yardımıyla yapılmıştı. Google ortaya çıkmadan 35 yıl önce, dergi formatında bir Google gibiydi: idealistti, anlaşılır bilgiler ve harika görüşlerle doluydu.
Stewart ve ekibi bunun birçok baskısını yayımladılar ve dergi miyadını doldurduğunda son bir baskı yaptılar. 1970′lerin ortalarıydı, o zamanlar sizin yaşlarınızdaydım. Son baskının arka kapağında, sabahın erken saatlerinde çekilmiş bir yol fotoğrafı vardı, hani her maceracının kendini otostop çekerken bulabileceği yollardan biri.
Fotoğrafın altında şu sözler yer alıyordu: Aç Kalın, Budala Kalın (Stay Hungry. Stay Foolish). Aramızdan ayrılırken bize verdikleri veda mesajları buydu. Aç Kalın, Budala Kalın.

Kendim için hep bunu diledim. Ve şimdi, sizin için de aynı dilekte bulunuyorum:
Aç Kalın, Budala Kalın.

Hepinize çok teşekkür ederim.”
Steve Jobs.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI?


HBu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan bir gezgin at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır.
Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.

Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.

Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "sıfır" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.

"Neden "sıfır" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..

"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi, hocası..

"Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:

"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm." çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.

"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."

Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..

"Siz verdiğiniz notunuzu değiştirmeyin" dedi.."Ben de hayallerimi..".....

O, orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı.

Öykünün en can alıcı yanı şu:

Aynı öğretmen, geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi. Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi, "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken, hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.

Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

DÜŞÜNCE GÜCÜNÜ GELİŞTİRME YOLLARI


Alman Focus Dergisi, düşünce gücünü geliştirmenin yollarını açıkladı. İşte daha zeki olmak için herkesin uygulayabileceği ipuçları:

- Sabahları gözleriniz kapalı duş alın. Lifinizi, sabununuzu, şampuanınızı el yordamıyla bulun. Böylece dokunma duyunuz gelişir.
- Sağ elini kullananlar sol, sol elini kullananlar sağ elle diş fırçalamayı, saç taramayı denesin. Beynin farklı bölgeleri uyarılmış olur.
- İşe giderken farklı yollardan gitmeye çalışın. Böylece beyninizi otomatik pilot sisteminden çıkarırsınız.
- Aracınıza bindiğinizde gözlerinizi kapatın. Kontağın, sileceklerin, radyonun, el freninin yerlerini düşüncelerinizi yoğunlaştırarak bulun.
- İşlerinizi farklı bir sırayla yapın. Her gün gördüğünüz ancak üzerinde düşünmediğiniz eşyaların yerlerini değiştirin.
- Çalışma masanızda aramalı objeler olsun. Taze ve hoş kokular yeni düşünce çağrışımlarını beraberinde getirir.
- Öğle yemeğine her zaman aynı saatte çıkmayın. Bir saat önce ya da sonra çıkarak rutinden kurtulun. Hatta saatinizi farklı kolunuza takın.
- Ara sıra daha önce hiç yapmadığınız yemekleri yapın. Sadece tat alma duyunuzu değil, beyninizi de besleyin.
- Yemek yerken her zaman aynı sandalyeye oturmayın. Ara sıra ailenizin masadaki oturma düzenini değiştirin.
- Teybe çok farklı ve tiz sesler kaydedin. Arkadaşlarınızla bir araya geldiğinizde hangi sesin neye ya da kime ait olduğunu tartışın.
........................................

