Çocuklarımız Ve Biz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çocuklarımız Ve Biz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

GENETİK PİYANGO




Kadının çalışma hayatına katılmasından eğitime bir dizi faktörün etkisi olsa da bebeğin cinsiyetinin genetik piyangoyla saptandığı gerçeğine ilişkin farkındalık artıyor.

Şadiye Dönümcü,
Ankara - BİA Haber Merkezi


Küçükken teyzemlere akşam gezmesine gittiğimiz bir gün; büyükler kendi aralarında sohbet ederken biz de kuzenlerimle isim-şehir-hayvan oynuyorduk.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Sevgiyi canlı tutmak





Bu akşam eve geldiğimde,  Eşim akşam yemeğini servis ediyordu.  Elini tuttum ve ona söyleyeceğim şeyler olduğunu söyledim.  Masaya oturdu ve sessizce yemeği yemeye başladı. 
Ve  gözlerinde o korkuyu gördüm.
Bir anda kasıldım ağzımı açamıyordum ama düşüncelerimi söylemem lazımdı. Ben boşanmak istiyorum. Sinirlenmedi Sözlerime karşılık vermedi, sadece sebebini sordu.
Bir cevap veremedim , buna çok sinirlendi elindeki çatal bıçakları fırlattı. Bana bağırdı ve adam olmadığımı söyledi. Bu akşam tek kelime konuşmadık. Eşim bütün gece ağladı. Farkındaydım,  Evliliğimiz ne olacağını merak ediyordu, ama onu tatmin edecek bir şey söyleyemeyecektim.
 Ben Jane'e aşık oldum, eşimi sevmiyorum artık.

Bu vicdan azabıyla bir evlilik sözleşmesi hazırladım. Evi, arabayı ve Şirketin 30%' unu  ona verecektim. Sözleşmeye kısa bir süre baktı ve yırttı. 10 yıl hayatımı paylaştığım bu kadın bana yabancı olmuştu.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Oğul ..






Anne ben geldim, üstüm başım 
Uzak yolların tozlarıyla perişan 

Çoktan paralandı ördüğün kazak 
Üzerinde yeşil nakışlar olan 

Anne ben geldim, yoruldum artık 
Her yolağzında kendime rastlamaktan 
Hep acılı, sarhoş ve sarsak 
Şiirler çırpıştıran bi adam 

Kurumuş kuyunun suyu, incirin 
sütü çoktan çekilmiş 
Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi 
Ayrık otları, dikenler bürümüş 

Kapıdaki çıngırak kararmış nemden 
Atnalı ve sarmısak duruyor ama 
Oğlum, mektup yaz diyen 
Sesin hala kulaklarımda 

Anne ben geldim, ağdaki balık 
Bardaktaki su kadar umarsızım 
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak? 
Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..

AHMET ERHAN

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

MERHABA ZEYNEP ÖĞRETMEN ...








Bu blogu izleyenler bilirler , Zeynep'ten zaman zaman bahsetmişimdir.


İşte   bazı  yazılarımda  yer  verdiğim  kızım  Zeynep , aşağıdaki  öykülerimde yer  yer  anlattığım şu  meşhur  ÖSS  ve diğer  basamakları  birer birer  aşarak Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği'nde   dört yılını  tamamladı ve  6 Haziran günü ,  Muğla Üniversitesi    2011-2012 dönemi  mezunlarının   ve ailelerinin  katıldığı  törende yapılan  konuşmaların ardından  ,  " kepler  havaya  !!!!  " atıldı .





Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Babalar aslında en çok kızlarını severler


Babalar aslında en çok kızlarını severler


Ama inanmaz kimse buna
“Yalan” derler“imkansız” derler.

Her nedense kimse çıkıp da “neden?” demez.
...Nedendir bilir misiniz?

Çünkü kız babası olmak,
Farklıdır, özeldir bambaşka bir duygusallık verir babalara...
Hayatında hiç ağlamayan babalar bile kızlarını ellerine aldıklarında
Tutamazlar göz yaşlarını…

Ama bir taraftan da zordur kız babası olmak.
Bir kız iki evlat demektir.
İki canı birden sırtına yüklenmek demektir.
Çünkü biri iki yapan da kadındır, ikiyi üç yapan da…

Bunu bildiklerinden babalar,
Onların üzerlerine daha da titrerler.
Onlara her baktıklarında annelerini,
Bazen kırdıkları ama her şeye rağmen onları yetiştiren
Annelerini anımsarlar…


Ama bir yandan da koruma iç güdülerine yenilirler
Kızlarına hiçbir şey olmasın
Onlar hiç üzülmesin,
Gözlerinden bir damla yaş gelmesin isterler
O bir damla yaş için koca dünyayı yıkacak olurlar…


Ama bu sevgilerini,
bu bağlılıklarını,
Asla gösteremezler, utanırlar.
Çünkü baba demek; güçlü, çatık kaşlı olmak olarak öğretilmiştir
Onlara…

Gülümsemek isterler o güzel kızlarına gülümsemek…
Ama rolünün dışına çıktıklarını düşünüp
Dönerler eski çatık kaşlı, gergin suratlarına…
Bazen ağlamak isterler
Ama “Erkekler ağlamaz” denmiştir onlara
Yapamazlar bu yüzden saklarlar gözyaşlarını…

İşte böylece her şeyi içlerine atarlar
Kız babaları
Yansıtmazlar asla duygularını…

Ama dayanamazlar gece yarılarına
Ve giderler o güzel kızlarının tatlı şirin odalarına
Uzun uzun bakarlar yüzlerine
Ve bir kez daha hayran olurlar
O muhteşem güzelliklerine
Gündüzleri dokunamadıkları gözlerine, ellerine
Hiç bırakmayacakmış gibi dokunurlar
İçlerindeki duygunun gözyaşlarını boşaltırlar
Ve yavaşça güzel kızlarını öpüp
“İyi geceler” derler
Derinden derinden…

Eğer siz de bir sabah uyandığınızda yanağınızda
Bir damla gözyaşı hissederseniz
Bilin ki babanız o gece de sizi izlemiş
Ve en sonun da “iyi geceler” deyip gitmiştir…
KAHVE MOLASI ndan alıntıdır
( Kızım  , bir tanemdir.. Oğlum da , benden  sonra da Anasının  koruyucusu  evin erkeği olacak adamdır..
Babalar ,  kızlarını  şımartır ,ama  oğullarını değil .. Bundan mıdır acaba ? )

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Bir saatinizi alabilir miyim Babacığım ?




Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.
Çocuk babasına,
- "Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun" diye sordu ...
  Zaten yorgun gelen adam, "Bu senin işin değil" diye cevap verdi.
 Bunun üzerine çocuk "Babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi
. Adam- "İllâ da bilmek istiyorsan , 20 TL " diye cevap verdi.
Bunun üzerine çocuk "Peki bana 10 TL borç verir misin" diye sordu.
  Adam iyice sinirlenip,
- "Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat" dedi.
  Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.
Adam sinirli sinirli "Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder." diye düşündü.
  Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, "Belki de gerçekten lazımdı..."
Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı... Yatağında olan çocuğa, "Uyuyor musun" diye sordu. Çocuk "Hayır" diye cevap verdi...
 "Al bakalım, istediğin 10 TL . Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi...

