AĞLAYAN TARİH .... GÜLEN TARİH



Geçen yaz Buca Kaynaklar Beldesi üzerinde Nif Dağı eteklerindeki bir orman yangınında , dozer çalışmasını takip ederken sol bacağımda , dizimin altından itibaren çeşitli parçalanma ve kırıkların meydana geldiği kötü bir kaza geçirmiştim.
Şu günlerde yavaş yavaş normale dönmekteyim.Yaklaşık iki hafta sonra desteksiz hareket edecek gücü bulacağım sanırım..
İyileşme süresi tamı tamına 1 yıl olacak gibi görünüyor..
Bu zaman dilimi içerisinde hareket kabiliyetim son derece kısıtlandığı için ofis çalışmalarına yöneldim.Bu arada da , doğa ve ormancılık konularına yönelik mahalli nitelik taşıyan bir blogumu revize ederek biraz daha kapsamlı şekilde tekrar yayınladım.Okumakta olduğunuz blog da , bu arada meydana geldi...
Niye bu konuya girdim şimdi ..? Aslında başka bir şeyden bahsedecektim..

Kızım ,ÖSS ve yabancı dil sınavına (YDS ) bir deneme olması ve kendini test etmesi için , geçen ay yapılan KPDS sınavına girdi..
Sınava gireceği yer ,Buca 'da , DEÜ Eğitim Fakültesinde idi. Her ne kadar yürüme ile ilgili sorunum hala devam etmekte ise de , sürekli hareket eden bir yapım olduğundan , yani olduğu yere çakılıp kalan tiplerden olmadığımdan , o halimle kızıma eşlik ettim.
Kızım sınav salonuna girince , çevreyi keşfe çıktım. Fakülte binasının giriş kapısının dışında sol kısmındaki Kampüsü çevreleyen duvar ve bu kısımdaki koruluk dikkatimi çekmişti.
Üşenmedim , duvar boyunca Kampüs çevresini dolaştım.
Kampüs kapısının dışında solda bir Kızılçam koruluğu vardı .Belediye buraya banklar ve çocuklar için oyun parkı koymuştu. .Her ne kadar pek estetik bir görünüşü olmasa da , özellikle üniversiteli gençlerin başbaşa oturup romantizmlerini yaşamasına uygun bir mekan gibi görünüyordu. Kentlerde bu tip yerler , insanların bir nebze de olsa , doğaya döndüğü , doğaya yaklaştığı mekanlardı.
Benim asıl ilgimi çeken bu değildi. O anda ben çok daha başka bir şeye odaklanmıştım. Duvarın iç tarafındaki koru , dışardakinden çok farklıydı.
Buradaki bitki örtüsü ,yanlış görmediysem , Rumların çok sevdiği sakız , ya da akrabası olan menengiç ağacıydı.
Bu ağaççığa çocukluğumuzda ,yöremizde çetlembek denildiğini hatırlıyorum. Diğer bir söyleyişi de çitlenbiktir.
İzmir civarında bu bitki türünü en çok Selçuk , Cumaovası (Menderes ) , Gaziemir , Balçova Narlıdere , Seferihisar , Urla-Karaburun yarımadası ve en önemlisi de Çeşme'nin hemen karşısındaki Sakız adasında bulabilirsiniz.
Sakız Adası'nın ismi de buradan gelir zaten, damla sakızı meşhurdur Sakız adasının...Çeşme'ye giderseniz Sakız tatlısı ve sakızlı dondurma da bulabilirsiniz . Damla sakızı bu sakız ağacından yapılır.
İşte bahçede , duvarın iç kısmında bu ağaç türünün küçük bir korusunu görünce bir anda şaşırdım.
Bizim belediyeler yapmış olamazdı bunu diye düşündüm.
Çünkü peyzajda , çevre düzenlemesinde yer alan türler içinde bulamazsınız menengiç ağaççığını.
Doğada bile , ağaç halinde olanı kalmamıştır neredeyse.
İzmir Orman Bölge Müdürlüğü güzel bir iş yaparak , Urla Yarımadasında yaklaşık 120 dönüm alanda yabani menengiçlere sakız ağacı aşısı yapmıştı geçen yaz.

İşte bunları düşündüm o anda . Bu ağaçların burada nasıl olup ta kalabildiğini düşünmeye çalıştım. Buca'nın Rumlarından mı kalmıştı bir iz olarak ?

Duvarın dışındaki parkta ise , kovsan da yaksan da Akdeniz kıyı topraklarını asla terketmeyen vefakar kızılçam ağaçlarından başka bir şey yoktu. Bir de o meşhur , bataklık kurutan ökaliptus ağaçları..
Bir de, bazı civar ev bahçelerinde peyzaj bitkileriyle oluşturulmış yeşil alanlar göze çarpıyordu.