Bu yöntemleri küçümsemeyin bence...
Uygulamakla Zihinsel etkinliğinizi defalarca kat daha artırabildiğinizi göreceksiniz...
Ankara'da Türk-İngiliz Kültür Derneğinde Upper Intermediate düzeyinden başlayan bir kursa katılmıştım..
Burada , İrlandalı bir eğitmen , bizim o anda seçtiğimiz ve 1 den 40 a kadar numara verdiğimiz , hayatında ilk defa duyduğu Osmanlıca kırk kelimeden , hiç şaşırmadan,karışık şekilde bir sıra numarası söylediğinizde bir saniye bile duraksamadan o sıradakini söyleyebilmişti..Ve bunun için kelimeleri okuduktan sonra cevaplamaya geçmeden önce bizden istediği süre sadece 1-2 dakika idi.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

HERKESIN BAKTIGI NOKTAYA DEGIL , BAKMANIZ GEREKEN NOKTAYA BAKIN

Amerika'da ünlü bir avukatın kaybettiği tek dava....
Ünlü bir futbolcu ,karısını öldürmekle suçlanıyordu.
Futbolcu yakalanmıştı ,ama karısının cesedi ortalıkta yoktu..
Duruşma aynen filimlerdeki gibiydi..Futbolcu sanık sandalyesinde otururken , dünyanın parasını vererek tuttuğu ünlü avukatı ta mahkeme jürisini ikna etmeye çalışıyordu.
-"Sayın jüri üyeleri:ben müvekkilimin kesinlikle suçsuz olduğunu biliyorum.bunu az sonra siz de göreceksiniz..Nasıl mı ?
Bakınız ,şimdi ona kadar sayacağım..ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karısı , işte bu kapıdan içeri girecek...
Ve saymaya başlar..1,2,3,4,5,6,7,8,9.10..!
Bütün jüri gayri ihtiyari kapıya döndü..Ama kapıdan içeri kimse girmedi...
Avukat tam bir savunma dahisi idi. En can alıcı hamlesini işte onda yaptı:
-"Sayın jüri üyeleri ,bakın sizlerde kadının öldüğüne inanmıyorsunuz.İnansaydınınz ,hepiniz kapıya dönüp te kadının gelmesini beklemezdiniz..bu durumda , buna göre adaleti yerine getirmenizi ve müvekkilimin suçsuzluğuna karar vermenizi talep ediyorum"
Jürinin bir karara varabilmesi için duruşmaya ara verildi .Ancak , Biraz sonra karar açıklandığında avukat şok oldu..Müvekkili suçlu bulunmuştu.Mahkeme sonunda bayan jüri başkanına yaklaştı.
-"Ben ,öldü denilen kadın ona kadar sayınca içeri girecek deyip te sayarken bütün jüri üyeleriniz kapıya doğru bakmıştı..Demek ki kadının öldüğüne dair kesin kanaatleri yoktu..Peki o halde nasıl böyle bir karar verdiniz ?"
-"Doğru " dedi jüri başkanı bayan
-"Herkes kapıya bakarken ben müvekkilinizin gözlerini takip ettim..ama salonda bir tek müvekkiliniz o anda kapıya bakmıyordu..."

SÖZÜN ÖZÜ :
Bir şeyi çözümlemek için ,herkesin baktığı yere değil ,bakmanız gereken yere bakmalısınız

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

BİR HAKSIZ TERFİ HİKAYESİ

Her yönetici gibi yoğunken, odama giren bir memur bana;
-" Efendim siz, birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan birini terfi ettirdiniz. Yaş ve kıdem bakımından aramızda hiçbir fark yok. Öğrenimimiz de aynı. O benden daha yakışıklı da değil. Beni hala terfi ettirmiyorsunuz. " dedi.
Ben ise dalgınlık halinde mırıldandım :
-" Sokakta gürültü var. Duyuyor musunuz ? Nedir acaba?
-" " Gidip sorayım efendim " diye cevap verdi memur sıkkın bir şekilde.
Biraz sonra döndü.
-" Bir arabaymış efendim ..."
-" Yükü neymiş? " diye sordum.
- " Gidip bakayım efendim ... "
Biraz sonra döndü.
-" Arabanın yükü bir sürü çuval efendim."
- " Çuvallarda ne varmış?"
-" Gidip bakayım efendim."
Biraz sonra döndü.
-" Çuvallarda çimento varmış efendim..."
- " Nereye gidiyormuş bu araba? "
- " Gidip bakayım efendim. "
Biraz sonra dönüp cevap verdi.
- " X ve Y inşaat şirketinin şantiyesine gidiyormuş efendim ..."
-" Çok güzel... " dedim.
-" Şimdi bana terfi eden arkadaşınızı çağırır mısınız lütfen ? Hani haksız yere terfi eden arkadaşınızı ... "
Gitti ,çağırdı.
Haksız yere terfi ettirmiş olduğumu söylediği ,o memur geldi.
Ben mırıldandım:
-" Sokakta bir takım gürültüler oluyor, nedir acaba? "
-" Gidip bakayım efendim. "
Döndüğü zaman şöyle cevap verdi:
- " Kırk çuval portland çimentosu yüklü araba. Çimentoların menşei New Orleans. X ve Y inşaat şirketinin merkez şantiyesine gidiyormuş. "
Ve devam etti.
-" Uluslararası ulaşıma ait bir kamyon çuvallarını istasyondan almış. Çuvallardan biri patladığı için şimdi bunu değiştirmeye çalışıyorlar."

