Çocuklarımız Ve Biz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çocuklarımız Ve Biz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hayata dair


Öğrenilmiş Güçsüzlük.


Bir laboratuarda deney yapılıyor.
İçinde bir büyük ve çokça küçük balığın olduğu kocaman bir akvaryum konuyor.

Haliyle, büyük olan acıktıkça küçükleri yiyor...
Daha sonra akvaryumun ortasına dikey bir cam yerleştiriliyor, böylece akvaryum ikiye ayrılıyor. Büyük balık bir tarafa küçük balıklar da diğer tarafa yerleştiriliyor.
Büyük balık cam bölmeyi geçmek ve küçük balıkları yemek için defalarca deneme yapıyor.
Bu durum tam 28 saat boyunca sürüyor. 28 saatin sonunda büyük balık artık diğer tarafa geçmek için mücadele etmeyi bırakıyor.


Deneyin sonunda cam bölme kaldırılıyor



Büyük balık küçükleri yemek için hiçbir hamle yapmıyor. Saatler geçtiği hâlde onları yemediği görülüyor.

Buna psikolojide 'Öğrenilmiş Güçsüzlük' deniyor.
İstatistiklere göre bir çocuk ergenlik yaşına gelinceye kadar ortalama 148.000 defa anne babasının, 'yapma; elleme, dokunma,' gibi sözlerini duyuyormuş.
Böyle olunca da çocukta büyüyünce 'yapamama', 'edememe' özellikleri gelişiyor ve özgüvenini yitiriyormuş.

Zihinsel Güç


İki çocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak geçirmeye karar verirler. Piknik yerine vardıklarında anne yemeği hazırlarken, çocuklar babalarıyla birlikte yürüyüşe çıkar. Uzun bir yürüyüşten sonra oldukça yorulan küçük çocuk yalvarırcasına bakan gözlerle,

- 'Babacığım çok yoruldum. Lütfen beni kucağında taşır mısın?' der.
Baba;

- 'Ben de yorgunum oğlum'' der demez çocuk ağlamaya başlar.

Baba tek kelime etmeden ağaçtan bir dal keser. Dalı bıçakla biçimlendirip, çocuğa zarar vermeyecek biçimde yontar.

Sonra dalı oğluna verir.

- 'Al oğlum, sana güzel bir at' der.

Çocuk sevinçle dal parçasından yontulmuş ata biner ve sıçrayarak, ata vurarak annesinin yanına doğru gitmeye başlar. Babasını ve ablasını geride bırakmıştır bile...
Baba gülerek kızına:

- 'İşte yaşam budur kızım. Bazen zihnen ya da bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et. Bu at, bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir yada bir çocuğun tebessümü olabilir.'

Değnekten atınız hiç eksik olmasın..
(Sayın Alirıza ÖZER'e teşekkürler)
....

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

ÖSS geçti.. Hepimize Geçmiş Olsun..

Zeynep , sınav sonrası
Mithatpaşa Anadolu Teknik Lisesi - İzmir

ÖSS geçti ..
Sınava giren sevgili gençlerimizin , öğrencilerimizin dilediği her şey gönlünce olsun diyoruz..
Bu bir yarışma ve yerleştirme sınavı olduğundan herkesin bu sınavla hayal ettiğine ulaşamayacığını bilsek te , yine de bütün çocuklarımızın hayallerinin gerçekleşmesini diliyoruz...

Yıllarca , sekiz yıl , on yıl , hep bu üç saat için çalışıldı..

Uykusuz geceler , yaşanmamış tatiller ve hafta sonları , yorgun düşmüş taptaze ruhlar ve bedenler...

Depresyonlara girildi. Gezmelerden ,zevklerden ,eğlencelerden ,arkadaşlardan ayrı kalındı.
Her şey bugün içindi..

"Hayatınızın sonu değil bu sınav . Biraz rahat olun " desek te çocuklarımıza , yaşamlarına yön verecek bu üç saat içindi her şey.
Aileler bütçelerinden kıstı.. Fedakarlıklar yaptı..
Dersaneler , kurslar ,kitaplar , ailelerin yarış atına dönmüş çocuklarına yaptıkları yatırımdı bir yerde..
Çürümüş bir eğitim düzeninin mahvettiği , ezberciliğe , "inek"liğe dayalı bir öğretme sisteminde çocuklar birer yarış atı oldular.. Sektörler oluştu , Dersaneler kuruldu ..Çocuklarımızın sırtlarından paralar kazanıldı..
Öğrencileri ,öğretmenleri , akılsız ve mantıksız bir sistemin içinde değirmende buğday misali öğüttüler.
Avrupa ve diğer ülkelerdeki eğitim sistemi gözümüzün içine bakarken , biz hala , ne öğretmeni , ne de öğrenciyi mutlu eden bu körleştirici sistemden vazgeçemedik.

Kızım da bu yarış atlarından biriydi.. hem de en hızlı koşanlarından..
İlköğretimden itibaren , dört yıllık Lise dahil , fasılasız 8 yıl dersaneye devam etti.
Hep frenlemeye , derslerden , testlerden , sınav kitap ve dergilerinden koparmaya çalıştım..
Ama , Zeynep ,son derece hırslı bir çocuktu..
Geceleri uykusuz ,tatilleri eğlencesiz geçti..
Sürekli çalıştı , sürekli çalıştı.. Ruh sağlığının nasıl olup ta hala yerinde olduğuna şaşıyorum bazen..
Ve dayanıklılığını bir kez daha takdir ediyorum..

Bir gün bu yüzden kavga ettiğimizi hatırlıyorum ...

"Derslerini bırakıp bize katılmak istemiyordu...
O anda ne yaptığımı yazmakta şimdi artık bir sakınca görmüyorum.. Lise 1 de idi..
Bir yere gezmeye gidecektik.. Sevgili kızım , dersaneden yeni gelmiş ve hemen test kitaplarının başına çökmüştü..Gezmekle vakit kaybedeceğine inanıyordu..O gün için , derslerinden vazgeçip kafasını dinlemesini istemiştim.Ve kızımı ikna edememiştim..
Kitaplarını kucakladığım gibi pencereden dışarıya attığımı hatırlıyorum....
Zavallı oğlum Burak , kimseler görüp millete rezil olmayalım diye ,koşarak gidip yoldan toplamıştı kitapları.."

İşte bu lanet olası eğitim sistemi , çocuklarımızı mahveden garip bir şeydi .. Düşünmekten ,fikir üretmekten ,araştırmaktan koparıyordu gençlerimizi.
Sosyal olaylarla , toplumla ilişkisi olmayan , Turgut Özal kimdir deyince , Rock'n Roll sanatçısı mı diyen , ülke gerçeklerinden kopuk , kimliksiz , ciddi konularda fikir yürütemeyen bir gençlik meydana getiren bir sistemdi.
Ama yine de , bunlara rağmen kızım entellektüel düzeyi yüksek , ülkede son zamanlarda olup bitenlerin farkında olan ve bu konularda fikir sahibi ve düşündüğünü açıkça , pervasızca , korkusuzca söyleyebilen bir gençti..
Diğer yandan da ,kırmızı ışıkta geçenle , yolda yürürken yere çöp atan ile , yere tüküren bir takım yaratıklarla didişmekten çekinmeyen bir yapıdaydı.