Çocuk sevinçle haykırdı, "Tesekkürler babacığım..."

 Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.
  Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun..? Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok..." diye kızdı.

  Çocuk "Param vardı ama yeterince yoktu" dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı;


-"İşte 20 TL... Şimdi , bir saatini alabilir miyim babacım..?"...!  

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

GELECEĞİN SUÇLUSUNU YETİŞTİRMENİN YOLLARI


- Daha küçükken çocuğa istediği herşeyi vermeye başlayın!
Bu şekilde o, herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.
- Kötü sözler söylediği zaman gülün! Böylece o, kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.
- Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayi hiç öğretmeyin!
21 yaşına gelince kendi kararlarını, kendisi versin diye bekleyin ...


- Yerde bıraktığı herşeyi kaldırın; kitaplarını, ayakkabılarını, kıyafetlerini, onun için herşeyi siz yapın ki;
o bütün sorumluluklarını başkalarına yüklemeye alışsın!
- Onun gözünün önünde sık sık kavga edin ki; bu sayede aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin.
- Ona istediği kadar harçlık verin ki;
hiçbir zaman kendi parasını kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin.


- Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili bütün arzularını yerine getirin ki; istediklerine ulaşmak için çalışmak gerektiğini öğrenmesin.
- Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun tarafını tutun ki,
onların hepsine karşı peşin hükümleri oluşsun.


- Bütün bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz çocuğunuz bir gün suç işlerse, kendisinden özür dileyin ...

Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız için kendinize teşekkür etmeyi ihmal etmeyin ...
Bu belge ABD Houston Polis Müdürlüğü tarafından hazırlanmış ve kentteki tüm evlere ve okullara dağıtılmıştır.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

TOM SAWYER VE İNSAN RUHUNU YAKALAMAK




Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır....

Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar.
Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu bağırıp, çağırarak tekmelerler.
Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir.

Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapısının önüne çıkar, onları durdurur ve:
- "Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün 1 dolar vereceğim" der.
Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve onlara şöyle der:
- "Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı bundan böyle size sadece 50 sent verebilirim."

-Çocuklar pek hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye. Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar onları:

- "Bakın" der:
- "Henüz maaşımı alamadım, bu yüzden size günde ancak 25 sent verebilirim, tamam mı?"

- "İmkansız bayım..." der içlerinden biri,
- "Günde 25 sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz işi bırakıyoruz."

*****************

Gerginlik ve stresini işe yaramadığı bir çok yerde bu yöntem denenebilir değil mi ?

İhtiyar ,çocuklara gürültü yapmayın diye uyarıda bulunsa belki istediği sonucu alamayacaktı.

Bir insanı belli bir konuda yönlendirmenin , çeşitli yollarından birini vurguluyor burada ihtiyar.

Karşınızdakini incitmeden İnsan ruhunu tanımanızı ve onu yönetmenizi sağlayacak pek çok yol var demek ki ..

Çocukluğunuzda mutlaka Tom Sawyer'i okumuşsunuzdur.Tom‘un cezadan kurtulmak için herkesi şaşkına çevirecek zeka oyunlarını ve sonunda bunlardan nasıl kurtulduğunu anlatır ..
Tom Sawyer'in tahta duvarı boyamasını isteyen teyzesinin isteğini haylaz çocuklara hem de büyük bir zevk alarak nasıl yaptırdığını bilirsiniz

İnsanın bir işi severek yapmasının nasıl sağlanacağı yönünde yöneticilere de yol gösterebilir belki..

TAHTA DUVARI KİM BOYAYACAK ?

Yaz, bütün sıcaklığı ve güzelliğiyle yöreyi sarmıştı.
Cumartesi sabahı pırıl pırıldı gökyüzü.İnsanın yaşamına mutluluk katıyor, kalplerden gelen ezgiler dudaklardan coşkuyla dökülüyordu.
Çiçeklerden havaya tatlı kokular yayılıyordu.

Herkes mutluydu, sevinçliydi bir kişi dışında. O mutsuz olan çocuk da Tom Sawyer'di.
Tom bir elinde kireç dolu kova, bir elinde fırça, tahtaperdenin önüne geldi. Tahtaperdeye bezgin bezgin baktı: En az otuz metre uzunlukta, üç metre yükseklikte kocaman birşeydi. Yaşam Tom için zordu, çok zor...İçinden böyle düşünüyordu.

Söylenerek fırçayı kirece daldırdı. Üst bölüme,şöyle bir sürdü.İkinci sürüşten sonra iş, gözünde daha da büyüdü. Bir kütüğün üzerine gelip oturdu. O anda, elinde su kovasıyla Jim'i gördü.Şimdiye dek pompa ile kuyudan su çekip taşımak Tom'un gözünde büyük bir işti.Şimdiyse Tom, bu işe dünden razıydı. Üstelik neden,
su getirmek de olsa, işin içinde kasabaya gitmek vardı. Hem, tulumba başında kız
erkek tüm çocuklarla
beraberken zaman daha kolay geçerdi. Tom söze başladı:

-Dinle Jim, eğer sen badanayı yaparsan ben de suyu taşırım, tamam mı?
Jim başını salladı, olmaz anlamında:
-Hayır Bay Tom, bunu yapamam. Hanımım beni kovar, dayaktan öldürür beni.

-O mu? O hiç kimseyi incitmez ki... Kafana bir fiske bile vurmaz. Vursa da hafifçe dokunur. Bağırır, çağırır!
Hem sana cam bir bilya vereceğim. Gıcır gıcır yeni... Parlak! Bembeyaz cam bilya
Jim, çok güzel.

-Beyaz cam bilya! Harika! Ama Bay Tom, hanımımdan çok korkuyorum...

Tom bilyayı cebinden çıkardı. Jim kovayı yere koydu, bilyayı aldı. Zavallı Jim arkasındaki Polly Teyzeye dikkat etmemişti. Kadın elinde ayakkabısını tutuyordu ve ayakkabıyı öyle bir indirdi ki, Jim kovayı kaptığı gibi su tulumbasının yolunu tuttu. Tom, tahtaperdeyi hızlı hızlı boyamaya başladı.

Bir süre sonra Tom, boya fırçasını, boya kutusunun içine koydu, boyama işini durdurdu. Canı sıkkındı, arkadaşlarıyla oyuna gidemeyeceğini anlayınca üzülmüştü. Arkadaşları az sonra gelince, onun böyle çalıştığını görüp alay edeceklerdi onunla. Üzüntüsü daha da arttı.

Aniden kafasında parlak bir düşünce belirdi. Doğrusu akıllıca bir düşünceydi.

Fırçayı eline aldı, boya kutusuna daldırıp çıkardı ve fırçayı sürmeye başladı. Aradan kısa bir zaman geçmişti ki, sokağın başında Ben Rogers gözüktü. Tom onun kendisiyle alay etmesinden korkuyordu. Bir yandan da, Ben'in gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu.