sözün özü:
Çalıştığınız yerde size haksızlık yapıldığını düşünmeye başladıysanız ,amirinizle konuşmadan önce , hani şu demin anlattığımız terfi edemediğinden şikayetçi olan memuru aklınıza getirin ,ve ondan sonra kararınızı verin...

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

KELEBEK VE KOZASI

Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti.
Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi.
Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu.
Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.
Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.
Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi.
Cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı. Böylece, bir iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi.
Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.
Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek,, hayatının geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de asla uçamadı.
Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın, Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.
Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti.
Bazen hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey çabalardır.
Eğer hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerleyebilseydik bir anlamda sakat kalırdık. Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman. Ve asla uçamazdık ...



Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

BAŞARININ ON SIRRI

Başkan Lyndon JOHNSON, başkan olmadan önce başarı için 10 maddelik bir liste oluşturdu:

1. İsimleri unutmamayı öğren. Bu konuda başarısızlık ilginin yeterli olmadığını gösterir.

2. Rahat bir insan ol ki insanlar seninle birlikteyken sıkıntı duymasın.

3. Telaşsız, sakin bir insan ol ki etrafındaki olayları sağlıklı değerlendirebilesin.

4. Bencil olma. Çevrende her şeyi biliyorum havası uyandırma.

5. Her şeyle ilgili ol ki insanlar seninle olmaktan bir şeyler elde etsin.

6. Kişiliğindeki derme - çatma özellikleri bulup onlardan kurtulmaya çalış.

7. Kafandaki yanlış anlamalardan kurtulmaya çalış, içini boşalt.

8. Bir kişinin başarısı karşısında onu kutlama ve üzüntülü durumlarda taziyelerini bildirme fırsatlarını hiçbir zaman kaçırma.

9. Samimi bir şekilde yapmayı öğrenene dek insanlardan hoşlanmaya çalış.

10. İnsanlara manevi güç ver, onlar da sana içten karşılık verir



Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

baltaları bilemek

Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş.

Birinci adam, sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor, ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş.

İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş.

Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra kestikleri ağaçları saymaya başlamışlar. Sonuçta ikinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş.

Birinci adam öfkelenmiş;
-Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne?

İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş;

- Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum.


Keskin baltayla, daha az çabayla, daha çok ağaç kesilir.Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir.
Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir.

Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir.

Bu zihnimizin, ruhumuzun karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

KAVANOZDAKİ TAŞLAR

Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor.

İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine, "Haydi, küçük bir deney yapalım" demiş.

Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonrabir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş.

Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş; "Kavanoz doldu mu?"

Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş.

"Demek doldu ha" demiş hoca.

Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş.Kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler.

Yeniden sormuş öğrencilerine; "Kavanoz doldu mu?" İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler; "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler.

"Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir kova dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş.

Ve sormuş yeniden; "Kavanoz doldu mu?"

"Hayır dolmadı" diye bağırmış öğrenciler.

Yine "Aferin" demiş hoca.

Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış.

Sormuş sonra;

"Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?"

Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış;

"Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz."

"O da doğru ama" demiş zaman kullanma hocası;

"Çıkartılması gereken asıl ders şu:

Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız.

"Ve ardından herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş;

"Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri, onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz?
Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

nuh , gemisini ne zaman inşa etmişti ?