Her neyse , kızım sınava ,Mithatpaşa Anadolu Teknik Meslek Lisesinde girdi..
O kendine çok güvenen genç kız ,sınava çok iyi hazırlandığı halde ,sınav gecesi ,yani dün gece ,gecenin saat ikibuçuğuna kadar uyuyamamış , başaramama , yapamama duygusuna ve ağlama nöbetine yenik düşmüştü.. Artık sinir savaşının son sınırındaydı....
Annesi ile balkonlarda gezinirlerken uyandım.. Biraz teskin ettim.. rahatladı ve yattı.. Saat altıda da kalktık ..
Sınav salonuna girinceye kadar , olabildiğince keyfini moralini yüksek tutmaya , stresten uzaklaştırmaya çalıştık..
Aslında kendine çok güveniyordu ..Ama bu sistemde , kendine güvenmeyi başarı için yeterli görmüyordu.
Saat dokuzda sınav salonuna alındılar..
Dışarıda anneler ,kardeşler ,babalar ,ağabeyler nineler dedeler , merak ,ve endişe içinde beklemekte idiler.
Zaman geçmek bilmiyordu .. İçerideki kalemler ,kendileri için öngörülen kaderlerini işaretliyorlardı.
Sınavın ortalarında bir kısım öğrenciler çıktı.. Soruların oldukça basit olduğunu söylüyorlardı ve aileler bundan oldukça mutlu oluyordu..
Aslında bu sistemde kıstas , soruların zor ya da kolay olması değil , başkalarının sizden ne kadar az başarılı olduğu ya da sizin başkalarından ne kadar önde olduğunuz idi..
Kızımın , sınavın süresi bittiğinde , görevlilerce elinden koparılıp alınmadan sınav kağıdını teslim etmeyeceğini bildiğimden acele etmiyordum. Bizimki , nasıl olsa en son çıkacaktı..
Öyle oldu..
Kızımın yüzü gülüyordu..
"Sorular zordu" dedi..
Düşündüğü okullardan " en üstten ilk beşten biri garanti gibi " deyince sanki
o anda sonuçlar belli olmuş gibi bizi bir sevinç dalgası kapladı..
Omuzlarından çok büyük bir yük kalkmış , yorgun , fakat gururlu , rahatlamış bir hali vardı...
Yıllardır beklenen , gelmesi özlenen , gelmesinden korkulan o üç saat işte bitivermiş , geride kalmıştı... Yorgunluk , ve bir işkence cehenneminden kurtulmuşluğun dinginliği gözlerinden okunuyordu...
Bu sınav sisteminde , beklediğiniz , umduğunuz , bazen gerçekleşmeyebiliyor..
Çocuklarımız , taşıyacaklarından çok daha fazla bir yükün altına sokuluyor.
Haftaya da ikinci tur sınava girecek .. YDS sınavını da başarıyla geçmesi gerek..
Evet , hepsi bu üç saat içindi..
Ve geçti ,bitti...
Her şey senin için , her şey sizler için , fedakarlıklarımız , endişelerimiz, üzüntülerimiz ,
sevinçlerimiz , beklentilerimiz ,umutlarımız ...
Hepsi sizin için...
Her şey gönlünce olsun ,sevgili kızım..

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Burraakk diyor ki.....



Burraakk , aslında bu slayta evsahipliği yapan delikanlıdır....
"Benim adımı niye nick yaptın Baba " diye bazen bana kızıyor ...
Karizma düşkünüdür ....
Kravat ve takım elbisenin yeri ayrıdır onda , her ne kadar çoğunlukla spor takılsa da....

saçlar her daim taralı ve jölelidir.

Samimi ,sıcakkanlıdır , içten hiç bir pazarlığı olmaz.. Mert delikanlıdır..

Bu yazının devamını tıklamayın. Bu kadar tanıtım yeter , değil mi ?
Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

ANNE VE ÇOCUK

Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı.
Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı;

Çimleri biçtiğim için 5 dolar
Odamı temizlediğim için 1 dolar
Alışverişe gittiğim için 50 sent
Küçük kardeşime baktığım için 25 sent
Çöpü attığım için 1 dolar
İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar
Bahçeyi temizlediğim için 2 dolar
---------------------------
Toplam borç 14 dolar, 75 sent


Anne, umutla kendisine bakan oğlunun elinden kağıdı aldı
ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı;


Seni 9 ay karnımda taşıdım
BEDAVA ....
Hasta olduğunda başında bekledim, elimden geleni yaptım,
senin için dua ettim

BEDAVA .......
Yıllar boyu değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm

BEDAVA .....
Senin için geceler kaygı duyup, uykusuz kaldım

BEDAVA ....
Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım
giysilerini yıkadım, ütüledim

BEDAVA YAVRUM .......

ve bunların hepsini topladığın zaman
gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün,
bedavadır çünkü...


Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu.
Annesine baktı,

"Anneciğim seni seviyorum" dedi
ve kalemi alarak bu kağıda
"HEPSİ ÖDENMİŞTİR" yazdı



Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

EN DEĞERLİ HEDİYE..

Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı....
Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip "Bu senin babacığım" dediğinde üzüldü. Acaba gereğinden fazla mi tepki göstermişti kızına... Bir gece önce yaptığından utandı...
Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu...
Kızına gene bağırdı.
"Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?"
Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı, "O kutu boş değil ki baba" dedi... "İçini öpücüklerimle doldurmuştum!..."
Adam öyle fena oldu ki... Koştu... Kızına sarıldı... Beraberce ağladılar.
Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının baş ucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.
Aslında bütün anne ve babalara böyle bir altın kutuyu çocukları hiçbir karşılık beklemeden, sevgi ve öpücüklerle doldurup vermişlerdir.
Hiç kimsenin hayatında bundan daha değerli bir armağana sahip olması da mümkün değildir.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

KELEBEK VE KOZASI

Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti.
Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi.
Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu.
Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.
Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.
Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi.
Cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı. Böylece, bir iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi.
Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.
Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek,, hayatının geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de asla uçamadı.
Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın, Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.
Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti.
Bazen hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey çabalardır.
Eğer hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerleyebilseydik bir anlamda sakat kalırdık. Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman. Ve asla uçamazdık ...



Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Oğluma mektup

Benim yaşlandığımı düşündüğün gün (ki yaşlı olmayacağım),

Sabırlı ol lütfen ve beni anlamaya çalış…

Yemek yerken üstümü kirletirsem… üzerimi değiştirecek gücüm yoksa… lütfen sabırlı ol. Benim sana birşeyler öğretmek için seninle ilgilendiğim zamanları hatırla...

Seninle konuşurken, sürekli aynı şeyleri 1000 kere tekrarlıyorsam… sözümü kesme dinle. … beni

Sen küçükken, uyuyana kadar sana aynı hikayeyi 1000 defa tekrar tekrar okumak zorunda kalıyordum.



Banyo yapmak istemediğimde;

Beni utandırma yada azarlama…

Seni banyoya götürmek için icad ettiğim küçük yöntemlerimi ve oyunlarımı hatırla…



Yeni teknolojiler karşındaki cahilliğimi görürsen… bana zaman tanı ve beni yüzünde alaycı bir gülümsemeyle izleme…



Bazı zamanlarda unutkan olursam yahut konuşmalarımızda ipin ucunu kaçırırsam… lütfen hatırlamam için gerekli zamanı bana tanı… eğer hatırlayamazsam, sinirlenme… çünkü asıl önemli olan benim konuşmam değil, senin yanında olabilmem ve senin beni dinliyor olmandır.



Ben sana bir sürü şeyi nasıl yapacağını gösterdim…

İyi yemek yemeyi, iyi giyinmeyi… yaşamı göğüslemeyi…

Eğer birşey yemek istemezsem, baskı yapma bana. Ne zaman yemem yada yememem gerektiğini ben gayet iyi bilirim.



Ve yaşlı bacaklarım yürümeme izin vermediğinde

… bana elini ver…

Tıpkı, benim sana ilk adımlarını atarken verdiğim gibi.

Ve birgün artık daha fazla yaşamak istemediğimi söylediğimde… ve ölmek istediğimi… kızma…

Birgün anlayacaksın…



yaşımın; zevk alma değil artık idareten yaşama yaşı olduğunu anlamaya çalış,

Birgün şunu anlayacaksın, hatalarıma karşın hep senin için iyi olanı gerçekleştirmeye çabaladım ve senin yolunu hazırlamaya çalıştım

Senin yanında olduğumda üzgün,kızgın yada güçsüz hissetme kendini. Benim yanımda olmalısın, beni anlamalısın ve bana yardım etmelisin.



Yürümeme yardımcı ol… ve yolumu sabır ile, sevgi ile bitirmeme.... Benim için yaptıklarını, bir gülümseme ve senin için her zaman taşıdığım çok derin bir sevgi ile geri ödeyebilirim ancak.



Seni Seviyorum oğlum...

Baban....

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

'Benim babam senin babanı döver'

Perihan Mağden
Birkaç gün önce Maral'la (Dink) buluştuk. Ben ilan ettim ya; artık röportaj-altı olduğumu, konuşmayacağımı hatırı sayılır bir zaman. (Sussss!)
Maral o güzel çekingenliği ile 'Biliyorum' diye söze başladı. Ama Agos başka. Onu da biliyordu. İşte röportaj yapmaya benimle, elinde birkaç sayıyla gelmiş.
Bu sabah okurken Agos'ları, Arat Dink'in babasız geçirdiği ilk babalar günü üstüne yazısını okudum. Benim gözlerim doldu.

Buyrun, siz de okuyun.

"mutlu sun baba" Hokkosu Nora'yı tembihlemiş, o da çocuk ekonomisiyle lafı bu hale getirmiş. "mutlu sun baba".
Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken, göz hizası, parmak ucunda masa hizasına gelen bir peri, bir pazar sabahı, kahvaltı masasında, kelebek elleriyle dürtüp seni böyle "mutlu sun baba" derse, elbette önce "Tanrı'ının bir mesajı mı?" diye düşünürsün.
Sonra her fırsatta düştüğün hayal dünyasından çıkar, "Şimdi bizim mutlulukla ne işimiz var dersin, ne demek istiyor bu çocuk"...

