Aile kültürü başka bir şey!


"Aile kültürü” der dururuz ya hep, nedir bu aile kültürü?

Kimler almıştır, kimler almamıştır?

Nasıl anlaşılır?

Hangisi doğrudur, hangisi beş para etmemektedir?

Çok değişik yerlere çekip farklı farklı yorumlayabiliriz...

Buzdolaplarından başlayalım mesela. Her evde vardır nasıl olsa.
Düzeni bayanlara aittir yani bayan düzeni oturtur, öğretir, bütün ev ahalisi ona uyar, uymayanın ya dırdırdan beyni şişer, ya suratına yediği terliklerden kafası, gözü.

Evler vardır kasvetli, güneş ışığından yoksun, karanlığa, boşluğa bakan mutfakları olan ve buzdolapları vardır o mutfaklarda ağır kokan içleri, buzdolabını açtığınızda yaşlılık kokan, eski kokan bir esinti gelir. Burnunuzda, tatsız, iştah kaçırıcı esintiler.
Çeşit çeşit kaplar vardır içlerinde dolapların, kimisi plastik kimisi de cam, değişik renklerdeki kapaklarıyla.
İçlerinde artan yemekler vardır o kapların, kimisi soğanlı, kimisi sarımsaklı. Kokuları karışır tatlılarla tuzluların, kiminin şerbeti dökülür yapış yapış, kiminin yağı vıcık vıcık.
Peynirler vardır ağır kokan, naylonlara sarar kimi kadınlar onları, daha da bir ağırlaşır kokuları, ıslak kalır torbalar dolapta daha da bir yoğunlaşır koku...

Böyle başlar farklı kültürler evlerde yetişmeye, ve de yetişir farklı insanlar böyle evlerde… Ya da ışıklar, ampuller, Mavi ışıklı evler, sarı ışıklı evler ve de beyaz ışıklı evler; Mavi ışıklı evler soğuktur hep, daha donuktur, daha yaşlıdır o insanlar ya da aşksızdır, sevgisizdir, umutsuzdur artık.

O soğukluk, o donukluk rahatsız etmez ev sahiplerini, hayallere yer yoktur o evlerde daha fazla.
Donuk renklerde bakımsız menekşeler vardır ya da benzeri saksı çiçekleri, yapraklarının arasında kuru yapraklar olan, o evlerde, farklı renklerde, farklı seramik saksılarda, her birinin farklı birer yerleri kırık olan.


Yerlerinden kalkmayı sevmeyen insanlar yaşar, üstlerini bile değiştirmek istemeyen bazı günlerde.
O insanların ışığıdır mavi ışıklar, florasanlar.
Yemek masasında ruhsuz bir renkte muşamba bir örtü vardır aralarında gül desenleri olan ekoseli. Tüm tabaklar, bardaklar, çatal bıçaklar birbirinden farklıdır bu evlerde.

Kimse fark bile etmez, önemsemez. Nevresimin çarşafı çizgilidir, yastık kılıfı gül desenli; o da önemsizdir. Ayakkabılar kapının önündedir, teki ters dönmüş, topuğuna basılmış, ve önü açık büyük kadın terlikleri vardır; akşamları çöp atmaya çıkarken adamların da ayaklarına hemen geçiriverdiği. Bu evler küf kokar, kasvet kokar. Gitmek kokar, ölüm kokar...

*** Sarı ışıklı evler daha loştur daha moderndir.


Köşe takımları vardır genelde ve katlamalı perdeler, daha gençtir, o evler daha sıcaktır ama sadece görünümdür bence, -mış gibi yapmaktır, çalışan yeni evlidir onlar.

Mutsuzluk vardır bu evlerde kendilerine bile itiraf edilemeyen.

Orkideler vardır; güzel yuvarlak metal saksılarda camın önünde yerde duran, eşinin ilk işgününde eşine gönderdiği.

Yerini seven ve kımıldamak istemeyen insanlardır, amacı evlenmek olup evlenip, kazandığıyla yaşayan, elindekilerle yetinen insanlardır.

Pembeli morlu seramik yemek takımları vardır o evlerde, renkli plastik saplı çatal bıçaklar. Nevresimler boyalıdır hep, naylon karışımlıdır, kalplidir, güllüdür.

Ayakkabılar evin girişindedir, kaba, topuklu, lastiktir, işten yeni gelmiş yorgun ve tozludur.
Bu evler renkli mum kokar, oda parfümü kokar...

*** Bir de beyaz ışıklı evler vardır, aydın, aydınlık, net! Enerji dolu, yerinde duramayan, yetmeyen yetinmeyen insanların evleri, hep canlı hep dinamik.
Oyunlar, kadehler ve kahkahalarla dolu.
Her yerde büyük resimler olan, kitaplarla dergilerle dağılan. Hep taze papatyalar olur beyaz ışıklı evlerde. Tabaklar porselen olur hep zarif ve beyaz. Örtüler zaten incecik ve yine beyaz. Nevresimler pamuktur, ve yine bembeyaz belki kenarları çok hafif işlemeli.
Ayakkabılar deridir hep bu evlerde, zarif ve kösele.