Ünlü bir yönetici, "bilmem gereken her şeyi, Nuh'un Gemisi'nden öğrendim," diyor. Nelermiş öğrendikleri?

BİR: Doğru gemiyi kaçırma.

İKİ: Hepimizin aynı gemide olduğunu unutma.

ÜÇ: Vakit gelip çatmadan planını yap. Hz. Nuh, gemisini inşa ederken yağmur yağmıyordu!

DÖRT: Kendine hep iyi bak ve büyük günü bekle. Altmışına merdiven dayadığında bile, gerçekten büyük bir iş yapman için önün açılabilir.

BEŞ: Eleştirileri dinle, eleştirenlere kulak asma; yapılması gerekeni yapmaya devam et.


ALTI: Geleceğini zirveler üzerine kur; dalgalar sana ulaşamasın.

YEDİ: Ne olur ne olmaz, eşinle yola çık.

SEKİZ: Hız her zaman kazandırmaz. Yılanlar da gemideydi, çıtalar da.

DOKUZ: Üzerinde aşırı baskı hissettiğinde, bir süre boşlukta yüz.

ON: Titanik'in profesyoneller, geminin ise amatörler tarafından yapıldığını
unutma.

ONBİR: Fırtınanın gücü ne olursa olsun, eğer Allah’ın safındaysan, seni bekleyen bir gökkuşağı mutlaka vardır.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

ÇİKOLATA ALIR MISINIZ ?

Ömer ve Tolga, üniversite hazırlık kursu sınıfında öğrenciydiler.
Bir ders arasında Tolga, test soruları çözen Ömer’e yaklaştı ve konuşmaya başladı: “Ömer, sana bir şey sormak istiyorum. Hepimizden daha fazla çalışıyorsun. Ders aralarında bile test çözüyorsun; derste hiç konsantrasyonunu kaybetmiyorsun. Tüm ödevlerini yapıyorsun; tüm hazırlanma önerilerini yerine getiriyorsun. Sinemaya gitmek gibi birçok teklifimizi bir kenarda bırakıp ders çalışmaya devam edebiliyorsun. Bildiğim kadarıyla okulda da, dershane sınavlarında olduğu gibi müthiş bir başarın var. Bense senden daha farklı olarak çalışamıyorum. İlk fırsatta dalga geçmek istiyorum. Bırak ders aralarında çalışmayı, ders çalışmam gereken zamanlarda bile ders çalışmak istemiyorum. Senin motivasyonunun sırrını merak ediyorum. İnsan nasıl olur da havuz problemi çözmek, açı ortayların kurallarını öğrenmek ya da ekinoksun anlamını ezberlemek için senin kadar motivasyon sahibi olur; istekli olur?”
Ömer, önündeki test kitabını, arasına kalemini koyarak kapattı. “Tolga, benim gittiğim anaokulunda çok ilginç bir öğretmen vardı. Yanılmıyorsam beş yaşındaydım. Bize çok ilginç bir uygulama yaptı. Bir gün arasında elinde büyük bir kutu çikolatayla bizi önüne topladı ve şöyle dedi: ‘Çocuklar, elimde büyük bir kutu çikolata var. İki imkanınız var. İsterseniz, hemen bu kutudan bir çikolata alabilirsiniz ya da oyuncaklarınızı toplar ve on dakika sonra istediğiniz kadar çikolata alabilirsiniz. Ancak hemen bir çikolata almayı seçerseniz bir daha çikolata alamazsınız. Oyuncaklarınızı toplarsanız istediğiniz kadar çikolata alabilirsiniz.’ Öğretmenimiz böyle dedikten sonra, grubun çoğunluğu hemen çikolata kutusuna yönelip birer çikolata aldı. Ben ve birkaç arkadaşımız ise, oyuncakları toplamaya kutularına koymaya başladık. Gerçekten on dakika sonra öğretmen söz verdiği gibi oyuncakları toplayan bizlere istediğimiz kadar çikolata verdi. Bu arada önden tek çikolata alan arkadaşlarımız bizi seyrediyor; imreniyor; ilk yedikleri çikolatanın devamını istiyor ama çikolata yiyemiyorlardı.”
Tolga, “İyi de bütün bunların üniversite sınavına hazırlanma konusunda motive olmakla ne ilgisi var?” diye sordu.
Ömer, “Çok ilgisi var.” dedi ve devam etti: “Ben bu olaydan şöyle bir ders çıkardım kendime. Hayatın her anında istediklerimize ulaşabiliriz aslında. Bir parça çikolata da olabilir bu. Bir film izlemek de olabilir. Gezmeye gitmek de olabilir. Biraz daha uyumak da olabilir. Arkadaşlarla sohbet etmek de, bilgisayarda oyun oynamak da, televizyonda bir dizi izlemek de. İşte bunlara üniversite sınavına hazırlanırken erişmek, tek bir çikolatayı peşin olarak almak ve tek bir çikolatayı almaya razı olmak demektir. Ben bugün çok çalışıyorum; benzetme yerindeyse oyuncakları toplamaya devam ediyorum. Çünkü çikolataların hepsini istiyorum. Önümüzdeki yıl istediğim bölüme girdiğimde, bugün yapamadığım her şeyi bol bol fazlasıyla yapacağım. Sinemaya da gideceğim, arkadaşlarla da gezeceğim, bilgisayarda oyun da oynayacağım. Ama eğer bugün bunları yapacak olur istediğim bölüme giremezsem; önümüzdeki yıl yine sınava hazırlanmak zorunda olacağım ve istediğim bu faaliyetleri yapmak için öz! gür olmayacağım. Aklıma ders çalışmanın dışında bir şey geldiğinde, önden tek çikolatayı alan ve biz çikolata kutusunu bitirirken bizi izleyen arkadaşlarımızın pişmanlık dolu bakışları aklıma geliyor ve büyük bir motivasyonla derslerime odaklanıyorum. İşte benim sırrım bu.”
Tolga, Ömer’in öyküsünden çok etkilendi ve o da çikolatalardan istediği kadar almaya karar verdi. Sonunda Ömer, Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’ne, Tolga da İTÜ-Elektronik Mühendisliği’ne girmeyi başardı.
18.04.2004MELİH ARAT
Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