En sonunda düşen jeton boğazında düğümlenir; bugün babalar günü, ve ilk defa bir insan yavrusu, dilinin döndüğünce senin babalar gününü kutluyor ve ilk defa sen babasız bir babalar günü sabahı kahvaltı eden oğulsun.

Gözyaşı merceği tuhaf çalışır, küçük Nora büyür, baba ufaldıkça ufalır. Islak bir ekmeği yemek tatsızdır ama düğümlenmiş bir boğazdan da böylesi daha rahat geçer. Nora'ya tek bir şey demek geldi içimden: Benim babam senin babanı döver.

Daha ilkokul çağımdayken bile, arkadaşlarımın ağızlarını doldura doldura babalarından bahsetmelerinden hoşlanmazdım. Oysa senin hakkında anlatacak sağlam hikâyelerim vardı. İçimden, "Ulan benim babam var ya, benim babam" diye düşünür, ama ağzıma getirmez, sıramı savardım.


Bir oğlun babasını anlatmaktan daha iyi şeyler yapması gerektiğine inandım hep. Biliyorum ki sen de, babasını anlatan bir oğul olmamdan fazlasını isterdin benim için.


Oğullar babalarını yenmedikçe bir dünya nasıl ilerler... Katillerin aldıkları bir şey de çocukların babalarını yenme hakkıdır.

Ellinci gününde adını koyduğun hasadı kucakladım, geldim baba evine, "Baba elde var iki, bak işte Karuna" diyesi yüreğim, baba evinde baba yok, babam oy. Olaydın da göstereydim sana, çocuğun adı Nare mi olacakmış Karuna mı! Sen kazandın.

Hasadı toprağından söküp kucağıma verdiğinde doktor, Nare daha öyle çamur, seni gördüm ilk, işte gözyaşı merceği, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken... "Eyvah!" dedim sonra, senin burnun bir kıza yakışır mı acaba?

Nare'ye ilk bakışım öfkelidir. Yokluğunun üzerine inşa edilmiş her şeye öfke duyduğum gibi; çünkü bütün bunlar zamanı geri çevirmeyi zorlaştırıyor. Öyle saf, öyle canlı, öyle temiz karşımda duruyor. Tuhaf bir öfke ve aşkla bağlıyım ona, hem senden yadigâr, hem yokluğunu bana anımsatan, elimde bir düğüm. Çaldı kaçtı bir kere kapımızı ölüm.

Yaşam her gün Nora'nın çıplak ayak sesleri, Nare'nin gülücükleriyle çalıyor kapımı. Torunların seni kardeşlerinle aldatıyor, ben yaşamla her gün aldatıyorum seni.

Senin babalar gününü hiç kutladım mı hatırlamıyorum. Elbette sana tek tük bir şeyler aldığımı, sana sarılıp öptüğümü, sakallarını yanağıma sürttüğünü, kaşlarını parmaklarıma doladığımı, çenendeki çukuru, yüzündeki her çizgiyi hatırlıyorum.
Ama sana hiç öyle doğrudan gelip "Babalar günün kutlu olsun" dediğimi hatırlamıyorum. Bizim aile ilişkimiz hep uzak oldu böyle klişelerden, sevgi saygı sözcüklerinden, teşekkürlerden.

Bazı arkadaşlarım anlatmıştır, bildik hikâye işte; yaşları geldiğinde babaları bunları alıp Karaköy'de bir yere götürürlermiş. Gördün mü bak, ne babalar var. Oysa sen beni hiç kerhaneye götürmedin.
Ergenliğimle ilgili tek hatırladığım şey, pipimle çok oynayıp oynamadığımı ara sıra sorman ve bunun makul düzeyinin ne olması gerektiği hakkındaki konuşmalarımızdır. Çok sonra bir gün aldın beni, "Hadi senin yaşın geldi" deyip Şişli Adliyesi'ne götürdün, hâlâ yargılanıyoruz.

Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken, pireler berber, hukuk deve olmuş. Kötü adamlar etrafımızı sarmış, öyle kötü ki, kötülükleri çizilmiş karakterler olduklarını ele veriyor.

O zamanlar okumuştum hayvanlar âleminden bir haberde: Maymunlar meğer konuşurlarmış, tehlike anında haberleşirlermiş; dört 'pyot' üç 'hak', buradan gitsek iyi olur demekmiş.
Pyot pyot pyot pyot hak hak hak, baba pyot, canım hak. Artık zamanda geriye gitme konusunda umudum oldukça az. Zaten seninle son adam akıllı konuşmamız da bu konudaydı.

Ben bu Aynştayn denen adamın zamanda 'görelilik' hikâyesini, çok çabalamama rağmen anlayamamış, sana sormuştum. Seninle evren hakkındaki o güzel konuşmalarımızdan sonuncusunu yapıyormuşuz meğer.

Şimdi yavaş yavaş kanıksıyorum. Nora ve Nare koşuştururken, senin o uzun kaşlarına, ayakları takılıp düşemeyecekler, çenenin çukurunda yüzemeyecekler. Seninle hiç evren hakkında konuşamayacaklar.

Keşke imkân olsa da, şimdi bütün klişelerle sana seslensem. Seninle gurur duyduğumu haykırabilsem, en çok da 'kameraların karşısında gözyaşlarına hâkim olamadığın' gün...

Başkaları gibi, maçayı dik tutmak lazım diye düşünmeden, senin gözlerin dolarken,
"İşte babam" dedim "işte babam, çırılçıplak insan". "Şahadetin kutlu olsun" diye haykırdı mezarının başında yüzbinler.

Şimdi de: Babalığın kutlu olsun, amen. ARAT DİNK

Perihan Mağden

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

BABAM BEN GELDİM

Babam,Ben geldim...

kocaman kızın !

-İyi yaptın be kızım-

Diyemedin bana

Kahvenin önünden geçtim

Her zaman oturduğun sandalyen boştu

Karşılamaya da çıkamamıştın

Eve gittim,Kapıyı açmadın

Babam ben geldim

Kocaman kızın !

N'olur,Bırak sarılayım boynuna

Kokunu özledim

Peynirle karışık lehim kokunu

Gözlerini özledim

Yeşil yeşil

Ellerini özledim,

Babam ,Ben geldim

Kocaman kızın

Sana selam getiremedim kimseden

Gizlice kaçtım geldim

Anam iyi

Merak etme

Kardeşimle kalıyor

Özlem işe başladı

Onur okulda

Ben bildiğin gibi

Kafam bu aralar biraz karışık

Babam ,Ben geldim

Başıma yıkıldı sanki kasaba

Yoksun...

Dün,Yine bir adamın peşinden koştum

İki elinde iki poşet

Başında kasket

Sana çok benziyordu

babam

Yolunu kestim

Sen değildin
babam

Acayip acayip yüzüme baktı


Anlamadı

babam

Anlayamadı

Anlatamadım...

Boşuna çaldı telefonlar

Kapı zilleri boşuna

Biliyor musun

Kuru ekmekleri ıslattım dün

Hastanede olduğu gibi

Sonra balkona koydum

Kuşlar seni sordular babam

Çoktandır görünmüyor dediler

Nasıl söylerim babam

Nasıl...

Bakkaldan bir torba yem aldım

Çınar altında kumrulara döktüm

Güvercinlere

Önce çekindiler

İnemediler

Sonra,Tek tek süzüldüler

Hiçbir şey sormadılar

Galiba anladılar

Çocuklar geçti kapının önünden

Hafif aralayıp bahçe kapısını

Bir şeyler fısıldaşıp

Birbirlerine baktılar

Sonra, biri

Ürkek adımlarla girdi içeri

Şeker kutusunu açtı

Önce kendi aldı

Sonra arkadaşları

Gülümsediler yüzüme bakıp

Seni sordular...

Babam ,Ben geldim...

Asmada üzüm yok bu sene

Çiçekler kurumuş

Boncuk ta yok ortalarda

Çağırdım gelmedi

Belki senin oralardadır

Kimbilir !


Babam,Ben geldim...

Erik ağacının altındayım

Burası çok kalabalık be babam

Bir o kadar da sessiz

Yaban otlarını ayıkladım

Güller çiçek açmamış

Belki zamanı değil

Biraz su döktüm

Mezar taşını okşadım

Babam

Adını bile yanlış yazmışlar

Biliyor musun

7/12/1999 tarih doğru

Biliyor musun ?