Çocuk hoplayıp zıplayarak şarkılar söylüyordu. Tom'un yanına gelince vapur taklidi yapmaya başladı.
Oysa Tom onu hiç görmemiş gibi komutlar veriyor, gemiciler gibi çanlar çalıyordu. Hareketleri Büyük Missouri gemisini anımsatıyordu.
-Dur. Drelin din din. Sürati azaltın, iskeleye yanaşıyoruz.
Ben, el kol hareketleriyle bir o yana bir bu yana sallanarak iskele dediği kaldırıma yanaştı.
-Makineler sancak tarafına, tam yol ileri! Drelin din din! Ch -ch -chou -ou - ou!..
Tom vapurla hiç ilgilenmedi. Elinde fırça, coşkuyla sürüyordu boyasını. Ben, bir an gözlerini ona dikti, sonra:
-Tom ne yapıyorsun? Kocamış insanlar gibi elinde fırça, çalışıyorsun.
Tom karşılık vermedi. Tahtaperdenin başka bir yerini boyamaya başladı. Daha sonra, birkaç adım geriledi. Bir ressam gibi, birkaç adım gerileyip, eserine uzaktan baktı. Son bir çizgi çektikten sonra fırçayı yine kovaya daldırdı. Ben bağırdı:


-Tom! Niye çalışıyorsun?

-Ah Ben! Sen misin? Geldiğini farketmedim.


-Yüzmeye gidiyorum. Sen de gelir misin?


-Görüyorsun ki işim var,şimdi gelemem.


-Yüzmek iş değil mi?

-Belki! diye yanıtladı Tom, sonra konuşmasını şöyle sürdürdü:
-Ama bu işten daha çok hoşlanıyorum.


-Ne? Hoşlanıyor musun? dedi Ben. Başka biriyle mi konuşuyordu acaba?
-Gerçekten hoşlanıyor musun Tom?


-Neden olmasın? Bir çocuk bir başına böyle bir tahtaperdeyi badana etmek onuruna erebilir mi? Bahse girerim ki sen bir kere bile boyamamışsındır. Haksız mıyım?


Bu, Ben'in fikrini değiştirdi. Tom ise özenle fırçasını sağa sola sallıyor, arada bir, geri çekilip eserini inceliyordu.
Ben bir süre Tom'u dikkatle izledi. Sonra,

-Hadi Tom, biraz da ben boyayım... dedi.

-Olmaz!

diye yanıtladı Tom. Polly Teyze, tahtaperdenin iyi boyanmasını istiyor. Bunu tek başıma yapmalıyım. Bitirdiğimde çok güzel olmalı. Teyzem, çok iyi boyamamı istedi.

-Lütfen, azıcık yapayım.

-Ben, senin de boyamanı tabii ki isterim. Ama teyzem Jim'e de, Sid'e de yaptırmadı. Burayı ben yapmalıyım. Bin çocuk gelse, iki bin çocuk da gelse buranın badanasını düzgün yapamaz.


-Ne olur, biraz yapayım. Sana elmalarımın yarısını veririm.

-Sevgili arkadaşım korkuyorum.


-Tüm elmalarımı vereceğim.

Tom sevincini gizlemeye çalıştı, fırçayı isteksiz veriyormuş gibi uzattı Ben
'e.

İçinden sevinmekle birlikte, arkadaşına belli etmedi. Suratını iyice asıp Ben'e baktı. Büyük Missouri gemisi güneşte badana yapıyor, bizim kurnaz sanatçı ise bir ağacın gölgesine uzanmış elma yiyor, hem de yeni oyunlar hazırlıyordu. Epeyce fırça çalan Ben, yorulunca işi bıraktı. Ben sırasını savınca, yeni avlar ardı ardına düştü Tom'un eline.
Gelen arkadaşların amaçları Tom'a takılıp, onunla alay etmekti. Ben yorgun düşüp pes etmeden önce, güzel bir uçurtma karşılığında badana fırçasını Billy Fisher'e vermişti. Bunu öteki arkadaşları izledi.

Saatten saate, üstelik Tom'u armağanlara boğarak badana gönüllüleri yenileniyordu.

Sabah, elinde bir şeyi olmayan Tom, öğleye doğru servet içinde yüzüyordu. Tom'un hazinesi; on iki bilya, bir ağız mızıkası parçası, bir kırık makas, mavi bir şişe parçası, bir oyuncak tabanca, bir anahtar, bir tebeşir, bir cam kase, bir sürahi, bir çinko asker, iki kurbağa yavrusu, altı kertenkele, tek gözlü bir kedi, bir kapı tokmağı, bir köpek tasması, bir çakı...

Tom bütün gün, hiç çalışmamıştı ama, arkadaşlarının hamaratlığı sayesinde tahtaperde üç kat boyanmıştı.


Bu arada Tom yeni birşey keşfetti:


İnsan bir şeyi elde edemezse onu ister. Eğer bir kişinin bir şeyi yapması gerekiyorsa bu iştir. Eğer yapmaya gerek duymuyorsa bu iş değildir. Bir arabayı sırf kendiniz için sürmek zevk, başkası için sürmekse iştir.

(Tom Sawyer çevirisi www.scribd.com dan alıntıdır)


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Turkish Lullaby .. Türk Ninnisi


Bebeğiniz varsa öpün , koklayın onu .. O kutsal bebek kokusunu doya doya hissedin.
Onu , bebeğinizin kokusunu ileride koklama şansınız olmayacak bir daha .
Çünkü o koku bebeklere özeldir.

Çocuğunuzu sevin , kucaklayın , sarmalayın . O zaman anne baba olduğunuzu hissedebilirsiniz ancak .. O da , sizin yavrunuz olduğunu ..
Yıllar sonra bunları özlersiniz , çocuğunuzun emeklediği , ilk kelimelerini hecelediği anları , önce anne mi ,yoksa baba mı dediğini ...Uykusunda ağladığında usulca kalkıp nasıl başında beklediğinizi ...
Şu sisler bir dağılsa da belleğimden , gözümde bir canlandırabilsem bebeğimin nasıl emeklediğini , ilk adımını attığı günü....
Siz en iyisi , varsa bebeğiniz , sarılın sarmalayın , onu koklayın , anlamazsa anlamasın ne dediğinizi ..
Onunla konuşun .
En önemlisi , onları, sakın ama sakın , ninnisiz büyütmeyin..
Onları ninniden mahrum bırakmayın ..
Akan kum saatini tersine çevirirsiniz , ama sadece kum saatidir geriye çevrilen , zaman değildir.
Geriye çevirmek istersiniz , su gibi akıp giden zamanı ..Çeviremezsiniz ..
Nasıl bunca yılın akıp gittiğine inanamazsınız.

Hadi bebeğinize söyleyin ninninizi ...




Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Babası Ölmüş Kızlar Derneği




AYŞE ARMAN , Hürriyet -


Bu cuma böyle oldu. Babamla ilgili yazdığım yazıdan sonra bir sürü mail geldi. Kaybettikleri babalarına e-mail atanlar, telefonlarına mesaj bırakanlar... Kıyamadım kaybolup gitmelerine, yerim ölçüsünde sizinle paylaşmak istedim. Bugün babalarımıza selam çakma günü olsun...

