insan ve yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insan ve yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 şehrin analizi ... Ankara - Istanbul- Izmir


Ankara..
En iyi kalpli üvey ana. Bu şehri bu kadar yalın anlatan başka
bir şey olamaz sanırım. Sorumluluklarını bilen, asla kötü davranmayan ama
sonuçta bir üvey ana olan Ankara . Bu şehirde insanlar bekler. Emekliliği,
askerin bitmesini, rüşvetin gelmesini, gönderdiğiniz
evrakın cevaplanmasını , suskun devletin konuşmasını beklerler. Taşı
çatlatacak bir sabırla bir şeyleri beklerler, kim bilir bekledikleri
hayattır.

Belki denizi görselerdi beklemezlerdi. Denizi su sanıyorlar.
Suyu görmek için göllerin kıyısına gidersiniz ama su ufka uzanmaz. Bir
suyu deniz yapan ufuk yoktur Ankara'nın göllerinde. Oysa ne önemlidir
suyun hiç bitmemesi ve uysal bir sevgili gibi gökyüzüyle birleşmesi. O
vaatker ufuk çizgisi, o nasıl güzeldir. Her zaman ötelerde bir şey
olduğunu fısıldayan o şehvetli çizgi. Insanlar Ankara'da beklerler, kim

bilir bekledikleri hayattır.


Istanbul'da ise durum daha vahimdir. Hayat sanki bir adım ötede
duruyor gibidir. Doğruya doğru, dünyanın en güzel şehridir Istanbul, ama
hayat eli çabuk davranır. Daha siz elinizi uzatmadan işveli bir kadın gibi
kaçar gider. Bu yüzden hırsla kovalarlar hayati
Istanbullular. Beklediği şeyin belki de hiç gelmeyeceğini söyleyen şeytani
fısıltıya rağmen, Ankaralının dingin tevekküllü bekleyişinde bir huzur
vardır. Ama Istanbullunun hırslı kovalamacasında ne huzur vardır ne de
tatmin. Dünyanın en güzel şehri hemen kol mesafesindeyken kendilerini
yiyip yutan bir kovalamacanin içinde kaybolur giderler. Hayat kaçar, onlar
kovalar.






Ama Izmir...



Izmir'de hayat beklenmez, kovalanmazda. O zaten sizinle
beraberdir. Ufkun ötesini muştulayan bir deniz vardır. Mutlulukla
dolu, sakin bir sevişmenin tadındadır körfez. Körfez vapurlarının
sakin gidişinde hırslarınız yok olur, kovalamayı bırakırsınız, hatta
martılara gevrek atacak kadar iyilikle dolarsınız. Ne varsa bu
şehirde, bayatlamış vapur çayı bile nektar olur. Hafta sonları denize
doğru bir göç başlar. "Ey hayat, biz Çeşme'ye gidiyoruz sen de arkadan
gel" der Izmirliler muzipçe. Ve ne gariptir ki hayat, uslu bir çocuk gibi
onların peşinden gider. Ne garip, uçak biletinin üzerinde adımın hemen
yanında yazan IZM harflerine sevgiyle bakıyorum. Sabırsızım, sevgilisine
kavuşacak aşıklar kadar.


Cemal SÜREYA


Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Bugün Anneler Günü .... Annem.... Ellerinden öpüyorum...



Her yıl Mayısın ilk günlerinde anımsanır anneler.. Kimi küçük ya da büyük bir hediye ile anar..

Uzakta iseniz bir telefon , bir mesaj ile kutlarsınız ,yakında iseniz ellerinden yanaklarından öpersiniz.Onlar için önemli olan bir hediye almak , eli öpülmek değil , hatırlanmaktır.

Doğa'nın kuralıdır bu , yavru kuşlar , çatlayan yumurtasından çıkar ,ilk gördükleri , anne kuştur. Anne kuş üzerine titrer yavrusunun ...Besler , doyurur ,soğuktan sıcaktan , onu av yapmak için peşinde olan tehlikelerden korur.

Onun için kendisinden kat kat üstün güce sahip kartalla , kurtla ,tilkiyle dövüşür. Canını ortaya koyar .. Bazen de canını verir.

Ne içindir bu koruma ,bu bağlılık ve sevgi ? Nedenini sorgulamaz anneler ... Bu, anneliktir.

Yavrular ,onun kanatları altında büyür gelişir ,yeni ve güçlü bireyler olur ..

Gün gelir ... Ayrılık vaktidir..Artık kendisi de , Doğa'nın ona yüklediği görevlere hazırlanmalıdır.

Yeni bir kişilik , yeni bir yaşam .. yeni bir nesil...

Kanatlarının iyice güçlendiğini hissetmiştir.. Uçar yuvadan.. Kanat çırpar ufuklara doğru..