GARCIA'YA MEKTUP


Amerika Birleşik Devletleri ve İspanya arasındaki savaşın bir aşamasında ABD Başkanı, çok acele olarak Küba’daki isyancıların önderi Garcia’ya bir ‘haber göndermek’ istedi.
Garcia, hangisinde olduğu bilinmeyen Küba dağlarından birinde ve nerede oldukları bilinmeyen onlarca sığınaktan birinde saklanıyordu. Kendisine posta ya da telgraf yoluyla ulaşabilmek olanaksızdı.
ABD Başkanı’nın ona, ne denli önemli bir haber göndermek istediğini bilen çevresindekiler, Garcia’ya bir haberin, ancak ‘elden götürülebilecek’ bir mektupla ulaştırılabileceğini bildirmek zorunda kaldılar.
Başkan’ın çaresiz bakışları karşısında yanıt, çevresindeki subaylardan birinden geldi.
-'Benim birliğimde, Rowan adında bir çavuş vardır’ dedi.
- ‘Kimsenin nerede olduğunu bilmediği Garcia’yi o bulabilir ve mektubunuzu kendisine ulaştırabilir.’
Bu yanıta Başkan’ın aklı pek yatmamıştı ama, ortada yapılabilecek başka bir şey yoktu. Rowan çağrıldı. Kendisine, Garcia’ya gönderilecek mektup uzatıldı ve... ‘Bunu, Garcia’ya teslim edeceksin’ denildi.
Rowan mektubu aldı, üniformasının yanındaki deri kesenin içine koydu, kesenin ağzını sıkıca büzdükten sonra, göğsünün üzerine kayışla bağladı. Önce Başkan’a selam verdi, sonra komutanlara, en sonra da kendi komutanına selam verdi, dışarı çıktı.
Rowan, yola çıktıktan tam dört gün sonra, gecenin karanlığından da yararlanarak, üstü açık bir kayıkla Küba sahilinin açıklarına vardı. Küba’nın, balta girmemiş ormanlarına dalıp, gözden kaybolduktan üç hafta sonra, adanın öteki yakasında ortaya çıktı. Ülkesinin düşmanı bir ülkeyi, yürüyerek bir uçtan öteki uca geçti ve Garcia’ya, mektubunu teslim etti.
Burada size Rowan’in, Garcia’ya mektubu götürebilmek için ne zorluklar atlattığını, ne tehlikeler geçirdiğini anlatacak değilim. Onun, ne denli kahraman bir asker olduğunu da anlatacak değilim. Yalnızca bir noktayı, hem de çok gereksinim duyduğumuz bir noktayı, iyice belirtmek için yazıyorum size tüm bunları.
ABD Başkanı’nın makam odasındaki olayı, ana çizgileriyle bir kez daha gözden geçirelim: ABD Başkanı Mckinley, Garcia’ya teslim edilmek üzere Rowan’a bir mektup verdi. Ona yalnızca, ‘Bu mektubu Garcia’ya teslim ediniz’ dedi. Rowan mektubu aldı, göğsüne bağladı, selamını verdi ve odadan çıktı. Lütfen dikkat ediniz: Rowan, ‘Garcia nerede?’ diye bir soru sormadı. ‘Garcia kim?’ diye bir soru da sormadı. Yaptığı tek şey, kendisine verilen görevi almak oldu. Zaten kendisinden beklenen, onun da yapması gereken buydu.
Rowan, ülkesindeki her okula heykeli dikilebilecek ve yetişen tüm kuşaklara örnek olarak tanıtılabilecek bir ‘ölümsüz kahraman’dır.
Fakat bugünün gençleri onun kahramanlığından çok, başka bir özelliğini örnek almak zorundadırlar. Rowan’in örnek alınması gereken özelliği, verilen görevi sadakatle kabullenmek, o görevi yerine getirebilmek için hemen harekete geçmek ve görevi eksiksiz tamamlayabilmek için tüm enerjilerini bir noktada toplamak disiplinidir.