İnsan hep babasını kaybettiği yaşta kalır



Ben de ararım. Hatta ben, babamla konuşurum. Daha doğrusu konuşuyormuş gibi yaparım. Üstelik de bunu metrolarda ve otobüslerde herkesin içinde yaparım ki, herkes şahit olsun, babam yaşıyormuş zannetsin. Benim önümde, onsuz geçireceğim kocamaaaaan bir ömür var. Henüz 22 yaşındayım ve onu kaybedeli 10 yıl oldu. Hep derler ki, “Bir insan, en çok babası ölünce büyürmüş”. Bence değil. Bir çocuk, babası ölünce hiç büyümez aslında. Hep babasını kaybettiği yaşta kalır. Tıpkı benim 12 yaşında kaldığım gibi. Dünyaya hep 12 yaşındaki bir çocuğun gözüyle baktığım gibi. (Damla)





- Damlacığım, beni ağlattın. Haklısın senin durumun daha zor. Ama 12 yıl da bir şeydir, hiç babasını görmemiş olanlar var. Bu arada, hayata 12 yaşından bir çocuk gözüyle bakman çok güzel. O saflığını, temizliğini hep koru. Büyüme de! Sorumluluklarının bilincinde ol tabii, o anlamıyla büyü ama kalbin hep çocuk kalsın.

Sonumuz yokluk ise bu varlık niye?

O numarayı çevirdim. Yani babanızı, ben de aradım. Şu an ulaşılamadığını söylemesi beni de etkiledi. Ama ben asıl, sizin ona karşı özleminizden dolayı hüzünlendim. Ve o telefon numarasına şu mesajı atmak istedim: “Sonumuz yokluk ise, bu varlık niye?/N. Fazıl”
Sorular soruları tetikliyor değil mi? Neden her şey nizamlı, ahenkli, düzenli? Neden oksijen-karbondioksit dengesi bize göre tam şekilde? Armoni nasıl oluşuyor? Senfoni orkestrasının bir şefi yok mu? O zaman sonumuz, “yokluk” olamaz. O telefonun sahibi, yani babanız, görünüşte yok ama hakikatte var. O, buradan daha iyi bir yerde. Anne karnındaki hayat ne oranda karanlık ve dar ise, “dünya hayatı” da, babanızın olduğu yere oranla o kadar dar ve karanlık. Ayşe Hanım, babanız çok açık ve net bir yerde ve görüşeceksiniz. Santraldaki kadının sistemi şimdi algısal güçlük çekiyor. Ama ulaşılamıyor değil, ulaşılacak. (Salih)
- İnşallah haklısınızdır, inşallah öyledir. Necip Fazıl’ın dizesine bayıldım: Sonumuz yokluk ise bu varlık niye? Bir de şunu seviyorum: “Bir nefes vermişler bize, onu da geri alıyorlar!”

Sayenizde utanmamayı öğrendim

Ben de babamı kaybettim, 4 yıl önce kanserden. Ve tıpkı sizin gibi geçenlerde onu telefonla aradım. Üstelik ayık kafayla! Tabii bu yaptığımı kimseye söylemedim, deli derler diye. Ama sayenizde, mantıksız davranışımdan utanmamayı öğrendim. (Dilek)
? Dilek, hayatta yaptığımız her şey mantıklı mı ki? Boşveeer, bazen de içimizden nasıl geliyorsa öyle davranmalıyız. Her gün, ölmüş babayı aramak “sağlıklı” değil, ama arada birden bir şey olmaz. Selam çakıyoruz işte. Onlar da bir şekilde hissediyor.

Babamdan bir parça arıyorum ama nafile

Babasız Kızlar Kulübü’ne hoş geldiniz! Siz daha yenisiniz, benim üyeliğim 15 senelik. Güzel haberleri vermek, canını yakanlardan kaçıp kurtulmak için başını onun koynuna gömüp teselli bulmak isteyeceksin, ama nafile. 15 yıldır, bazen eski bir İstanbul fotoğrafının karelerinde, bazen bir kitabın satır aralarında, bazen bir martının kanadında, bazen sevdiğim adamın ellerinde, ondan bir parça bulmayı umut ediyorum, ama nafile. Bir kez daha onun boynuna sarılmak için neler vermezdim. (Elif)
- Ne güzel yazmışsınız. Aidat ödetiyorlar mı bu kulüpte? Ya da tecrübeli üyelere farklı muamele mi var? Zamanla değişen bir şey oluyor mu, ben 2 yıllık üyeyim, hâlâ kendime gelemedim.

Babayla küslük olmaz

O yazı beni de ağlattı. Ama sadece gözümden yaş akmadı, kalbimden boğazlarıma kadar çıkan bir yumruk hissettim, yutkunamadım. “İç ağlar” derler ya, aynen o oldu. Çok şükür babam hayatta ama küsüz. Bunun bile olmaması gerektiğini yazınız sayesinde anladım. (Ceren S.)
- Bana biri zamanında demişti: “Babanla aranda fazla mesafe olmasın. Sen çocuksun, ilk adımı sen at, sen yaklaş, yoksa bir bakmışsın ki babanın cenazesinde ayakta dikiliyorsun, pişmanlıktan yanıyorsun!” Haklı çıktı. Tek tesellim, kimseyi pek fazla içine alan biri değildi, nevi şahsına münhasır, “şahane tuhaf” bir adamdı. Zaten en büyük üzüntüm de o, ne tanıyabildim ne yeteri kadar doyabildim. Sizin fırsatınız varsa, bu hataya düşmeyin.

hürriyet



Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Bugün Anneler Günü .... Annem.... Ellerinden öpüyorum...



Her yıl Mayısın ilk günlerinde anımsanır anneler.. Kimi küçük ya da büyük bir hediye ile anar..

Uzakta iseniz bir telefon , bir mesaj ile kutlarsınız ,yakında iseniz ellerinden yanaklarından öpersiniz.Onlar için önemli olan bir hediye almak , eli öpülmek değil , hatırlanmaktır.

Doğa'nın kuralıdır bu , yavru kuşlar , çatlayan yumurtasından çıkar ,ilk gördükleri , anne kuştur. Anne kuş üzerine titrer yavrusunun ...Besler , doyurur ,soğuktan sıcaktan , onu av yapmak için peşinde olan tehlikelerden korur.

Onun için kendisinden kat kat üstün güce sahip kartalla , kurtla ,tilkiyle dövüşür. Canını ortaya koyar .. Bazen de canını verir.

Ne içindir bu koruma ,bu bağlılık ve sevgi ? Nedenini sorgulamaz anneler ... Bu, anneliktir.

Yavrular ,onun kanatları altında büyür gelişir ,yeni ve güçlü bireyler olur ..

Gün gelir ... Ayrılık vaktidir..Artık kendisi de , Doğa'nın ona yüklediği görevlere hazırlanmalıdır.

Yeni bir kişilik , yeni bir yaşam .. yeni bir nesil...

Kanatlarının iyice güçlendiğini hissetmiştir.. Uçar yuvadan.. Kanat çırpar ufuklara doğru..

Geride kalanlar gururludur.Yavruları kendi kanatlarıyla , sendelemeden ,düşmeden uçmaktadır artık...
Merak eder anneler , meraklıdır hep..Yetişmiş birey de olsa yavruları , annenin koruma içgüdüsü tükenmemiştir. Onu merak eder hep.. duymak ister ..Aranmak ister..

Bir ses ...

"-Anneee...!

O ses kulaklarından hiç gitmez.. Yıllar yılları kovalasa bile.