Ben seni çok özledim be babam !

Babam benim !

Canım babam.....



Nurten Altınok15-12-2000

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Babaların Ölümü

Hiç bitmeyecekmiş gibi gelir.

Ben yaşadıkça, annem, kardeşlerim, komşularımız, tanıdık bildiklerimiz yaşadıkça o hep yaşayacakmış gibi gelir.

Fakat gün olur.

Güneşin batışı gibi..

Yıldızın kayboluşu gibi..

Bir güzel filmin bitişi gibi...

Baban öldü derler.

Babaların ölümünü bilirim.

Yaşadım, benim gazetede sevdiğim yazar olan oda komşum Selahattin Duman'ın babası "Dr. Abdullah Duman" da ömür kavsini tamamladı, hayata gözlerini kapadı.

Tanımadım.Yüzünü görmedim.Merhaba demedim.

Babalar, oğullarının doğuşunu unutmaz.

Bebekliklerini...

Anne memesini emişlerini...

Ayakları üzerinde dikilmeye başladığı gün birkaç sarsak adım atışlarını, sünnet düğünlerini...

Oğlanın "babasını saymayı, annesinin örneğine bakarak; annesini sevmeyi de özellikle babasının örneğine bakarak öğrendiğini" sadece babalar görür...

Okula kayıt oluşlarını...

Okul bitirişlerini...

Askere gidişlerini...

Evi terk edişlerini, ben de siz olmadan varım diye benlik gösterisine kalkışlarını; evlenmelerini, düğünlerini, dünyaya gelen torunları babalar "sevgi albümünün" içinde özenle toplayıp biriktirir.

Ve o gün gelir.Baban öldü derler.

Selahattin'in babası Dr. Abdullah Duman'ı tanımayı, dinlemeyi çok istedim.

Şunun için:

Babalar iyi hoca değildir.

Oğluna iyi öğretici olamaz.

Çünkü babalar, oğullarını çok sever ve olaya çok sevgi girdiği zaman işe endişe karışır, acelecilik karışır, "ben yapamadım oğlum yapsın" gereksiz iyi niyetleri, zararlı şımartmalar karışır ve babalık denilen karanlık benlik, oğlan çocuklarını kötü eğitir.

Fakat Selahattin, bir yazısında babasının ezberinden; "oğluna doğru yolu göstermesine örnek olarak" bir şiir yazmıştı.Yazarı belli olmayan.Anonim.Laedri bir şiir.Bu şiirden ötürü Dr. Abdullah Duman'ı tanımayı çok istedim. Bir gün karşılaşırız diye umut ettim.Olmadı.Hayata gözlerini yumdu.

Şiir şuydu:

Şeb-i yeldayı, muvakkit ve müneccim ne bilir.
Müptelayı gama sor, kim geceler kaç saat.

Diyor ki:Gecelerin ne kadar uzun olduğunu (şeb-i yelda = en uzun gece) vakit bildirene (muvakkit) sorma, falcılara, büyücülere de (müneccim) sorma; dert çekene, gam çekene, drama düşmüşlere (müptelayı gam) sor, onlar bilir.

Babalar iyi öğretici olamaz.

Ama bir gülüşle..

Bir sarılışla..

Bazen bir haykırış..

Bazen öfkeli bir bakış..

Bazen de bir beyitlik şiirle en büyük öğretici onlar olur.

Hiç bitmeyecekmiş gibi gelir...

Baba hep yaşayacakmış gibi gelir...

Fakat bir gün "baban öldü" derler.


Kardeşim Selahattin, acını paylaşırım.

Necati DOĞRU , 07.08.2006


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Babalar ve Oğullar

“Baba” adı tarih boyunca filmlere konu olmuş, birçok önemli insana lakap olarak takılmış; (mafya babaları hariç) saygının, sahiplenmenin, barışın ve hoşgörünün sembolü haline gelmiş önemli bir kavramdır...

Tüm bunların yanında, aile babalarının yükümlü olduğu ciddi görevleri vardır: Yaşamış oldukları yılların tecrübesiyle, bilgi birikimiyle, yaşının verdiği olgunlukla çevresinde ve ailesinde barışın, hoşgörünün temsilcisi olmakla sorumludur.

Erkek adamın erkek çocuğu olur mu?

Kime benziyor babasının oğlu, erkek adamın erkek çocuğu olur gibi laflar edilir… Bu kalıplaşmış düşünceler bazen babaların istediği gibi gerçekleşmeyebilir.
Tüm anne babalar evlatlarını en doğru ahlak üzere olmalarını isterler... Fakat bu ahlakın oluşmasında en büyük paylarının kendileri olduğunu çok fazla bilmezler... Bilseler dahi, kendi yaşadıkları zamana ve şartlara göre çocuklarını yönlendirmek isterler.
Bu baskılar sonucu çocuklarını eğittiklerini sanmalarına rağmen, farkında olmadan onların daha da isyankâr olmalarına neden olurlar… Ve onları dışarıdaki yanlış model arkadaş ortamlarına iterler.

Otoriter babalar

Bazı babalar sevgilerini dışa belli edemeyip, çok istemelerine rağmen, çocuklarıyla iletişim kurmada zorlanırlar. Baba oğul arasında yaşanan bu iletişimsizlik, ister istemez aralarına soğuk rüzgârların esmesine sebep olabilir.
Çocuklarıyla arkadaş olamayan babalar maalesef onların ruh dünyalarında yaşanan fırtınalarında farkına varamazlar. Onları istemeden yalnızlığa ve yanlış arkadaş ortamlarına itebilirler.

Babaların aşırı derecede saygı istemelerinden doğan başka bir gerçek ise, aynı evi paylaşmalarına rağmen, istedikleri gibi rahat oturup kalkamayan ve hiçbir söz hakkı verilmeyen gençlere; “sen sus, sen küçüksün anlamazsın “ gibi onur kırıcı sözlerle, gençleri ev ortamından yavaş, yavaş soğuturlar.
Sonuçta bu gençler her fırsatta evden uzaklaşmanın planlarını yaparlar. Bundan dolayı sık, sık eve geç gelerek, aile ve akraba ortamlarından uzaklaşarak; kendilerini özgürce ifade edebilecekleri ortamları benimseyebilirler.

Baba oğul ilişkilerinde gizli rekabet

Öyle babalar var ki, oğullarıyla hem övünürler, hem de farkında olmadan onlarla gizli bir rekabete girerler. Kendilerinin yaşayamadığı bazı gerçekleri çocuklarında yaşatmak istemelerine ve onların başarılarını görüp övgüyle anlatmalarına rağmen, farklı bir kıskançlığı istemeden yaşarlar...
Bu ikilemi yaşayan babalarda, bazen oğullarına karşı tutarsız tavırları olup, kendi ruh hallerine göre davranırlar.

Baba mesleği ve akraba evlilikleri

Çocuklara dayatılan bir başka konuda, baba kendi mesleğini ilahlaştırıp, devamını oğullarında görme isteğidir. Hatta bazı babalar var ki, kendi gençliklerinde çok isteyip de yapamadığı mesleklerini, çocukların yapması için ısrar ederler... Bu konuda çocuklarının fikirlerini almayı hiç düşünmeden, onlar adına her türlü kararları rahatlıkla verirler.
Bunun yanında evliliklerinde dahi oğullarının kararını almadan, kendi dost akrabalarından seçip, mal-mülk dışarıya gitmesin anlayışıyla, çocukların istemedikleri evlilikleri yapmalarını zorlarlar. Onların hayatlarını sonsuza kadar karartacaklarını fazla düşünmeden, oğullarının evliliklerine rahatlıkla karışabilirler.

"Oysa tüm gençler, başkalarının sunduğu hayatı değil, kendi istedikleri hayatı seçip yaşamak isterler."

En iyi model, oğluna arkadaş olan babadır

Sevgiyi dışa vuran ve oğullarıyla her konuda anlaşmayı başaran, onlara en yakın arkadaştan daha iyi arkadaş olan sevecen babalar, hem daha çok sayılacak hem de daha çok sevilecektir.


Bu samimiyetteki babaların yetiştirdiği çocuklar, topluma daha sağlıklı ve faydalı olacaklardır… Böyle bir babaya sahip olan oğullar, diğerlerine göre daha şanslı ve mutlu çocuklardır.

Tüm babaların babalar gününü kutlarım.

14.06.2006 - ?