Ayağından çıkartıp yan yana konulduğunda dolaba, aşkının ilk günkü heyecanını koruyan bir aşık çift gibidirler.
Bu evler hayat kokar, temiz hava kokar... Yaşam kokar!

*** Sokakta gördüğümüz, tanışıp arkadaşlık yaptığımız hatta belki de sürekli görüşüp dolaştığımız insanların evlerinin ışıklarının ne renk olduğunu nasıl biliriz? Nasıl sorarız? Aile kültürlerini nasıl biliriz? Nasıl anlarız? Mühendis bey, yolculuk nereye?
Yıllar öncesinden annemin bir cümlesini duyar gibi oldum : “yüksek inşaat mühendisiyim ben dediğin anda. Lise birinci sınıfta “fen bölümünü seç ki hayatın kurtulsun, doktor, mühendis falan olmalısın yoksa sürünürsün” dediğini tam bir anne tavrıyla.

Ben Edebiyat, İngilizce, Almanca, Görsel Sanatlar ve Tarih dışındaki tüm derslerden nefret ederken; o zamandan benim İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyacağım belliymiş aslında. Neyse, anneme gelince, anneler her zaman çocukları için en iyisini isterler, klasik ve doğru!

Bak bilmem kimin oğlu mühendis oldu, bilmem kimin kızı çocuk doktoru oldu” derler bütün anneler ve içten içe özenirler o annelere. Kendilerini başarısız hissederler o annelerin yanında, o anneler düğünlerde bile ballandıra ballandıra büyük bir gururla bahsederken çocuklarından…
Özür dilerim anneciğim, ben onlardan biri olamadım ve çevremde de hep İngilizce öğretmenleri, yazarlar ve sanatçılar var, öyle çok da mühendis, mimar arkadaşım yok maalesef.
Aklı başında, evinden işine, işinden evine giden, çerçevesiz gözlüklü, her gün mis gibi gömleklerle işine giden, düzenli bir yaşamı olan erkekler de tanımıyorum pek. Gerçi geçtiğimiz ay bu durum biraz değişti ama yine de öyle kolay değildir anlatıldığı kadar, imparatorluk yıkıp devlet kurmak…
Aslında annemin, onların daha düzenli, daha sorumluluk sahibi, bir adım atarken ilerisini de düşünen insanlar olduklarını ve böylelikle ilişkilerini de aile hayatlarını da daha iyi götürebilecekleri konusundaki düşüncelerine katılıyorum bu aralar, ya da katılmak istiyorum.
Daha mı fazla ayakları yere basıyor şu mühendislerin ne? Bizden daha mı planlı programlı bu adamlar Allah aşkına? Yoksa düzenli ve sürekliliği olan ilişki hatta güzel aile hayalleri onlarla mı gerçek olur?
Bu karmaşık halimle, yanlarında durursam belki bana da geç de olsa biraz huylarından sularından, akıllarından mantıklarından bulaşır diye düşünüyor ve hayatıma girmelerine izin veriyorum bir kaçının.
Bir yemek esnasında sohbet ederken bakıyorum, adamlar sandığım kadar sıkıcı, bunaltıcı da değiller, muhabbetleri sadece inşaat, malzeme, şantiye ve vinçler üzerine de değil.
Gayet normaller, hatta bizden daha bile normal olma ihtimalleri var bazı zamanlarda.
Onlar konuşurlarken ben hemen hayal kurmaya başlıyorum.
Kafamda kırmızı bir baret, ayaklarımda Mickey’li plastik çizmelerim, şantiyede resim çektiriyorum, taa yükseklerde bir vincin üzerindeyim falan.
Ne güzel (: Mühendislik deyince benim de aklıma ancak bunlar gelirdi zaten, hahahah… Sonra, beynimizde yücelttiğimiz, koymaya yer bulamadığımız, “pek sayın yüksek mühendisler” espri yapmaya başlıyorlar, aaa, gayet sıradan…
Bir an duruyorum ve bunun için mi annem üzüldü onca zaman, bizden bir farkları yokmuş işte, ne fark edermiş mühendis ya da İngilizce öğretmeni olmak diyorum. Kızıyorum anneme falan, orada olmasını istiyorum annemin de, görmesini bu resmi.
Ama yine de hala içimde bir soru işareti ve merak var, sahiden farklı mısınız annelerin sandığı kadar, farkınız var mı alıştığım renkli işleri olan sorumsuz insanlardan?

*** Farklı olmanızı içten içe dilerken ben, bu sorumun cevabını aslında zamanla anlayacağımı biliyorum, sevgili yeni mühendis arkadaşlarım.
Ama yine de sormak isterim, biz böyleyiz, hayatlarımız renkli, hareketli, ilişkilerimiz sahte, duygularımız değişken, hikayelerimiz hep farklı ama yaşadıklarımız standart, biz aslında arayış içindeyiz, ama içtenliği ve samimiyeti bulamayarak maalesef hep başa dönmekteyiz hep de olduğumuz yerdeyiz.
Peki ya siz? Sizin yolculuğunuz nereye? Sizin hayatlarınız nasıl, beklentileriniz neler? Sizin evlerinizin ışıkları, hayatlarınız ne renk? Müge BAL , POSTA (Resim :Milli Ocak)

Hiç yorum yok:

Web Analytics