Özetle, Garcia’ya gönderilecek mektubu almak, hemen götürmek için yola çıkmak ve mektubu Garcia’ya teslim ederek görevi kendinden beklenildiği güven düzeyinde tamamlamak sorumluluğu ve terbiyesidir.
Garcia simdi yaşamıyor, fakat yeryüzünde başka Garcia’lar var. Ve o Garcia’lara gönderilecek başka mektuplar var.
Çevremize baktığımızda ise, genellikle güçsüz, isteksiz, gönülsüz ve umursamaz kişilerle karsılaşıyoruz.
Yönetici olarak görev yaptığınız is yerinizde, varsayın ki altı yardımcınız var. Bunlardan birini çağırın ve kendisinden söyle bir istekte bulunun:
- ‘Lütfen benim için ansiklopediye bakıp, Corregio’nun yaşamına ilişkin özet bir bilgi hazırlayın.’
Yardımcınız size, ‘Peki, efendim’ deyip, bu görevi yapmaya hemen gidecek mi?
Bos yere umutlanmayın. Büyük bir olasılıkla böyle bir şey yapmayacak. Donuk bir ifadeyle yüzünüze bakacak ve size, su sorulardan birini ya da birkaçını soracaktır:
- ‘O kimdir?’ ‘Hangi ansiklopediden bakayım?’
-‘Fakat bu görev benim sorumluluk alanıma girmiyor ki, efendim...’
-‘Bismarck’ın yasam öyküsünü istemiyorsunuz, degil mi?’
-‘Bunu benden daha kıdemli bir arkadaş yapsa daha iyi olmaz mi, efendim?’
-‘Yaşamı hakkında bilgi istediğiniz bu kişi halen yaşıyor mu, yoksa ölmüş mü, efendim?’
- ‘Acelesi var mi, yoksa elimdeki isi bitirdikten sonra yapsam olur mu?’
- ‘Ben ansiklopediyi bulup getirsem olur mu, yoksa oradaki bilgiyi aynen kopya çekmemi mi istersiniz?’
-‘Bu kişinin yaşamını niçin öğrenmek istiyorsunuz, efendim?’
- ‘Onun yasam öyküsünde neyi vurgulamamı istersiniz?’
Siz tüm bu soruları büyük bir sabırla yanıtlayıp, kendisinden bu bilgiyi niçin istediğinizi, onun bu bilgiyi nereden, nasıl bulacağını tane tane açıkladıktan sonra bile çalışma arkadaşınız, hiç kuşkum yok, kendi bölümüne gidecek ve kendi yardımcıları arasında ‘Garcia’ya mektup’u götürecek bir kişiyi aramaya çalışacaktır.
Bir stenograf ilanı için başvuranların onda dokuzu, ne imla kurallarını, ne de noktalama işaretlerini kullanmayı bilir. Daha da kötüsü, başvuruda bulunduğu is için bunların ‘olmazsa olmaz’ kurallar olduğunu aklına bile getirmez.
Böyle bir kişi, Garcia’ya mektup götürebilir mi?
Benim yüreğim, evde olduğu zaman da, isten uzakta olduğu zaman da isini yapan adamdan yanadır. Garcia’ya götürmesi için kendisine verilen mektubu alıp, cebine koyan, fakat aptalca sorular sormayan adamdan yanadır.
Uygarlık, iste bu çaptaki kişiler için uzun ve biraz da sıkıntılı bir soruşturma dönemidir. O her kentte, kasabada, köyde ve her büroda, mağazada ve fabrikada vardır. Dünya, işte bu çaptaki kişilerin sorumluluk bilinci ve is terbiyeleriyle ayakta durabiliyor.
Tüm insanlık, evrimini biraz daha, biraz daha hızlandırabilmek için, tüm gücüyle, iste bu bilinç ve bu terbiyedeki, bu çaptaki kişiler için haykırıyor: Garcia’ya mektup götürecek kişilere gereksinimimiz var. Hem de en kısa sürede, her yerde ve her zaman...”