Yavru ,artık yeni hayatlar ,yeni ufuklar , yeni yuvalar peşindedir. Dolu dolu yaşamaktadır.

Çoğu zaman anımsamaz , annesinin artık güçsüzleşmeye başlayan o koruyucu kanatlarını..

Ama anne için , o , hala kanatlarının altında korunacak ,bakıma muhtaç bir yavrudur . Bu anne ölünceye kadar değişmeyecektir hiç ..

Zoruna gider , aranmaması , yaşadığı yoğun duygular artık karşılıksızdır.YAvruları yuvadan uçup gitmiş , anne kuş şimdi yuvada bir başına ,güçsüz ve yalnızdır.
Onun yavrusuna verdiği sevgiyi bir zamanlar yoğun duygularla cevap veren yavru ,artık kendi yuvası ,kendi yavruları için kanatlarını açmakta , annelik görevini taşımaktadır.

İçten içe annesinin kendisi için yaptıkları ve yaşadıklarını düşünmekte , bir yavrunun annesiz olamayacağını hissetmektedir.

İşte , anne , o zaman , annesinin değerini daha iyi anlamaktadır. Onu kucaklamak ona ' Anneciğim seni unutmadım .. Seni seviyorum ." Demenin vaktidir.


Ama , zamanında söylenmiş söz, zamanında açılmış kucak , zamanında öpülmüş el ......

Geç kalmayın , ona sevginizi göstermek için ... Yarın , artık keşke annemi bir kez daha öpseydim .. Keşke bir kez daha arasaydım " dememek için ,

arayın , gidin ellerini öpün ,annelerinizin..

bu gün değil her an hissettirin bu duyguyu onlara ...

Anneler ,siz olmasaydınız ....

Dünya olmazdı ...



Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

ÇOCUK GÖRÜR , VE GÖRDÜĞÜNÜ YAPAR

Çocuklarınıza , iyi bir kişiliğe sahip olsunlar diye , "şöyle olun , şöyle davranın , şöyle yapın , şöyle yapmayın " diye boş yere nutuk çekmeyin

Bir kulağından girer , diğer kulağından çıkar gider ..

Çocuk çok iyi bir gözlemci ve kaydedicidir. Hiç ilgilenmediği anlarda bile sizi izler..

Öncelikle anne babası , sonra , çevresindeki diğer bireyler bir model oluşturur ona.

Çocuk , Onların her sözünü , her davranışını belleğine kaydeder.

Ona göre bir davranış ve kişilik modeli geliştirir kendine ..

Onun için çocuğunuza bağırıp çağırmayın..

Ailesinde , çevresinde ne görürse , işte odur sizin çocuğunuz.

Siz , iyi fikirler kadar yeter ki iyi davranışlara da sahip olun.

İşte size çocuğu için model oluşturan bir baba ..

İzleyin


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Ç O C U K L A R









ÇOCUKLARINIZ SİZİN ÇOCUKLARINIZ DEĞİL,

ONLAR KENDİ YOLUNU İZLEYEN HAYATIN OĞULLARI VE KIZLARI.

SİZİN ARACILIĞINIZLA GELDİLER AMA SİZDEN GELMEDİLER

VE SİZİNLE BİRLİKTE OLSALAR DA SİZİN DEĞİLLER.

ONLARA SEVGİNİZİ VEREBİLİRSİNİZ,DÜŞÜNCELERİNİZİ DEĞİL

ÇÜNKÜ ONLARIN DA KENDİ DÜŞÜNCELERİ VARDIR,

BEDENLERİNİ TUTABİLİRSİNİZ, RUHLARINI DEĞİL

ÇÜNKÜ RUHLAR YARINDADIR,

SİZ İSE YARINI DÜŞLERİNİZDE BİLE GÖREMEZSİNİZ.

SİZ ONLAR GİBİ OLMAYA ÇALIŞABİLİRSİNİZ AMA SAKIN ONLARI

KENDİNİZ GİBİ OLMAYA ZORLAMAYIN.

ÇÜNKÜ HAYAT GERİYE DÖNMEZ,DÜNLE BİR ALIŞVERİŞİ YOKTUR.

SİZ YAYSANIZ, ÇOCUKLARINIZ SİZDEN ÇOK İLERİLERE ATILMIŞ OKLAR.

OKÇU SONSUZLUK YOLUNDAKİ HEDEFİ GÖRÜR

VE O YÜCE GÜCÜ İLE YAYI EĞEREK OKUN UZAKLARA UÇMASINI SAĞLAR.

OKÇUNUN ÖNÜNDE KIVANÇLA EĞİLİN,

ÇÜNKÜ OKÇU, UZAKLARA GİDEN OKU SEVDİĞİ KADAR

BAŞINI DİMDİK TUTARAK KALAN YAYI DA SEVER.



HALİL CİBRAN (1883-1931)


(Teşekkürler Nesibe )

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

DUMANSIZ YAŞAMAK NE KADAR GÜZEL ...



Biliyorsunuz , kapalı alanlarda sigara içme yasağı geçen ayın sonlarında başladı.. Ne kadar geç kalınmış bir uygulama... Ama zararın neresinden dönülse kardır.

"Dumansız bir dünya " sloganı..
Ülkemizde çok olumlu bir adımdır bu , gelecek nesillerimiz , çocuklarımız adına..


Yan masada siz içeceksiniz pofur pofur, sigaradan zarar gören ya da nefret eden bir kişi olarak sizin içtiğiniz sigarayı sizinle birlikte ben de soluyacağım.. Ya da 3 yaşında bir bebe , ya da bir yaşlı kişi soluyacak sizin zehirli dumanınızı....

Çok iyi oldu , çok..


İnsana saygılı ve insana değer verenler desteklediler bu düzenlemeyi..

Kendinize zarar verme hakkınız olabilir belki , ama bir başkasına..?

Asla...

Uygar vatandaşlar olarak , bu yasağın takipçisi olmalı , yasağın uygulanmasını desteklemeliyiz.

Geçen hafta ilginç bir haber vardı basında.. İzmir'de içkili mekan sahipleri ,kahvehane sahipleri ,restoran sahipleri miting yapmayı planlıyorlarmış yasağın kendilerine uygulanmaması için..

On bin kişinin katılımını hedefliyorlarmış..
Kocaman bir "pardon " demek zorunda hissettim kendimi..

O zaman bırakın , kiralık katiller , hırsızlar da , polis tarafından yakalanmaya tutuklanmaya karşı örgütlensin , dernek kursunlar..
Benim sağlığımı ilgilendiren bir konuda , benim sigara dumanına maruz kalmaya devam etmem için adam miting planlıyor..

Sorun tatlı para... halkın sağlığı mı ? O da ne ki , öyle değil mi..?

Sigara içen birini görünce bir iki yüzyıl öncesini düşünmüşümdür hep..

Barış çubuğu tüttüren kızılderili reislerini...Nostaljik amerikan çizgi kahramanlarını..
Bunun dışında artık toplumsal alanda sigara olmamalı..

İçerisinde tarımsal zehirleri de içeren sayısız kimyasallar barındıran tütün ürünlerinin , imaj yapmak için içilmesinin devri de geçmiştir. Özellikle kamuya açık alanlarda tütün ürünleri tüketmek hiç te sağlıklı ve çağdaş bir davranış şekli değildir.