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

BABADAN MİRASTIR BABALIK

Babalarıyla aralarına mesafe koyarak çocukluktan çıkar oğullar. Babayla benzerlikleri koparıp atmaya dayalı bir süreçtir bu.
Zordur. Yorucudur.Hatta çoğu zaman gürültülü patırtılıdır.Bazen ciddi biçimde sancılıdır.Dışardan bakanlarca kimi zaman haylazlık veya otoriteye isyan gibi algılanır; kimi zaman içe kapanıklık olarak. Ama yoktur başka yolu...

“Babasının oğlu” olmaktan “adam” olmaya; ruhun kısa pantolonu çıkartıp atmasının başka yolu yoktur.İçin için severek, için için kızarak, çatışarak, saklanarak, kimi zaman kalp kırmanın eşiğinde, kimi zaman gizli bir teslimiyetle geçilir bu yoldan.Kimlik, kişilik, ilgiler, meraklar, iş...Bunların hepsi, hep ya alttan alta ya da açıktan açığa babayla didişerek-çekişerek seçilir.

Oğul başardığında bilincinin derinlerinde bir yerde şöyle fısıldar: “Bak baba, ille de senin dediğini yapmak gerekmiyormuş! Bak baba, görüyor musun ille de sana benzemek gerekmiyormuş!”

Yıllar geçer. Çoluk çocuğa karışılır. Belki “baba”dan kaçar gibi tedirgin ve gizli bir inatla baba olmaktan da kaçınılır.
Fakat her erkek için sonunda o an gelir, kapı çalınır.
Kapıda babanızın ruhu vardır.

Kafası hafif yana doğru eğiktir.

Bakar ve şaşıp kalırsınız.


Haşmet AĞAOĞLU

gazetevatan.com , 10.12.2006

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Baba Unutur....

Dinle oğlum:
Bunları sen küçük ellerinden biri çenenin altında yumruk olmuş, sarı saçların terden ıslanmış, alnına yapışmış bir halde uyurken söylüyorum.
Odana gizlice, tek başıma girdim.
Sadece birkaç dakika önce, kütüphanede oturmuş gazetemi okurken, güçlü bir pişmanlık dalgası her tarafımı sardı. Suçluluk içinde kalkıp, yatağının başucuna geldim.

Düşündüklerim şunlardı oğlum:

Sana kızmıştım.

Okula gitmek için hazırlanırken, yüzünü havluyla şöyle bir sildin diye sana bağırmış, ayakkabılarını temizlemediğin için seni azarlamıştım. Eşyalarını yere attığın için öfke içinde haykırmıştım.

Kahvaltıda da hata buldum. İçeceklerini etrafa sıçrattın, yiyeceklerini alel acele yedin. Dirseklerini masaya koydun, ekmeğine tereyağını çok kalın bir tabaka halinde sürdün.

Sen oynamak, ben de trene yetişmek için çıkarken, bana döndün, elini salladın ‘’Güle güle baba’’ dedin. Ben ise irkildim ve ‘’omuzlarını dik tut’’ cevabını verdim.
Öğleden sonranın geç saatlerinde her şey yeniden başladı. Eve gelirken seni dizlerinin üstünde eğilmiş, misket oynarken gördüm. Çoraplarında delikler vardı.

Seni arkadaşlarının önünde, benimle eve gelmeye zorlayarak aşağıladım. Çoraplar çok pahalıydı ve eğer parası senin cebinden çıkıyor olsaydı, daha dikkatli olurdun.
Bir düşün oğlum, bunlar bir babanın lafları.


Daha sonra, ben kütüphanede okurken, gözlerinde acı dolu bir bakışla nasıl çekingen çekingen içeri girdiğini hatırlıyor musun?
Gazetenin üstünden, rahatsız edilmiş olmanın verdiği sıkıntıyla sana baktığımda, kapıda durakladın. Ben ise ‘’ne istiyorsun’’ diye kükredim. Hiçbir şey söylemedin ama , aceleyle bana doğru koştun , kollarını boynuma dolayıp beni öptün. Küçük kolların , Tanrı’nın yüreğine yerleştirdiği, sana yaptıklarımın bile solduramadığı o büyük sevgiyle boynumu sıkıyordu. Sonra koşa koşa merdivenlerden çıkıp gittin.

Evet oğlum, bundan hemen sonra gazetem ellerimden kaydı ve müthiş bir korku her yanımı sardı.

Adetlerim bana neler yaptırıyor? Hata bulma adetim, azarlama adetim. Sana bir çocuk olduğun için verdiğim ödül bu mu?

Seni sevmediğimden değil, ama bir çocuktan çok fazla şey beklemiştim. Seni kendi ölçütlerimle değerlendirmeye kalkıyordum.
Oysa karakterinin o kadar iyi o kadar güzel yanları vardı ki. Küçük yüreğin, dağların ardından söken şafak kadar büyüktü. Ve bunu gelip bana iyi geceler öpücüğü vererek gösterdin.

Bu akşam başka hiçbir şeyin önemi yok oğlum. Karanlıkta yatağının başucuna geldim ve utanç içinde diz çöktüm. Bu çok yetersiz bir af dileme çabası. Bunları sana sen uyanıkken söylersem anlamayacağını biliyorum.

Ama yarın gerçek bir baba olacağım. Seninle dost olacak, sen acı çektiğinde ben de çekecek, sen güldüğünde ben de güleceğim.
İçimden kötü sözler etmek geldiğinde dilimi ısıracağım. Sanki bir ayinmiş gibi kendime hep şu sözleri söyleyeceğim:

- O sadece bir çocuk, küçük bir çocuk.

Korkarım seni sanki bir yetişkinmişsin gibi gördüm. Ama şimdi seni yatağında dertop olmuş, yorgun, uyurken görüyorum da oğlum, hala bir bebek olduğunu anlıyorum.

Daha dün başını omzunun üstüne koyduğun anneciğinin kucağındaydın.
Çok fazla şey bekledim, çok fazla.


W. Livingston Larned

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

oğlan çocuklarının gelişiminde en önemli unsur , baba dır

Bebekler çoğunlukla ilk anlamlı konuşma çabasını “ba ba ba” diyerek gösterir. Her ne kadar bilinçle söylememiş olsa da ‘önce baba dedi’ diye heyecanlanır bütün babalar.
Bir evlada sahip olma duygusunu anneler gibi bütün vücuduyla ve ruhuyla yaşamıyor olsalar da, erkekler için baba olmak, kendi canından bir parçanın yaratıldığını görmek ve onun bakımını üstlenmek hayata anlam katan güzel bir duygudur.
Anne ve babasıyla birlikte huzurlu bir aile ortamında büyümek, bir çocuk için bütün bir hayatı etkileyen olumlu bir kazanımdır. Ebeveynlerden birinin yokluğunu diğerinin doldurması mümkün değildir, çünkü her ikisinden alınan kişilik özellikleri birbirini tamamlar.
Bu yüzden sadece eve ekmek getiren, çocuğunu iyi okullarda okutan, bakımını, beslenmesini sağlayan bir erkek ‘iyi baba’ sayılmıyor.
Babaların maddi sorumluluktan önce, çocuklarına iyi bir örnek olarak çocuklarıyla duygusal paylaşımda da bulunmaları gerekiyor. Özellikle oğlan çocuklarının ‘erkek’ rolüne hazırlanmaları için öncelikli görev babalara düşüyor.
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ergen-Genç-Erişkin Kliniği Şefi Psikiyatr Doç. Dr. Kemal Sayar, modernleşmeyle beraber ev ve iş arasında oluşan uçurumun, babanın evden kaybolmasına sebep olduğunu belirtiyor.
Pek çok çocuk için babanın artık eve onlar uyuduktan sonra gelen bir gölge varlık haline geldiğine dikkat çeken Sayar, babanın anahtar rollerinden birisinin oğlan çocuğunu erkeklik rolüne hazırlamak olduğunu söylüyor.
Sayar, kimliğini bir erkek olarak kurgulayacağı “erkeklerin dünyasına” hazırlanamayan çocukların kadınlarla ilişki kurmakta çok zorlanacağını belirtiyor:
- “Bu role hazırlanamayan çocuklar, ya kadınlara yapışacak ya da onlardan çok uzak duracaktır. Endüstri devriminden en fazla yara alan sevgi birimi baba-oğul bağı olmuştur. Endüstrileşme öncesi oğullar babalarını tarlalarla veya ticarette görüyor, erken yaşta onlara katılıyor iken artık babalarını bu biçimde görme şansları kalmamıştır. Pederşâhi toplumumuzda gizli saklı bir maderşahilik hüküm sürüyor, ilişkiler, duygular öne çıkıyor ve oğul babayı duygusuzluğun o gri dünyasından çıkıp gelen bir yabancı olarak değerlendiriyor.”
Babaları ile yeterli bağ kuran çocukların erkek kimliğine kolayca geçebildiğini ifade eden Sayar’a göre, bazı insanlar da erkek kimliğine adım atar; ama babalarının o ilgisizliğini, duygusal ceset olma halini kendi hayatlarına kopya eder.
Bazı erkekler kadınların dünyasında kalır ve onların değerlerini benimser, erkeklerin dünyasındaki sevgisizlikten nefret ederek yaşar.
Bir oğlun annenin kendisi için ve kendisinin annesi için taşıdığı tehlikeye karşı babaya ihtiyacı vardır. Eğer ana-oğul ilişkisi çok yalıtık kalırsa çok yoğun ve tahripkâr bir hâle bürünebilir.