Hizmette fertlerin ilgisizliği ve bilgisizliği, toplumları ve örgütleri felç eder. Hizmetin çarkı dönerken, çarkın her dişlisinin her defasında yeni baştan bilenmesi için zaman yoktur. Yeniden eğitim yapmak gerekir.
Öte yandan hizmet devamlı akmaktadır ve sürekli işlerlik içinde olmak zorundadır. Çarkın bir dişi kendi işini hiçbir nedenle durdurmaya yetkili değildir. Bu takdirde hizmet durur.
'Klemanso'nun meşhur sözü ne kadar güzel: 'Bakanlık geç gelenlerle erken gidenlerin karşılaştığı yerdir.' demiş.İşte böyle, uzun söze ve uzun izaha benim de sizin de vaktiniz yoktur. İnsanlığın Garcia’ya mektup götürecek teğmenlere ihtiyacı çoktur.

MEKTUPLA İLGİLİ TARİHÇE
Bir Köşe Yazısı ve Yüzyılı Asan Başarısı Yeryüzünde birçok şairin, yazarın şiirleri, öyküleri, romanları, yabancı dillere çevrilmiş, kendi ülkesi dışında da yayımlanmıştır ama... Galiba yalnızca bir gazetecinin, bir 'gazete köşe yazısı' birçok yabancı dillere çevrilmiş ve kendi ülkesi dışında birçok ülkede de yayımlanmıştır. O gazetecinin adi, Elbert Hubbart, o köse yazısının başlığı ise ' Garcia’ya mektup ' tur. Elbert Hubbart’in bu yazısının, yüz yıl boyunca çeşitli ülkelerde yapılan baskısı, yüz milyon adedi aşmıştır. Tüm meslektaşlarına örnek oluşturacak bir olgunluk düzeyindeki bu Amerikalı gazetecinin, 'Philistine' adli aylık bir derginin 1899 Şubat sayısında yayımlanan bu yazısı, hiçbir olağanüstü özelliği olmayan, sıradan bir çavuşun görev sorumluluğunun öyküsüdür. Hubbart’in ' Garcia’ya mektup 'undan etkilenen ilk kişi, New York Merkez Demiryolu İsletmesi yöneticilerinden George Deniels oldu. Bu yönetici, 'Philistine' dergisindeki yazıyı Genel Yönetmeni’ne okuduktan sonra ondan, bu yazıyı çoğaltıp tüm demiryolu çalışanlarına dagitmak için izin istedi. George Daniels istediği izni aldıktan sonra ' Garcia’ya mektup 'u beş yüz bin adet bastırdı ve 'Bu çavuşu örnek aliniz' önyazisiyla isletmenin tüm çalışanlarına dağıttı. ' Garcia’ya mektup 'un varlığı, kisa bir süre sonra Rus Demiryolları Genel Yönetmeni Prens Hilakoff’un kulağına ulaştı. New York Merkez Demiryolu İsletmesi çalışanlarından birinden saglanan 'mektup 'un bir kopyasını okuduktan sonra Prens Hilakoff, bunun Rusça’ya çevrilmesini ve Rus Demiryolu Şirketi’nin tüm çalışanlarına dağıtılmasını emretti. ' Garcia’ya mektup ', demiryolu isçilerinden, Rus Ordusu mensuplarının eline geçti. Erler arasında elden ele dolasa…n mektubu Ordu Komutanları okuyunca, mektubun 'resmileştirilmesine' ve tüm ordu mensuplarına dağıtılmasına karar verdiler. Japonlarla başlayan savaş için cepheye giden Rus askerlerin tümünün üniformalarının ceplerinde ' Garcia’ya mektup 'un bir kopyası bulunuyordu. Japonlar, savaşta tutsak aldıkları Rus askerlerin tümünün ceplerinden çıkan ' Garcia’ya mektup 'u görünce bunu ciddi bir incelemeden geçirdiler. ' mektup ' Japonca’ya çevrildi ve bunun, 'Tutsak alınan tüm Rus askerlerin ceplerinde bulunduğu' haberiyle birlikte Japon İmparatoru’na sunuldu. 'mektup 'tan imparator da etkilendi ve birer kopyasının Japon Hükümeti’nin tüm üyelerine dağıtılmasını emretti. Tüm Japon Bakanlar, ' Garcia’ya mektup 'u çoğaltıp, kendi bakanlık örgütünde görevli tüm çalışanlara gönderdiler. ABD Deniz Kuvvetleri mensuplarına 1913’de dağıtılan mektubun özel olarak çoğaltılmış kopyaları ise, Birinci Dünya Savası’na katılan askerlerin önemli bir bölümünün ceplerinde bulunuyordu. Dergide yayımlandığının on dördüncü yılında ' Garcia’ya mektup 'un 'resmi olarak çoğaltılan' baskısı, kırk milyona ulaşmıştı. Garcia simdi yaşamıyor, fakat her kentte, kasabada, köyde ve her büroda, mağazada ve fabrikada, kesinlikle Garcia’ya gönderilecek bir mektup var. Dünya, Garcia’ya mektup götürebilecek çaptaki kişilerin sorumluluk bilinci ve is terbiyeleriyle ayakta durabiliyor. Tüm insanlık, evrimini biraz daha hızlandırabilmek için, tüm gücüyle, iste bu bilinçteki, bu terbiyedeki, bu çaptaki kişiler için haykırıyor: “Garcia’ya mektup götürecek kişilere gereksinimimiz var... Hem de en kısa sürede, her yerde ve her zaman...”Garcia’ya Götürülecek mektup 'un günümüzde hatırlanmasında çok ama, çok yarar var.

Bu Yazı , Fehmi DEMİRBAĞ ,Haberkenti'ndan alıntıdır.

Garcia'ya mektup ,her ülkede sayısız kaynak tarafından sayısız defalar yayınlanmış adeta anonimleşmiştir.
İlkokulda okurken ,Elbert HUBBART'ın bu yazısından ne kadar etkilendiğimi anlatamam. Muhtemelen o yazının izleri daha sonra da bana yön vermiştir.RB



Devamını Okumak İçin Tıklayın..!
Web Analytics