PARA , DAHA ÇOK PARA...

Bizim ülkemizde Gençlerimizi sigaraya özendiren Amerikan şirketleri ,kendi ülkelerinde kanserden ölenlerin ailelerine dünyanın tazminatını ödemektedir .. Anlaşılan o ki zararını bizden çıkardılar yıllarca..

Kazanılmış sigara dumanı solumamak hakkınıza sahip çıkın , içilmemesi gereken alanlarda sigara içilmesine kayıtsız kalmayın..

Dumansız havanın dumanlanmasına izin vermeyin ..

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

POTANSİYELİNİZ KADAR GİDEBİLİRSİNİZ...


Hayatta başarılı olmanın ölçüsü nedir?

Önümüze kendimizin koyduğu hedefler mi, yoksa başkalarının koyduğu hedefler mi? Kim bilir bu hedefleri yakalayıp ben başarılı bir insanım diyen birçok insan çevremizde dolaşmaktadır. Bu düşünceyle bir ömür tüketen nice insanlar vardır. Ama kabul etmek gerekir ki hiç hedefi olmayan kişilerin bulunduğu bir ortamda belirli bir hedefi olan ve bu hedef için çalışanlar el üstünde tutulmaya layıktır.

İnsanlar için, hedeflere ulaşmak başarılı olmak anlamına gelmektedir genelde. Oysa hedeflere ulaşmaktan daha önemli bir şey var ki o da insanın potansiyelini kullanabilmesidir. Bir günde 4 saat ders çalışma potansiyeline sahip bir öğrencinin 1-2 saat çalışması ve başka öğrencilerle kendisini kıyaslaması o öğrenci için başarısızlıkların başlangıcıdır. İnsanlar hedef belirlerken genelde potansiyellerine bakmadan hareket ederler. Çevrelerinde bulunan ve kendi benzerlerinin hedefleri kendileri içinde bir hedef olmaktadır. İstisna olarak belki bir adım daha fazlasına ulaşmak isteyenler de çıkabilir. Ama potansiyelinin altında iş yapanlar başarısız insanlardır. Her insan için başarı çıtası kendi potansiyelidir.

Kendi potansiyelini insanlar nasıl tespit edebilir acaba? Bu iş ne matematikteki 4 işlemle ne de fiziksel deneylerle tespit edilir. İlkokulda matematik dersinde zayıf not alan bir öğrenci çok güzel resim yapma kabiliyetine sahipse ona başarısız diyebilir miyiz? Einstein’ın matematik dersinden başarısız olduğu için liseden atıldığını hatırlatırsak; her şeyin örgün öğretimdeki başarıyla sınırlı olmadığını görmüş oluruz.

Sayısal derslerde başarılı olamayan bir öğrenciye ailesi ve arkadaş çevresi tarafından mutlaka mühendislik eğitimi alması ve üniversite sınavı için bu doğrultuda bir çalışama yapması tavsiye edilmemelidir. Çünkü öğrenci bu derslerde başarılı olamayıp ümitsizliğe kapıldığında onun için artık ders çalışmanın hiçbir cazip tarafı yoktur. Okul ve okumak artık nefret edilen kavramlardır. Oysa bu öğrenci tarih, felsefe gibi derslerde çok başarılı biri olabilir. Bu durumda onun bu kabiliyetini geliştirmek gerekir. Yasakçı ve ben bilirimci zihniyetle konuya yaklaşmak çözümü olmayan yeni sorunların ortaya çıkmasına sebep olur. Elbette öğrenciye mutlak özgürlük tanımak da doğru değildir. Yapılacak en iyi iş onu doğru yönlendirmek bu mümkün değilse bu yönlendirmeyi yapacak doğru insanlarla tanıştırmaktır. Aksi takdirde öğrencinin güçlü yanını zayıflatmış oluruz.

İnsanların zayıf yanlarını güçlendirmekten daha komik ne olabilir ki? Tıpkı devekuşuna uçmayı öğretmek gibi. Devekuşu yaratılırken onun uçuculuğu ön plana çıkarılmamış hızlı koşabilme kabiliyeti verilmiştir. Ama biz bu durumu hep göz ardı ederiz ve çevremizdekilerin zayıf yönlerini güçlendirmeye çalışırız. Ne acıdır ki bu konuda başarısızlık %100’e yakındır. Zaten bu konuda bir çalışmaya girenler ilk önce muhatabının başarısız yönlerini görürler. Oysa o insanda kim bilir ne kabiliyetler vardır da bunu ortaya çıkaracak bir uzman beklemektedir. İşin acı tarafı toplum olarak böyle insanlara sahip değiliz veya onların kendilerini bize göstermelerine izin vermiyoruz.

Çocuğunun tıp okuyup doktor olmasını isteyen anne-babalar vardır. Özel dersler, iyi okullar, iyi dershaneler sayesinde bu hedeflerine ulaşabilirler. Ama karşılarında ortalama bir doktor görürler. Halbuki çocuklarının istediği bir enstrümanı çalmayı öğretecek bir öğretmen tutarak onun belki de dünya çapında bir müzisyen olmasını sağlayabilirler. Hiç olmazsa büyük bir hevesle bu işe girişen çocuk mutlaka hayatta zevk alacağı bir iş yapmış olacaktır. Çok para kazanamayabilir ama mutlu bir hayatı ve potansiyelini kullanarak toplum içinde bir konuma gelmenin huzurunu tatmaktadır.

Gerek yaş olarak gerekse de statü olarak önde olanlar birileri için hep hedef tespitinde bulunurlar. Bazen de insanlar kendi kendilerine hedef koyarlar: Liseyi bitirmek, ÖSS’yi kazanmak, bilgisayar mühendisi olmak, Microsoft’ta çalışmak, zengin olmak,... Liseyi bitirmeden ve ÖSS’yi kazanmadan bilgisayar mühendisi olunamaz mı? Niçin Microsoft da ona rakip olabilecek yeni bir şirket değil? Kim bilir belki de potansiyeli bilgisayarla amatörce uğraşacak kadardır.

Potansiyel tespiti için mutlaka geçmişe bakmak gerekir. Bir hafta, bir ay, bir yıl belki de on yıl. Bu süre içinde ne yapıldı? Ne yapılabilirdi? Potansiyel yeteri kadar kullanılabildi mi? Yapılan işlerin niceliği yapılabilirlerden fazla ise kişi başarılı olduğunu iddia edebilir. Eğer böyle değilse ortada bir başarısızlık var demektir ve hemen gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu iki durumun dışında üçüncü bir durum söz konusu ise yani yapılanlarla yapılabilecek olanlar eşit değerde ise o zaman insan yerinde sayıyor demektir. Başka bir yaklaşımla geçmişi ile bugünü aynı olduğundan dolayı zarardadır.

ALİ TOPDAĞ

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

GOOGLE'IN CEO'SU ERICH SCHMIDT GENÇLERE SESLENDİ


Bugünkü VATAN gazetesinde gördüğüm bu haberi buraya taşımak ihtiyacı hissettim.
Zaten başlığı okumak bile yeterli aslında mesajı almak için..
Ama biz yine de haberi okuyalım..
.............................................................................