Çocuklar ezilmemeli

“Babalarımız hayatta kim olduğumuzu, nasıl durduğumuzu, nereye ve nasıl baktığımızı tayin eder.” diyen Doç. Dr. Sayar, erkek çocukları için hayatın, baba ve annenin çocukluğa attıkları ilmeklerin çözüldüğü bir serüven olduğunu söylüyor.
Sözgelimi baba, oğlunun ruhunda öyle kocaman bir yara açmış, onu varlığıyla o kadar sindirmiştir ki oğul bir türlü büyüyemez, yetişkin hayata adım atamaz, ebedî bir ergen olarak kalır. Etrafından hep bir baba azarı yiyebileceği korkusuyla hayatı kıyısından köşesinden yaşar, içinde babayla yaşanmış ve mağlubiyetle bitmiş bir savaşın ukdesi dolaşır. Bu ukde ruhun kıyılarını döven depresyon dalgalarıyla varlığını hatırlatır.
Babalar kimi zaman oğullarının hayatına o kadar kuvvetli bir gölge düşürür ki, ayrımlaşmayı ve bağımsızlaşmayı başaramayan oğul; babanın bir uzvu, bir uzantısı olarak, bir gölge olarak yaşamaya devam eder.

Varlığı belli olmayan babalar var

Bazen de baba yoktur. Ya fiziksel olarak orada değildir ya da fiziksel olarak orada olsa bile ruhsal olarak yoktur. Oğul bir baba açlığı içinde dış dünyadan babaya ait bütün simgeleri ruhuna emer.
Babasız büyümek çocukların iç dünyalarına bitmek bilmeyen bir gurbet acısı olarak tercüme edilir. Babadan gurbet, bir oğul için gurbetlerin en yakıcısı, en iç paralayıcısıdır. Soğuk ve mesafeli babalar, çocuk ruhunun biricik gıdası olan şefkat ve sevgiyi oğullarından esirger ve onları hayat boyu telâfi etmekte zorlanacakları bir açlığa mahkûm ederler.
Güçlü babaların ihmâle uğramış oğulları, geçmişin yaralarını iyileştirmek için babalarının tam aksi politik duruşlar, inanışlar ve yaşayışlara yelken açar, farklı olmayı başarmak ve savaşa devam etmek suretiyle, erkeklik ülkesine girmek isterler.
Oğulların davası erkek olabilmektir; erkeklerin arasına kabul edilebilmek, yetişkin bir erkek olarak ayakta durabileceklerini, babalarına ve hemcinslerine göstermektir. Batılı toplumlarda erkekliğe adım atışın şartı olarak baba evinden ayrılma davranışını eleştiren Sayar’a göre, Batı toplumlarında pek çok genç, bu yüzden anne-baba sevgisini doyasıya yaşayamadan, anne-baba ile ilişkileri tam olarak çözümleyemeden erken bir biçimde hayata atılıyor. Bu durum da ruhsal anlamda ‘bitmemiş bir iş’ olarak kalıyor.
Türkiye’de ise tam tersine, anne ve babanın sunduğu güvenlik duygusundan vazgeçmeye yanaşmayan, hayatın sorumluluklarını hep erteleyen, ebedî ergenlerin yaygın olduğu görülüyor.
Babalar çocuklarına hayatın kurallarını, beklentilerini, kaçınılmazlıklarını öğretir. Bunu zamanın sınırlarını ve gerçekliğini öğreterek, gereken yer ve zamanda iktidarını kullanarak öğretir. Böylece çocuk dünyanın bütünüyle kendisinin o sınırsız zannettiği gücüne tabi olmadığını fark eder.
Çocuklarının gelişim evrelerinde ‘orada olan’ babaların onlara en büyük iyiliği yaptığını vurgulayan Doç. Dr. Kemal Sayar, bu tarz babaların çocukların hayatındaki etkisini şöyle anlatıyor:
- “Babaları kendileriyle ilgilenen çocuklar duygularını daha iyi düzenliyor, daha yüksek toplumsal ve eğitimsel başarı gösteriyor.

Babalar çocukları, hayal kırıklıklarına tahammül ve işleri kendi başlarına çözme konusunda daha fazla cesaretlendiriyor. Baba sevgisini doyasıya tadan çocuklar duygusal açıdan daha
Öte yanda ‘yok baba’ların çocukları, daha fazla madde kötüye kullanımı, depresyon, intihar ve daha düşük okul başarısı gösterebiliyor.”

Babasız büyüyen çocuklarda suça eğilim artıyor

Yapılan araştırmalar Amerika’da suçun en belirgin sebeplerinden birinin babasız büyüme olduğunu gösteriyor.
Şiddete dayalı suçlar, çocuk suçluluğu, madde kullanımı ile baba yokluğu arasında direkt bir bağlantı olduğunu belirten Kemal Sayar, bununla birlikte, sorumluluk sahibi bir babanın varlığının bu sosyal hastalıkların yerine geçebilen caydırıcı bir işlevi olduğuna dikkat çekiyor.
Araştırma sonuçları “sıcak ve sevecen” baba rolü çocukların olumlu bir şahsiyet oluşturmasına yardımcı oluyor.
Ayrıca, çocuklarda cinsiyet rollerinin gelişimini de olumlu etkiliyor. Örneğin, erkek çocukları bir erkek olarak büyürken babalarından erkeklerin ilgileri, faaliyetleri ve sosyal davranışlarını öğrenebiliyor.
Ebeveynin yokluğu ya da çocuğun ebeveynle (genellikle de babayla) sık iletişim kuramaması ise çocuk üzerinde bazı olumsuz sonuçlara neden olmaktadır. Araştırmalar, çocukların büyük çoğunluğunun babalarını çok fazla özlediklerini göstermektedir.
Küçük çocuklar, babaları boşandığında, babası sanki ölmüş gibi derin bir üzüntü duyabilmektedir. Babanın yokluğu ya da devamlı uzaklık hali ise bu büyük üzüntünün uzamasına neden olmaktadır. Babanın yokluğu hem kız hem de erkek çocukların sosyal davranışlarını olumsuz yönde etkiler.
Araştırma sonuçları, baba yokluğu yaşayan çocukların davranış problemleri göstermesinin daha olası olduğunu ve okulda, özellikle matematik ve fen derslerinde pek başarılı olamadıklarını göstermektedir.
Boşanma çocukları olumsuz etkiliyor
Amerika’da yapılmış olan bir araştırmada, ebeveynleri boşanmış olan 144 çocuk ve ergen hastada, yaygın olarak şu üç problemin görüldüğü belirlenmiş: Katılımcıların yüzde 63’ü endişe, üzüntü, fobiler, depresyon gibi psikolojik problemler yaşıyor. Yüzde 56’sı becerilerde ve performansta azalma içinde. Yüzde 43’ünde ise ebeveynlere karşı öfke duygusu bulunuyor.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

çocuk dediğin .................

  • Çocuk dediğin; uslu oturur ,büyüklerin sözünü dinler.
    Çocuk dediğin; "yapma" deyince yapmaz, "yat" deyince yatar.
    Çocuk dediğin; önüne konanı yer, yeni icatlar çıkarmaz
    Çocuk dediğin; ders çalışır, dik kafalılık etmez.
    Çocuk dediğin; çok soru sormaz, karşılık vermez.
    Çocuk dediğin; paylanınca önüne bakar, evi dağıtmaz.
    Çocuk dediğin; her şeyi istemez, her duyduğunu söylemez.
    Çocuk dediğin; anasından,babasından korkar,
    "şimdi seni gebertirim" denince suspus olur.