Geride kalanlar gururludur.Yavruları kendi kanatlarıyla , sendelemeden ,düşmeden uçmaktadır artık...
Merak eder anneler , meraklıdır hep..Yetişmiş birey de olsa yavruları , annenin koruma içgüdüsü tükenmemiştir. Onu merak eder hep.. duymak ister ..Aranmak ister..

Bir ses ...

"-Anneee...!

O ses kulaklarından hiç gitmez.. Yıllar yılları kovalasa bile.


Yavru ,artık yeni hayatlar ,yeni ufuklar , yeni yuvalar peşindedir. Dolu dolu yaşamaktadır.

Çoğu zaman anımsamaz , annesinin artık güçsüzleşmeye başlayan o koruyucu kanatlarını..

Ama anne için , o , hala kanatlarının altında korunacak ,bakıma muhtaç bir yavrudur . Bu anne ölünceye kadar değişmeyecektir hiç ..

Zoruna gider , aranmaması , yaşadığı yoğun duygular artık karşılıksızdır.YAvruları yuvadan uçup gitmiş , anne kuş şimdi yuvada bir başına ,güçsüz ve yalnızdır.
Onun yavrusuna verdiği sevgiyi bir zamanlar yoğun duygularla cevap veren yavru ,artık kendi yuvası ,kendi yavruları için kanatlarını açmakta , annelik görevini taşımaktadır.

İçten içe annesinin kendisi için yaptıkları ve yaşadıklarını düşünmekte , bir yavrunun annesiz olamayacağını hissetmektedir.

İşte , anne , o zaman , annesinin değerini daha iyi anlamaktadır. Onu kucaklamak ona ' Anneciğim seni unutmadım .. Seni seviyorum ." Demenin vaktidir.


Ama , zamanında söylenmiş söz, zamanında açılmış kucak , zamanında öpülmüş el ......

Geç kalmayın , ona sevginizi göstermek için ... Yarın , artık keşke annemi bir kez daha öpseydim .. Keşke bir kez daha arasaydım " dememek için ,

arayın , gidin ellerini öpün ,annelerinizin..

bu gün değil her an hissettirin bu duyguyu onlara ...

Anneler ,siz olmasaydınız ....

Dünya olmazdı ...



Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

ÇEŞME ' DE RÜZGAR YERLİ , İNSAN YABANCI ..


En etkili ağrı kesici hangisidir? Çocukken annenin, yetişkinken sevgilinin öpücüğü...

***
Annem... Yaşama sevinciyle yaşama ürkekliğinin hüzünlü karışımı.

***
Anneme bakıyorum da, ne zor bir işi başarmış! Hayır! Bizi doğurup yetiştirmesinden söz etmiyorum! Daha fazlası var: Katlanmayı bir sanat haline getirmek, mecburiyetlerinden özgürlük tadı çıkartabilmek...

***
Her Anneler Günü'nde, öyle "pembe" hikâyeler anlatıyor, annelerin dertlerini, çilelerini bile öyle allayıp pulluyoruz ki, anneliğe haksızlık ediyoruz! Sanki "anne" diye üçüncü bir cins var! Hayır! Anneler kadındır!.. Bu hoyrat, bu şiddet dolu, bu canı istediğinde alabildiğine bencil olabilen erkeklerin dünyasında bir kadın ve anne olmak! Gerçekten eşsiz ve yüce olan budur!

***
Ne yazık! Modern insan ancak ölümcül bir hastalığa yakalandığında kibirsiz ve gösterişçiliğe ihtiyaç duymaksızın yaşanabileceğini anlıyor.

***
Genç bir kız... Bir ilişkiden henüz çıkmış. "Başından beri biliyordum, aşk değildi bizimki" diyor. Soruyorum: Nasıl anlamıştın bunu, nasıl böyle emindin? Gözlerini yere indirip cevaplıyor: "Böyle durursun ve sanki içinden 'keşke o da burada olsaydı' dersin! Kimdir o? Bilmezsin. Yoktur, öyle birisi ama hissedişin çok gerçektir." Gülümsüyorum. Yani, diyorum; aşk beklemektir; bekliyorsan henüz âşık değilsindir! Başını "evet" anlamında sallıyor.

***
Orta yaşlı bir kadın... "Aşktı bizimki ama yürümedi" diyor. Ne kadar zaman oldu ayrılalı, diye soruyorum. Bir yılı aşmış. Ne kaldı geriye peki? Buruk bir gülümseyişle cevaplıyor: "Eksiklik!.. Çok kopmuştuk birbirimizden son dönemde. Ama yaşadığımızın aşk olduğunu nereden anlıyorum, biliyor musun? Hâlâ ne yapsam, nereye gitsem 'Keşke o da burada olsaydı' demekten kendimi alamıyorum."