Biraz daha gezmeye devam ettim..
Mahalle aralarına girdim..
Sokak aralarında ilerledikçe , kendimi bir tarih labirentine girmiş gibi hissettim.
Eski Rum ve Osmanlı evlerinden , korunabilmiş ve bugüne ulaşmış olanlar , bütün eskiliğine , dökülmüşlüğüne rağmen , size gülümsüyordu zerafetiyle.
İnce bir zevk , hoş bir mimari , o eski dekoratif panjurlar , nefis işlemeli kapılar , bütün tahribatlara ,aldıkları bütün darbelere rağmen size gülümsüyordu. İncir , iğde , dut , zeytin ağaçlarının dalları bahçelerden yola taşıyordu.
Ama o tarihi binaların çoğu , o kadar da şanslı değildi.
Pek çoğunun duvarlarına çanak antenler takılmıştı.Seni Seviyorum yazıları yağlı boyalarla duvarlara adeta kazınmıştı. Bilmemne Cafe , bilmemne restaurant tabelaları , bu zarif binalara resmen işkence yapıyordu.

Bir tarih , ayaklar altında , can çekişiyordu..

Eşrefpaşa'dan Çankaya ' ya doğru inerken İkiçeşmelik , Agora civarındaki eski tarihi doku bundan farklı mıydı sanki...! Ya Alsancak'ın , Tren garına ve Limana doğru olan eski tarihi dokusu ?
"Kültür Ve Tabiatı Koruma Yüksek Kurulları" ya da " Anıtlar Yüksek Kurulu" diye bir organı vardır Devletin . Bu tür tarihi ve anıtsal değeri olan ağaç , bina , ve diğer varlıkları tesbit eder . Bunları koruma altına alır.
Bunu nasıl yapar? Burası ilginç işte ..
Şimdi size Kültür Ve Tabiatı Koruma Yasasını anlatacak değilim.
Sadece gördüğümü söyliyeyim.
Bu tür binaların duvarlarına bir uyarı levhası iliştirir.

-" Bu yapı bilmem ne kurulunun bilmemkaç sayılı kararına göre koruma altındadır. Hiç bir tadilat yapılamaz.Yapılırsa " ......." Ayrıca can güvenliğiniz açısından binalara yaklaşmayınız" gibi bir şey.

Ve o binaları şeytanlar korur.....

Binalar , şarapçıların , tinercilerin sığınağı olur. Ya da özel mülk ise , sahiplerince binanın bir şekilde yakılıp tarihi özelliği ortadan kaldırılarak , yeni ve çağdaş beton binalar yapmanın yolu aranır.
İstanbul Çemberlitaş civarında şöyle bir şey olduğunu birileri anlatmıştı sanırım yıllar önce öğrenci iken.
Adam inşaate başlıyor .Ancak temel kazılarında alttan tarihi bir yapı ortaya çıkıyor.İhbar üzerine inşaat durduruluyor. Ancak resmi işlemlerin ikmali gecikince , uyanık girişimci , tarihi yapıyı dağıtıp yok ediyor , yeniden yaptırdığı tesbitte de , bulunan şeylerin tarihi özelliği pek kalmadığından inşaate devam ediyor.. Anlatan kimdi bilmiyorum , ben de onun yalancısıyım.

Bir çok kentimizdeki , kasabamızdaki tarihi yapıların durumu içler acısıdır.

Geçenlerde bir e-posta geldi. Avrupadaki ortaçağdan kalma bazı manastır , saray ve şatoların görüntüleri vardı . Sanki bir iki yıl önce inşa edilmiş gibi görünüyordu.

Bazen Tv lerde de izlersiniz. Paris ,Londra ,Roma ,Venedik başta olmak üzere tarih adeta size selam vermektedir. O ayrıntılara bir de bu açıdan bakarsanız mutlaka göreceksiniz.

Kentlerin ruhu vardır diyordu , bir zamanlar okuduğum bir kitapta ...
Yüzyıllar , yüzyıllar öncesinden gelen kentlerin ruhu vardır.
Baktığınızda , o kent size yüzyıllar önce yaşadıklarını anlatır adeta...
Bir arama yapın bakalım nette kentlerin ruhu diye , neler çıkacak karşınıza....
Istanbul ,İzmir ,Çanakkale , Bursa işte bu tür kentlerdendir aslında .
... ... ... ... ... ... ... ... ... ...

1990 yılında Almanya'ya Federal Ormancılık Teşkilatının konuğu olarak giden bir heyette yer almıştım.
Almanyanın Güney-Batısının oldukça büyük bir kısmını gezme şansımız oldu.