    Çocuk dediğin; her önüne gelenle oynamaz,
    büyüklerin vurduğu yerde gül biteceğini bilir.
    Çocuk dediğin; verilen öğütlerin dışına çıkmaz, ağaca da çıkmaz,kapının önüne çıkar.
    Çocuk dediğin; durmadan ıslık çalmaz, yemekten önce mandalina yemez.
    Çocuk dediğin; hep top peşinde koşmaz,
    kuş peşinde de koşmaz...
    Çocuk dediğin; büyüklerin bir dediğiniiki ettirmez, zırt pırt televizyonu açmaz.
    Çocuk dediğin; söylenen işten kaçmaz,anasının babasının odasını açmaz,kapı çalınınca, koşup kapıyı açar.
    Çocuk dediğin; insanın tepesine binmez,akşama kadar bisiklete de binmez.
    Çocuk dediğin; kimsenin dalına basmaz, ıslak yerlere de basmaz.
    Çocuk dediğin; sofrada adam gibi oturur, büyüklerin yanında oturmaz, haytalık etmez.
    Çocuk dediğin; çocukluğunu bilir,saygı suygu bilir, dersini de bilir.
    Çocuk dediğin; insanın kafasını şişirmez,pırtlatmak için avucunu şişirmez, çok gülmez.
    Çocuk dediğin; çağrılınca gelir,yemek saatinde eve gelir, yüzüne bakılınca kendine gelir.

  • ...BÜYÜKLERE GELİNCE...Onlar büyüktür ve her şeyi yapabilirler. Ve çocuklar yaşlanıp ölünceye dek, her şeyi sadece büyüklerin yapabileceğine inanarak yaşarlar.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

büyüdüm ben annem

Beni düşünüyorsun biliyorum, beni canından çok seviyorsun farkındayım. Ama böylesi baskıyla, böylesi kısıtlamalarla olmuyor. Bırak beni ayaklarımın üzerinde durduğumu kendim göreyim, sizlere de göstereyim.
Büyüdüm ben artık annem, senin bakışlarındaki o minicik yavrun değilim. Büyüdüm ben annem, bak ayaklarımın üzerinde durabilirim. Büyüdüm ben annem, bıraksan her şeyimi kendim yapabilirim.
Bana bir şans ver annem. Bırak yanlış yapayım, bırak hatalarımı kendim yaşayarak öğreneyim. Senin uyarıların, yol göstermelerin, o bitmek bilmeyen tembihlerin
� biliyorum beni çok sevdiğin için tüm bunlar ama hayır, ben de yaşamak istiyorum annem. Yaşımın tüm deliliklerini yapmak, tüm heyecanlarını hissetmek, öğrenmek istiyorum.
Yeter ki izin ver annem. Evet belki üzülecek, gözyaşı dökeceğim ama olsun.
Büyüdüm ben artık annem. Bırak kendi kararlarımı kendim vereyim. Hatalarımla, başarılarımla kendimi bulayım. Benimle gurur duyduğunu görüp mutlu olayım.
Olmuyor annem olmuyor. Benim adıma sen karar verdikçe, benim yerime ilk adımları sen attıkça; bir yanım hep eksik kalıyor. Söyleyemediğim sözler boğazımı bir yumak misali tıkıyor.
Benimle ilgili hayallerin, büyük umutların var biliyorum annem. Ama bırak ben kendi hayallerimi yaşayayım, izin ver kendim deneyeyim.
Benim adıma pek çok şeye siz büyükler karar vermediniz mi zaten annem? Gideceğim okullara, öğreneceğim dillere, mesleğime, yapacağım sporlara; hatta hobilerime, arkadaşlarıma, okuyacağım kitaplara, giyeceğim kıyafetlere, takacağım küpeye kadar her şeye.

Hiç bana sordunuz mu annem, bale yapmayı sevip sevmediğimi ya da piyano çalmak isteyip istemediğimi? Arkadaşlarınla arandaki yarışa beni kurban ettiniz annem.
Peki ya binbir özveriyle beni yolladığınız ve bir türlü ısınamadığım okulum? Ben Fransızca öğrenmek istemiyordum ki annem, bu sadece senin hayallerini süslerdi, unuttun mu?

Olmuyor annem olmuyor. Senin gençlik hayallerin ne olursun sende kalsın. Geçmişte yapamadığın şeyleri benden istemen, beni bunlara adeta zorlaman olmuyor.
Ben ister miyim, ben mutlu olur muyum diye bana sormadan, benimle konuşmadan, beni dinlemeden olmuyor.
Bilsen benim de hayallerim vardı annem, hem de pembe mavi o kadar çoktu ki.
Ama benim adıma kararlar verirken, kendi hayallerinizi benimle yaşatmaya çalışırken sanki ben yoktum yanınızda annem.
Bir defa olsun beni karşınıza alıp isteklerimi, ideallerimi, o hayallerimi hiç sormadınız, farkında mısın?
Benimle doğru dürüst konuşmadınız, hatta bana hiç zaman ayırmadınız. Bense bekledim annem, hep bekledim. Sözcükler dilimin ucunda bekledim. Bana zaman ayırmanızı, bana güven duymanızı, kararlarıma saygı göstermenizi bekledim.
Olmuyor annem böyle olmuyor. Sizler yaşamama izin vermeden olmuyor.Sadece siz istediniz diye bırakmadım mı en sevdiğim arkadaşlarımı? Onlar kötü değillerdi annem.
Beni bir sefer olsun dinleseydiniz� Ama anlamaya çalışmadınız; geceleri içime akıttığım göz yaşlarımı görmediniz annem.Tenise başladığım günü hatırlıyorum da, tam bir kabustu benim için. Ben tenisi değil, yüzmeyi seviyordum aslında.
Peki ya kolumdan sürüklercesine götürdüğünüz psikolog? Beni dinlemek, beni anlamak için araya başkalarını sokmanıza gerek yoktu annem.
Şimdi içiniz rahat belki de ama ya benimkisi? Kendime özel duygularımı bir yabancıya değil, sizlere anlatmak istiyordum ben annem; sizin omzunuza yaslanıp sizin elinizi tutmak. Göz yaşlarımı sevginizle dindirmenizi bekliyordum.
Hayat benim değil mi annem? Ne olur izin ver yaşamama. Bırak saçlarımı istediğim gibi kestireyim, istediğim şekli vereyim, en azından bir kere deneyeyim. Bırak keyfimce zevkime uygun giyineyim. Bırak en sevdiğim küpemi takayım. Bırak arkadaşlarıma gönlümden geçen hediyeyi alayım.
Beni düşünüyorsun biliyorum, beni canından çok seviyorsun farkındayım. Ama böylesi baskıyla, böylesi kısıtlamalarla olmuyor. Bırak beni ayaklarımın üzerinde durduğumu kendim göreyim, sizlere de göstereyim.
Seni anlamamı, yaptığın fedakarlıkları görmemi istiyorsun annem. Ama ben yapamıyorum, senin yaşına çıkıp oradan kendime bakamıyorum.
Peki ya sen? Benim yaşlarıma inip beni anlamaya çalışsan? Ah� buna ne çok ihtiyacım olduğunu bir bilsen.
Ben doktor olamam annem, kan görünce bile içim ezilirken, nasıl girerim ameliyatlara, nasıl bakarım hastalara? Sen �bir şey olmaz, alışırsın � diyorsun ya annem; sorarım sana nasıl?

Sevmediğim bir meslek uğruna yıllarca çaba harcamak, bir ömür boyu sevemediğin bir işi yapmak niye? Sonuçta tek taraflı mutluluk yetecek mi sana? Her defasında gözlerimde hüzün görmeye dayanabilecek misin, bir düşün ne olur?
Bu hayat kimin annem? Ben senin hayatını yaşamak, senin hayallerini gerçekleştirmek istemiyorum. Ben kendi seçtiğim yolda yürümek, kendi ideallerimin peşinden koşmak istiyorum.