***
Ne zaman Çeşme'ye gelsem şu gerçekle bir daha yüzleşirim: Rüzgâr burada "hava akımı" falan değil, basbayağı elle tutulur, kavranır, kucaklanır, kaçılır, dövüşülür, sevişilir, hatta gözle görünür bir şeydir!

***
Hani şarkının bir yerinde rüzgâra "yabancısın buralara, nerelerden geliyorsun/ otur, dinlen başucumda, belli ki, yorulmuşsun" denir ya... Burada durum başka! Burada "yabancı" olan biziz, rüzgâr Çeşmeli!

***
Çocukken rüzgârın dünyanın "ruhu" olduğuna inanırdım. Ağır ağır çocukluk inancıma geri dönüyorum ama bunu kimselere itiraf edemiyorum!

***
Bilir misiniz? Hanımeli ve yasemin kokusu taşıyan rüzgârlar gecenin karanlık göğünü bir mabedin tavanı kılarlar.

SABAH ,Haşmet BABAOĞLU

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

Hemşirelerin kitaplaşan ilginç anıları!



İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi'nde görev yapan 2 hemşire, kendilerinin ve meslektaşlarının yaşadığı ilginç olayları derleyerek kitaplaştırdı. İşte o kitaptan bazı ilginç olaylar.
İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezinde görevli hemşire Şenay Karaaslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, aynı üniversitede görevli hemşire Özlem İnan ile ortak çalışmaları sonucu oluşturdukları ve şuan basım aşamasında olan kitapta Türkiye'nin çeşitli yerlerinde görev yapan 50 hemşire ve sağlık görevlisinin 117 anısının yer aldığını bildirdi.

12 Mayıs Hemşireler Günü kapsamında kitabın dağıtımını yapacaklarını belirten Karaaslan, şunları söyledi:

''Hastanenin başhekimliği ve Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğünün katkılarıyla hazırladığımız kitapta mesleğimizin zorluğunu trajikomik anılarla göstermek istedik. Bu kapsamda yurt genelindeki hemşire arkadaşlara e-mail atarak ulaştık. Onlar da anılarını bizimle paylaştılar. Ancak kitabı hazırlarken en çok hangi anıya yer vereceğimizde zorlandık. Çünkü başımıza her gün o kadar çok trajikomik olay geliyor ki, hangisi seçeceğimize karar vermek kolay olmadı.''

Karaaslan, kendisinin 15, hemşire arkadaşı Özlem İnan'ın ise 12 yıldır hemşirelik yaptığını belirterek, bu süre içerisinde bir takım olumsuz olaylarla da karşılaştıklarını kaydetti.

Buna rağmen kitapta gülümseten anılara yer verdiklerini ifade eden Karaaslan, anılarda her meslektaşının kendinden bir parça bulabileceğini belirtti.

Özlem İnan ise hemşirelik mesleğine renk katmak adına böyle bir girişimde bulunduklarını belirterek, mesleklerinin görünmeyen yüzüne ayna tuttuklarını ifade etti.

Yaklaşık bir aylık çalışma sonucu ortaya çıkan kitapta yer alan anıların birbirinden komik yanlarının bulunduğunu belirten İnan, mesleğe yeni başlayan her hemşirenin bu kitabı okuması gerektiğini söyledi.

-KİTAPTA YER ALAN ANILARDAN-

Hemşire Şenay Karaaslan'ın anısı:

''1991 yılında ilk görev yerim Erzurum Araştırma Hastanesi'nin acil servisine başvuran kadın hastaların büyük çoğunluğu şikayetlerinin nedenleri sorulduğunda 'ben bilmem beyim bilir'' diye cevap verirdi. Acile başvuran kadın doğum hastalarına da rutin olarak son adet tarihi sorulduğunda da yine aynı cevap alınırdı. İşin ilginç olanı, gerçekten de beyleri son adet tarihlerini tam olarak bilirlerdi.''

Sağlık Memuru Sinan Aslan'ın anısı:

''Acil servise başvuran gebe bir hastanın anamnezi (bilgileri) alınırken 'suyunuz geldi mi acaba'' diye sordum. Kendisi ise 'kör olası muhtar, üç gündür suyumuzu kesti' şeklinde cevap verdi.

-BEYAZ ÖNLÜK TAMAM DA KASKET UNUTULMUŞ-

Hemşire Naciye Sarıbaş Yurtçu'nun anısı:

''Diyarbakır'da çalıştığım dönemde, hasta yakınları tanıdığı çalışanlardan beyaz önlük alarak hastane çalışanı gibi binaya girerlerdi. Ancak bir gün koridorda kasketli, bıyıklı ve şalvarlı bir adamın beyaz önlük giyerek içeri girmeye çalışmasını unutamam.''