Dünyanın en büyük arama motoru Google'ın CEO'su Erich Schmidt , teknolojinin gelişimi ve internet nedeniyle insan ilşkillerinin her geçen gün sekteye uğradığını belirterek
" Bilgisayarınızı kapatın...İnsan olun" çağrısı yaptı.

Pennsylvania Üniversitesi mezuniyet töreninde konuşan Schmidt , altıbin yeni mezuna hitaben yaptığı konuşmada " Dijital yaşamı bir kenara bırakın ve biraz analog yaşayın .
Sanal dünyadan uzaklaşıp gerçek insan ilişkilerine yönelin.
Bilgisayarınızı ve cep telefonunuzu kapatın.
Çevrenizdeki diğer insanların varlığını keşfedin.
İnsan olun.
Bir torununuz olduğu zaman ilk adımlarını attığında onun elini tutmanın zevkini başka hiç bir şey vermez" dedi.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

babalar ve oğullara dair ...


Gecenin koynunda yükselen ay gibidir oğullar. Ay, karanlığı dağıtırken bir taraftan, karanlığa zıt beyazlığıyla da gecenin koyu karanlığını besler gizlice.
Göğün orta yerinde olmasaydı dolunay, gecenin karanlığı bu kadar görünür olmazdı, besbelli. Aysız bir gece karanlık olurdu sadece ve karanlık karanlıkta kalırdı. Ay ışığının hâlelerinden öte başlayan kuzgunî karanlık, sınırlarından ve zıddından yoksun kaldığı için tanımsız kalıverirdi.

Ay, böylece daha bir görünür kılar geceyi; ama tam da böyle yapmak için gecenin koyuluğuna reddiye getirmeyi de göze alır. Kıyısından kırpar geceyi; ucundan azıcık alır. Oğullar, babaların hayata dair deneyimlerini uzak yıldızlar gibi hem saklayıp hem açık ettikleri yaşlılığın gecesinde yükselen dolunaylar gibidir.

Babaların içlerinde yıldız yıldız sakladıkları aydınlıkları iyice görünür ederken, varlıklarının bir ucuna da çentik atarlar. Ay gibidir oğullar; babayı hem gözlerden saklar, hem gözler önüne salar.

Tarihin büyük ölçekli gece ve gündüzlerine işaret eden saltanatlar, babalar ve oğullar arasındaki nöbet devirlerinin büyüteçleri gibidir.

Biliriz ki babanın ölümüyle oğul kral olur; baba ölümün saltanatına boyun eğerken, oğul da bir ölümü saltanata çevirir. Oğullar tahtlarının ayakları babaların mezar taşları üzerine oturtulur gibidir.

Günler böylece babalar ve oğullar arasında bölüştürülür, nöbetleşir. Birinin payına ölüm düşer, birininkine hayat.

Bir gelgitin orta yerinde bir aşağı bir yukarı sürüklenir baba ve oğul. Önce baba için vardır oğul; bir oyuncak gibi. Bir bebeğin anne karnına kıvrılışı, rahimden kopup yeryüzüne çığlık çığlığa varışı, babanın hatırı için katlanılır bir şey gibidir. Hepimiz baba hatırına böyle bir macerayı yaşayarak geldik babamızın dizleri dibine…

Oğullar da (elbette ki kızlar da!) memnundur oynanıyor olmaktan, oynadıkları oyuncaklar içinde en güzeli babadır. Bu çağda, bilek güreşinde babayı yener oğul; baba yenilmiş gibi yapmakla çıkarır zaferinin tadını. Nasılsa, iktidar ondadır; oğlunun gözlerinde seyrettiği zafer pırıltıları kendi zaferinin güneşidir aslında.

Sonra sonra, oyuncak kontrolden çıkar; uzaktan kumandayı tanımaz olur, kendi başına hareket etmeye başlar. Pilini çıkarsan durmaz, kutusuna koysan kalmaz.

İşte o zaman, yavaş yavaş babaya rağmen var olmaya başlar çocuk.

Babanın yanında ama babadan bağımsız, babanın önünde ama babanın ötesinde bir kişilik uç vermeye başlar artık. Yeni ve ayrı biri olur oğul.

Babasıyla arasındaki baba sıfatı, neredeyse folklorik ve nostaljik bir bağa dönüşür. Eskisi kadar organik ve kopmaz değildir baba-oğul ilişkisi.

Bağımsız bir kişilik sahibi olmak, babayı aşmayı gerektirdiği gibi, beğenmemeyi de getirir yanında... Babanın dizleri dibinden kalmak rahatsızlık verir oğullara.


Annenin yıllar önce yaşadığı fiziksel doğuma denk düşer bu kopuş…

İyi ki öyledir, iyi ki babalar bu rahatsızlığı göze alırlar da oğullarının kendilerinden kopmasına izin verirler; yoksa yeryüzü yeni kraldan, taze heyecanlar yüklenmiş, yeni bakışlar kuşanmış bir sultandan yoksun kalır.

Hep anne rahminde kalmak ne kadar cazip fakat makul olmayan bir seçenekse, hep babanın dizi dibinde durmak da rahatsız edici bir rahatlıktır.

Bundan sonra, bilek güreşi sahicileşir; sahiden yenilir baba; yenilirmiş gibi yenilmez. İşte bu galibiyetin ardından, oğul gözlerindeki zafer pırıltısını eskisi kadar açık edemez, baba da oğlunun gözlerindeki pırıltıya kolayca sevinemez.


Biri utanır gibidir varlığının babasının gölgesinden dışarı taşmasına, diğeri de kendi hayatiyetinin ne de olsa bir başkasının varlığına nabız olmasını hazmedemez. Ama sonunda, oğul utanmaktan, baba da hazımsızlıktan kurtulmaya mahkûmdur. Göbek bağı kesilir, kesilmelidir.

Gün akşam olur. Ay, hem geceye rağmen, hem gece olduğu için yükselir ufukta…
Olmadı bir de şöyle anlatayım:

Sararmış yapraklarını emanet ettiği toprak gibidir oğulların yüreği babaya… Çınarın tohumlarını dökmesi o kadar da çelişkisiz ve pürüzsüz seyredilecek bir manzara değildir. Bir düşün ki, kocaman bir çınarsın, göğü dört bir yandan dal dal kucaklıyorsun, cümle rüzgârlara selam vermişliğin ağırbaşlılığı saklı yaralı teninde, cümle yağmurları ağırlamışlığın sakınmazlığı saklı dal uçlarında…

Budaklarında geçmiş zaman sancılarının sızıları uyuyor; kuru yapraklarında nice günler görmüşlüğün sükûneti, nice ölümlere tanıklık etmenin teslimiyeti kıpır kıpır geziniyor.

O kadar büyüksün, o kadar genişsin, o kadar fazlasın, o kadar için içine sığmaz haldesin. Ama kendini bir çekirdeğin bağrına sığdırıyorsun. Küçülüyorsun, haşarı ve hoyrat, vurdumduymaz ve hafifmeşrep bir çekirdeğin savrukluğuna bırakıyorsun kendini.

Sen gidiyorsun, o geliyor. O gelsin diye sen gidiyorsun. Tükenişini, vakitten habersiz, akşamın hüznüne bigâne bir delikanlı tohumun soğuk ve katı yüreğine fısıldıyorsun.