Olmuyor annem olmuyor. Sen izin vermeyince olmuyor. Soruyorum şimdi, ben sana tutunmadan yürümeyi ne zaman öğreneceğim? Nasıl başarılı olacağım? Tek başıma kaldığımda kararlarımı nasıl verecek, doğruları nasıl bulacağım? Kendime nasıl güveneceğim? Korkularımı nasıl yeneceğim?
Babamın mesleği çok güzel annem, ama benden onu devam ettirmemi beklemeyin ne olur. Sen demez miydin, sevmeden yapılan işten hayır gelmez diye. Ben de sevmek istiyorum annem, işimi yaptıklarımı sevmek istiyorum.
Olmuyor annem olmuyor. Hayatımı yaşamama izin vermeden olmuyor. Oysaki o toleransı göstersen, önümü açsan, kanatlarımı serbest bıraksan uçtuğumu göreceksin.
Seçtiğim meslekte nasıl başarılı olduğuma, kararlarımın arkasında nasıl sağlam durduğuma şahit olacaksın.
Seçtiğim kişi benim ilk aşkımdı annem. Sen tipini, kıyafetini beğenmedin diye onu nasıl bırakırdım? Ne oldu sevgilere, ne oldu o büyülü aşklara? Sen demez miydin ilk aşk unutulmaz diye? Sen anlatmaz mıydın ben senin yaşlarındayken ilk aşkımla evlenmiştim diye.
Peki ne değişti annem? Üstelik ben evlenmekten söz etmiyorum henüz, sadece kararlarıma anlayış ve saygı bekliyorum.
Ne olursun bana güven annem. Beni sevdiğin ölçüde anlamaya çalış annem. Beni tercihler yaparken zorlama, önüme setler çekme, yalnız bırakma ne olursun.
Hatalarımla, günahlarımla, sevaplarımla, başarı ve başarısızlıklarımla ben senin yavrunum, unutma annem. Beni başkalarıyla kıyaslama, kendinle bile. Beni ben olduğum için sev annem.
Kendimi bağışlamayı, yargılamamayı, ama geçmişten ders almayı öğrenmem gerek. Bunu da ancak kendim, kendi kararlarımı uygularsam başarabilirim.
Beni yine sev annem, yine çok sev ama arkamdayken, beni desteklerken güven duy; hayatın zorluklarına alışmama izin ver ne olur.
Beni anla annem. Bana inan, yapacaklarıma, yapmak istediklerime inan.
Göreceksin benimle gurur duyacaksın.
Ben büyüdüm artık annem.
İzin verirsen eğer mutluluğuma da şahit olacaksın.
Sevgiyle kalın

Belgin ERYAVUZ
Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

BABALAR ÜSTÜNE 365 SÖZ....KİTAP

KİTABIN ADI Babalar Üstüne 365 SözKİTABIN YAZARI Dablıa PORTER / Gabrıel CERVANTES (Şen Süer KAYA)
YAYINEVİ VE ADRESİ Anahtar Kitaplar Yayın Evi Cağaloğlu / İSTANBULBASIM TARİHİ 1999KİTABIN YAYIM MAKSADI Vazgeçilmez Varlıklar Olan Babalarımızın Önem ve Değerini Anlatmak Maksadıyla Bu Eser Yayımlanmıştır.
KİTABIN ÖZETİ :Babanızı ne kadar sevdiğinizi anlatan incelikli ve yürek ısıtan bir güldeste. Babaların bilgeliği ve metaneti üzerine yazılan anıları, düşünceleri paylaşmanız için yazılmış bir kitap.
Aşağıda kitapta bazı kişilerin söylediği sözler alınmıştır.
1. Babam : Bu bölümde tanınmış kişilerin babalarının üzerine söyledikleri sözler yer almaktadır. Çocukluk ve gençlik yılları, gözlerinde, hayallerinde gördükleri baba resimleri... Birkaç örnek vermek gerekirse;
Uzun yılların ardında kalan, okuldaki ilk günümü ne zaman hatırlamaya çalışsam tek bir anı ışıldıyor: Babam elimi tutmuştu.
Marcelene COX
Babam bilgeliği satın almak için gençliğimizi vermemiz gerektiğini söylerdi eskiden. Değiş tokuşta ne kadar kötü aldatıldığımızı ise hiç söylemedi.
Morris WEST
2. Babalar ve Kızlar:
Bu bölümde kızların babaları üzerine söylediği sözler, babalarının kendileri üzerinde bıraktıkları etki, kızlarının babaları üzerine etkilerinden bahsedilmektedir.
Tek bir sözüme milyonlar itaat etti... ama üç kızımın... kahvaltıya zamanında inmesini sağlayamadım .
Viscount Archibald WAWELL
Bir baba bebeğini hep küçük kadın haline getirir. Bir kez kadın oldu mu da geriye döndürmeye çalışır.
Enid BAGNOLD
1. Babalar ve Oğullar:
Baba ve oğul ! Oğul her zaman için potansiyel bir baba adayıdır. Oğulların çocukluk ve gençlik yılları anıları, beklentileri, düşünceleri ve oğulun baba olduğu zaman babasını daha iyi anlaması...
Başkan olabilir, ama hala eve gelip çoraplarımı aşırıyor.
Joseph P. KENNEDY
Bir erkek yaşlandığını babasına benzemeye başlayınca anlar.
Gabriel Garcia MARQUEZ
Oğlunun kendine ve emirlerine saygı duymasını sağlayanlar, ancak oğluna büyük bir saygı duyanlardır.
John LOCKE
Biz babalar ve oğulları, babalar ve oğullar yapan et ve kan değil, duygularıdır.
Friedrich Von SCHİLLER
4. Çocuklar:
Bu bölümde babalar için çocukların ne demek olduğuna değinilmektedir. Çocuğun baba için ne anlam ifade ettiği ve sonuç olarak da çocuğun ebeveyn gözünde hiçbir zaman değişmediği hep çocuk kaldığı belirtilmiş.
Anne ve babamıza duyduğumuz minnet borcu ileriye doğru gider, geriye değil. Ana – babamıza, kendi çocuklarımızın sunduğu faturayı borçluyuz.
Nancy FRİDAY
Bir çocuk evinize girer ve sonraki yirmi yıl boyunca o kadar gürültü yapar ki katlanamazsınız. Çocuk evden gidince de ev o kadar sessizleşir ki, çıldıracağınızı sanırsınız.
John Andrew HOLMES.
5. Etki :
Babaların ve ebeveynlerin çocuklar üzerinde bıraktığı etki.
Çocuklar büyüklerini dinleme konusunda hiçbir zaman iyi olamamıştır. Ama onları taklit etmekten asla şaşmazlar.
James BALDWİN
Çocuklar doğal taklitçilerdir. Güzel davranmayı öğretmek için bütün çabalara karşın anne ya da babaları gibi davranırlar.
ANONİM
Bize bakarak, bizi dinleyerek, işiterek görüşlerimize saygı duyarak, değerimizi bilerek, bize onur duygusu vererek en etkili öğretmenimiz oldu.
Leo BUSCAGLİA, PAPA, MY FATHER’DAN
6. Sevgi:
Babanın çocuğuna, çocuğun babasına karşı duyduğu sevgi karşılıksız – çıkarsız olduğu ve olması gerektiği...
Bir erkek çocuklarını her halleri tatlı olduğu ve onayladığı için değil, kurmacadan daha güçlü ve anlatılmaz bir bağ olduğu için sever.
Leray BROWNLOW
Erkekler çocuklarını umut vaat eden bitkiler oldukları için değil, kendilerinin olduğu için sever.
Charles MONTAGU
7. Disiplin :
Çocuk yetiştirilmesinde önemli olan konulardan birisi de disiplindir. Disiplin; ne için, ne kadar... Bu konuda ünlülerin söyledikleri;
Çocukların sevgiye ihtiyacı vardır, özellikle hak etmedikleri zaman.
Harold S. HUBERT
Bir çocuğa her zaman sesli bir harfle biten ad koyun, bağırdığınız zaman etkili olur.
Bill COSBY
8. Beklentiler :
Babaların çocuklarından bekledikleri, babaların yapamadıkları fakat çocuğunun yapmasını istediği şeyler, duygular, düşünceler...
Her baba oğlunun küçükken kendisinin yapamadığı şeyleri yapmasını bekler.
Kin HUBBARD
9. Bir Baba İhtiyacı:
Baba olmak; çocuğun doğumuna sebep olmak değil yaşadığı sürece çocuğuna babalık yapma konusu bu bölümde işlenmektedir.
Çocuklarınızın armağanlarınızdan çok varlığınıza ihtiyacı var.
Jesse JACKSON
Bir baba narkoz almadan çocuk doğurmak zorunda kalan bir insandır.
Robert C. SAVAGE
Baba olmak zor değildir. Ama babalık etmek zordur.
Wilhelm BUSCH
Herkes bana baba oldum olalı çok daha yumuşaksın diyor.
Burt REYNOLDS
Ana – babalığın bana öğrettiği bir şey varsa, o da masum hataları kötü ana – babaların yapmadığı. Kötü ana-babalar bilerek kötü davranırlar.
John ROSEMOND
Ana – babalar eğitimcilerin çocukları için neyin en iyi olduğunu bildiğine o kadar inanmışlarki, asıl uzmanın kendileri olduğunu unuturlar.
Marian Wrıght EDELMAN
Bir çocuğu kendi bilgilerinizle sınırlamayın, çünkü o başka bir çağda doğdu
Devamını Okumak İçin Tıklayın..!
Web Analytics