Dolu dolu geçen mesleki programın dışında , gidilen çevredeki gezilecek görülecek tarihi ve doğal zenginliklerin ziyaret edilmesi yönünden de olağanüstü inanılmaz bir program yapmıştı Alman ormancıları.

Festivallerine , yıllık olarak yapılan panayır tipi etkinliklerine tanık olduk bazı yörelerin. Ortaçağın kadınlı erkekli insanları , rahipleri ,keşişleri , köylüleri , çiftliklerinde domuz üreticileri , çiftçileri , şövalyeleri , aramızdan geçip gidiyordu.
Küçük bir müsamere değil ,basbayağı koskoca şehir ya da kasaba toptan ortaçağı yaşatıyordu , gelen ziyaretçilere..
Adeta , kendimizi , zaman makinasında ortaçağa geçmiş gibi hissediyor , ürperiyorduk yer yer.. Şaka değil , ortaçağda bulmuştuk kendimizi bir anda ..
Şatolar , şato duvarları ,savunma hendekleri , kuleler ,kaleler , nasıl pırıl pırıl , hayat dolu capcanlı kalabilmişti yüzyıllar boyu. Bir tanesi de mi zarar görmezdi bunların ?
Şatolara girerken neyle karşılaşacağımızı bilmez garip bir ruh haline bürünüveriyorduk..Bir köşeden deli dolu bir şövalyenin çıkması işten bile değildi.
Salonlar , odalar , holler ....Az önce sanki orada birileri varmış ta dışarı gitmiş gibi görünüyordu.
Girdiğimiz ortaçağa ait bir manastırda şarap mahzenlerinde şarap yapılan araç gereçler , sanki daha az önceki bir çalışmanın yorgunluğunu taşıyordu.
O zamanlardan kalma şaraplar da vardı anmalık olarak küçük şişelerde satılan .. Ama onu almaya hiç kimsenin gücü yetmiyordu.. Ancak son yıllarda üretilmiş ve onu alabilecek durumda olanlar için orada bulundurulan şaraplardan anı olarak bir iki şişe şarap almıştık.
Tanrım , o eski şarapları üreten rahipler niçin orada değildi o anda .. ?
Sadece onlar eksikti sahnede...
İstisnasız , gittiğimiz her yerde , geçmiş ve şimdiki zaman içiçe ve birbiriyle barışık yaşıyordu.
Bu tarih nasıl olmuştu ta topyekün ayaktaydı..?
Göstermelik bir kaç yapı değil ,tüm tarih adeta ben buradayım yaşıyorum diye haykırıyordu.

Bizde de öyle miydi ?

Kendimizle , kimliğimizle , geçmişimizle , geleceğimizle kavgalı , ulusal kimliği , ulusal simgeleri , kültür ve değerleri bir siyasi görüşün odağına itilmiş , ulusal geçmişini ve kimliğini anmaktan utanır bir topluma dönüşmemiş miydik biz ?
Avrupanın kan ve karanlık içindeki eski çağlarını bilmeden , kendine ve kendi ulusal değer ve simgelerine saldıran , başka bir benzetmeyle , kendi etini yiyen yamyamlara dönüştürülmemiş miydik ?
İşte böyle bir ortamda , kimi ve neyi kime şikayet ediyorduk ki ?

İşte o Avrupa , ulusal olmayı bizim kendimize aşağılatıp katıksız evrensellik ve katıksız hümanizm hikayeleri ile bizi avutup kendimize yabancılaştırırken , onlar ulusal duruş ve kimliklerini evrensellikle entegre ederek , dimdik ayakta tutmakta idiler.
Gelibolu Yarımadası'ndaki Fransız , İngiliz , Anzak anıt mezarlarını gidip görün , neden bahsetmekte olduğumu sanırım daha iyi anlarsınız...
Bırakın yüzyıllar öncesini , yakın geçmişimizdeki efsanemizi , Çanakkale yarımadasını , Anafartalar'ı kim gidip görmüş , oradaki hikayeler kimin gözlerinden yaş süzülmesine neden olmuştur ?
Bunu hissetmekten yoksun insanların başkalarına ,başkalarının tarihlerine ,değerlerine öykünmeye hakları varmı idi ?

İşte bu düşüncelerle , kızımın sınavının bitmesini beklerken , içim geçmiş , güneşin altında , kızılçam ağaçlarının gölgesinde , parktaki bank üzerinde uyuyakalmışım.. Bu anlattıklarım da o anda gördüğüm bir rüyadan ibaretmiş ..

Nereden başladık , nerede bitirdik ...!

Yerel tadları bilmeyen , evrensel tadları bilemez.. Bildiğini söyleyene de asla inanmam.
Çünkü herşey yerelden başlar , buradan evrenselliğe gider. Çevresini , doğasını , kendisini sevme yeteneği kazanmamış olan , dünyayı , evreni nasıl tanır , nasıl sever ?