Oğlun babasını toprağa bırakması razı olunur bir şeydir; doğal bir akıbet, umulan, beklenen, şaşırılmayan bir son… Oysa, babalar oğulları onları toprağa vermeden çok önce, toprağa teslim olmuşlardır.

Oğul vermek, hemen fark etmese de, toprağa düşebilirliğin habercisidir baba için…

Oğlu, bir ihrama sarar gibi, hiçbir şey edemezliğe, kendisine müdahale edemezliğe, özgürlüğünü kısıtlayamazlığa, varlığını yanında hissettiremezliğe doğru sürer usulca babasını. Sanki şeffaf bir kefenle sarıp sarmalar babasını.

Çekirdek, çınarın varlığının nişânesidir, yeni zamanlara tutunuş çığlığıdır ama çınarın varlığın kıyılarından çekilişidir de… Çınar çekirdekte ne vardır ne yoktur, hem vardır hem yoktur. Ve kimse bu çelişkiyi çözememekten rahatsız da değildir. Baba ve oğul çelişkisi de böyle işte; rahatlatıcı bir çelişki.

Çelişki demişken, gece sadece karanlığı emziriyor değil aslında; ay’ın aydınlığını da besliyor… Gece karanlıkta kalmaya razı olmasaydı, kim fark ederdi ay’ın yükselişini? Gece, nice göğsünde yalım yalım yanıp duran yıldızlı aydınlıkları mütevekkil bir edâ ile susturmasaydı, kim duyardı ay’ın cılız ayak seslerini?

Not: Bu yazıyı bitirmek üzereyken, kızım Zeynep sokuldu kucağıma, göğsüme kıvrılıp uyudu. Normalde annesine yapardı bunu… O şimdi sessizce nefes alıp verirken, sanki varlığımı yeniden keşfediyor gibiyim. Bilseniz, beni benden ne kadar memnun etti o küçük göz kapaklarının usulca kapanışı…
Baba olduğuma bir kere daha memnun oldum. Biliyor musunuz, tam bir haftadır, eşimin hacca gidişinden ötürü, anneleri olmaksızın, arada annelik filtresi olmaksızın babalık ediyorum çocuklarıma. Tamponlu bölge aradan kalkınca, başka türlü oluyor babalık... Duygularımı yeterince safça içime daldırabilseydim, içeriden dilime bulaşan renkleri açık etmekten utanmasaydım, bugün size “Filtresiz Babalık” başlıklı bir yazı yazardım herhalde… Ama olmadı işte…Belki de Zeynep’in bu sürpriz “baba çıkarması” “Babalar ve Kızlar” başlıklı bir yazıya borçlu kılıyor beni…

Yazar : ?


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Onu ne kadar sevdiğinizi biliyor mu ?


Sadece bu sabah için,
içimden ağlamak geldiği halde yüzünü gördüğümde gülümseyeceğim.

Sadece bu sabah için,
ne giymek istediğinin seçimini sana bırakacağım, gülümseyerek ne kadar yakıştığını söyleyeceğim.


Sadece bu sabah,
çamaşırları yıkamaktan vazgeçip seninle parkta oynamaya gideceğim.


Bu sabah bulaşıkları lavaboda bırakıp,
bulmacanın nasıl çözüldüğünü bana öğretmeni izleyeceğim.


Öğlenden sonra telefonun fişini çekip bilgisayarı kapatacağım ve arka bahçede oturup seninle köpükten balonlar uçuracağım.


Bu öğleden sonra dondurma arabası için çığlıklar attığında sana hiç kızmayacağım ve gelirse bir tane alacağım.

Bu öğleden sonra büyüdüğünde ne olacağın hakkında hiç canımı sıkmayacağım ya da seni ilgilendiren konularda ikinci bir düşünce üretmeyeceğim.

Bu öğleden sonra kurabiye pişirirken bana yardım etmene izin vereceğim ve çalışmayacağım.


Bu öğleden sonra Mc Donald's a gideceğiz ve iki tane çocuk menüsü isteyeceğiz ki , iki oyuncak alabilesin.


Bu gece seni kollarımda tutacağım ve nasıl doğduğunu seni ne kadar çok sevdiğimi anlatacağım.
Bu gece küvette suları sıçratmana izin vereceğim ve sana hiç kızmayacağım.


Bu gece geç saate kadar oturmana ve balkonda oturup yıldızları saymana izin vereceğim.


Bu gece yanına uzanıp en sevdiğim TV programlarını birkenara bırakıpparmaklarımı saçlarında dolaştırırken bana en büyük armağanı verdiği için Allaha şükredeceğim.


Kayıp çocuklarını arayan anne ve babaları düşüneceğim.


Yatak odaları hastane odalarında donuk bakışlarla, daha fazla içlerinde tutamadıkları çığlıklarıyla hasta çocuklarını seyreden anne-babaları düşüneceğim


Ve bu gece yanağına iyi geceler öpücüğü için biraz daha uzun tutacağım kollarımda.


Allaha senin için teşekkür edip bize yalnızca bir gün daha vermesi için yakaracağım.....
…….

Gönderen dostuma binlerce teşekkürler …
Lösemi yüzünden evladının günlerinin sayılı olduğunu bilen bir annenin keşkelerle dolu duyguları bunlar ….


Keşke dememek için , ona duyduğunuz sevgiyi hissetmekten yoksun bırakmayın bir tanelerinizi.. Onları hayata hazırlayın engin hayat deneyimlerinizle , uçsuz denizlerde yelken olun pusula olun onlara ..


Hayatının her anını sevginizi ve sıcaklığınızı dolu dolu hissettirin ona…


Akıp giden yaşam , tersine çevrilmiş bir kum saatidir. Tanecikler hızla tükenmektedir.


Pişmanlıklar , keşkeler fazla yer tutmasın hayatınızda ..


Seviyorsanız , yarını beklemeyin , şimdi söyleyin….


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

PULSUZ DİLEKÇE



Profesör Dr Atalay YÖRÜKOĞLU, İş Bankası Kültür Yayınlarınca yayınlanan Çocuk Ruh Sağlığı isimli kitabında , anne babalara , çocuklarını nasıl eğitmeleri ya da nasıl eğitmemeleri konusunda , yılların getirdiği deneyimleri ile , bir çocuğun gözü ile bakarak , bakın nasıl öğüt vermektedir :



Sevgili anneciğim, babacığım;

Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim:

Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın.

Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın. Beni her yerde, her zaman koruyup kollamayın.

Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım?

Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin. Ama siz beni şımartmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra.

Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutamayınca sizlere güvenim azalıyor.

Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın.
Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.

Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.

Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır.

"Ben senin yaşında iken..." diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım.
Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın.
Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın. Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin.

Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.

Beni dinleyin. Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin.

Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse çabamı övün.

Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım.

Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana süre tanıyın.

Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım.

Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın.

Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim.

Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yaklaştırır.

Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur.

Biliyorum, ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdikleriniz yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum.

Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın.

Benden "Örnek çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz ana-baba olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.

Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi.

Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.

Sevgiler,
Çocuğunuz.



Kaynak: Yörükoğlu, Atalay, Prof. Dr. (1982). Çocuk ruh sağlığı: çocuğun kiıilik gelişimi, yetiştirilmesi ve ruhsal sorunları. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!
Web Analytics