7 yorum:

Adsız dedi ki...

selamlar öncelikle geçirmiş olduğunuz kazadan dolayı geçmiş olsun toparlanmanıza sevindim
hocam yazınızı gazete okur gibi okudum birçok konu bukadar güzel adapte edilip tek bir başlık altında anlatıla bilirdi ama işin real kısmına baktığımızda malesef anlatılanlara ağlanacak tarafımız çok
son paragraftaki cümlenize kesinlikle katılıyorum
zaten sevginin(sevmenin) olmadığı yerde ağlanacak çokşey vardır.
saygılar

hjhlp dedi ki...

hocam geçmiş olsun. inş tamamen iyileşip gene hareketli günlerinize dönersiniz. kızınıza da başarılar dilerim.

antalya'ya gelirseniz beklerim.

Adsız dedi ki...

Burak Hocam bu güzel yazı için tebrik ediyorum.Yazının sonlarında yer alan ''İşte o Avrupa...'' diye başlayan cümle nokta atışı değerinde.Bizim kitaplar dolusu yazı ile veremeyeceğimiz mesajı sen tek cümle ile vermişsin.Tecrübe bu olsa gerek.Eline sağlık.

enn pasta dedi ki...

Burak Hocam,
Öncelikle geçmiş olsun demek istiyorum, tedavi sürecinin çoğu gitmiş azı kalmış ;ve sanırım oldukça da iyiye gidiyor durumunuz.

"Çitlenbik" yemekten dudaklarımın ve dilimin uyuştuğunu yazınızı okurken anımsadım.Öyle güzel günleri anımsattınız ki bana...
Sakız ağacı aşılamasını bilmiyordum,babamla mutlaka paylaşmalıyım,çok mutlu olacaktır o da.
İkiçeşmelik-Çankaya yolu ,benim her ;ama abartısız ,her geçişimde üzüntüden ,sinirden yanaklarımın yanmasına neden olan güzergâhtır.
Ve Alsancak Garı civarı (Bornova sokağı...).Ve Yeşildere yolu üzerindeki tarihi su kemerleri...
Yani aslında bu katliam sayılmakla bitecek gibi değil.
Sorun ne biliyor musunuz ?
Öyle bir madde bağımlısı oldu ki bu millet; öyle bir "anı yaşa-günü kurtar" ilkesini zerk etti ki o "haricî bedhahlar" bu ülkeye ;
%70inin (belki de 80-90 ?)gözünde bile yok doğaymış,değerlermiş,ilkelermiş...

Fikrinize sağlık ,gerçekten bir solukta okudum.

Adsız dedi ki...

Merhabalar, öncelikle daha önce geldiğimde görmemiştim. Kaza geçirmişsiniz, geçmiş olsun. Acil şifalar dilerim. Kızınızada başarılar dilerim. Yazınızı okurken yeşillikler ve kimlerden kaldığı belli olmayan ağaçlar gözlerimin önünden geçti. Gözlerimin önüne gelen bir şey daha, filmlerdeki evlerde hep bir arka kapı vardır. Sizinde dediği gibi bakkalın suçu yok. ailenizle birlikte iyi hafta sonları Saygılar.

Adsız dedi ki...

gecmiş olsun, kırık olduğuna göre bayagı ciddi bir kaza gecirmişsiniz. acil şifalar diliyorum.

sınav günümüzde geleceğin şekillenmesi demek. sınava girecek kişiye de basarılar diliyorum umarım istediği olur :))

duyarlılığınıza da hayan kaldığımı belirmteden gecemeyecegim. keşke herkes konusabilse dökebilse içindekileri. belki sorun iyileşmelere gider.
akıcı yazınız çin teşekkürler..

Hülya Konar dedi ki...

geçmiş olsun çok çok çok geçmiş olsun...bilirim o duyguyu bende trafik kazası geçirdim yıllar önce ve canım çok yandı çok :( buyüzden geçmiş olsundan başka birşey demek ve konuyu uzatmak istemiyorum,yoksa sabaha kadar konuşurum...
kızınıza ve sınava girecek tüm arkadaşlara /GERÇEKTEN ÇALIŞAN EMEK VERENLERE/başarılar diliyorum sınav için.
Nekadar sürükleyici bir dille yazmışsınız.Oradan oraya atlaya atalaya İzmir i gezdirdiniz,gerçi ben haftasonu İzmir deydim,ve ben okurken kendi kendime hem bacağınızı yormamanız gerektiğinden bahsetmişsiniz hemde fıldır fıldır:) gezmişsiniz diye düşündüm ama sonra baktım ki rüyaymış :)))
süperdi...

Web Analytics