Hemşire Cennet Mutlu'nun anısı:

''Dermatoloji servisinde bir nöbetimde, yumurta alerjisi olan bir hasta sabah kahvaltıda gelen yumurtayı yemiş ve alerjisi gelişmişti. Hastaya, 'yumurtaya alerjiniz olduğunu biliyorsunuz neden yediniz' diye sorduğumda, hasta bana kızıp bağırarak hemşire gözlem kağıdını gösterdi ve 'suç sizin, buraya yazmamıştınız ben de yedim' dedi. Bu olaydan sonra hemşire gözlem formlarındaki alerji bölümünü daha dikkatli doldurmaya çalışıyordum.''

Hemşire Selma Karakaplan'ın anısı:

''Hasta yakını yoğun bakımdaki bir hastasını görmek isteyince hemşire arkadaş, 'galoş giy gel' dedi. Bir süre sonra, birde ne görelim... Hasta yakını galoşları ellerine ve kafasına geçirmiş hastasının yanında duruyordu.''

Hemşire Nurhan Ulusoy'un anısı:

''Yıl 1997, Ege Tıp Fakültesi Kalp-Damar Cerrahisi Yoğun bakım servisinde gece nöbetindeyim. Kalp ameliyatı olmuş entübe bir hastayı takip ederken, saat gece 02 civarında yoğun bakımda genel müzik yayını yapıldığı için radyo programında, bir anda sunucunun 'bir tokat atın ve kendinize gelin' dediğini duyduğum an, hastanın kendi suratına indirdiği tokadı görünce şaşkınlıktan ne yapacağımı şaşırdım. Sunucunun aynı sözü tekrar etmesiyle hasta elini yukarı kaldırdığı an, 'ne yapıyorsun, o sadece bir radyo programı' dedim ve hastanın elini tuttum. Yapılan yayın yarı uyanık hastamı çok etkilemişti.''

Hemşire Niymet Hazar'ın anısı:

''Kemer Devlet Hastanesi Acil Servisine başvuran hastaya, önce girişe gidip orada hasta kaydını yapması gerektiğini belirttik. Hasta uzun zaman geçtikten sonra gelip, 'Kiriş'e gidip geldim, şimdi hasta kaydını nasıl yapacağım' dedi. O sıra herkes birbirine bakıp, 'bu hastayı Kiriş'e kim gönderdi' derken, yanlış anlaşılma olduğu, hastanın giriş yerine Kemer'in beldesi Kiriş'e gittiği anlaşıldı.''

-NİYE SARI SUYLA YIKAMADIN-

Hemşire Neriman Küçük'ün anısı:

''1998 yılında yenidoğan servisinde çalışırken, sarılık tanısı ile bir bebek yatırıldı. Bebeği servise kabul ettiğimiz sıra, kaynana gelinin sürekli kafasına vurarak söyleniyordu: 'ben sana demedim mi? Bebeği sarı su ile yıka dedim. Beni dinlemedin bak ne hale geldi. Gelin, hem dayak yiyor hem de ağlayarak, 'Anne, ne dediysen yaptım. Sarı tülbent ört dedin, örttüm. Sarı ip bağla dedin, bebeği sarı ipe doladım. Ben ne bileyim sarı su nasıl oluyor?' Ben de kaynanaya, bu söylediklerinin hiç birisi bebeği iyileştirmez, boşuna gelinine kızma. Bebeğin kanının değişmesi lazım. Daha erken hastaneye gelmeniz gerekiyordu' dedim, ama kaynananın öfkesini dindirmek mümkün olmadı.''

AA , 2009-05-09 10:23:02

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!

DUMANSIZ YAŞAMAK NE KADAR GÜZEL ...



Biliyorsunuz , kapalı alanlarda sigara içme yasağı geçen ayın sonlarında başladı.. Ne kadar geç kalınmış bir uygulama... Ama zararın neresinden dönülse kardır.

"Dumansız bir dünya " sloganı..
Ülkemizde çok olumlu bir adımdır bu , gelecek nesillerimiz , çocuklarımız adına..


Yan masada siz içeceksiniz pofur pofur, sigaradan zarar gören ya da nefret eden bir kişi olarak sizin içtiğiniz sigarayı sizinle birlikte ben de soluyacağım.. Ya da 3 yaşında bir bebe , ya da bir yaşlı kişi soluyacak sizin zehirli dumanınızı....

Çok iyi oldu , çok..


İnsana saygılı ve insana değer verenler desteklediler bu düzenlemeyi..

Kendinize zarar verme hakkınız olabilir belki , ama bir başkasına..?

Asla...

Uygar vatandaşlar olarak , bu yasağın takipçisi olmalı , yasağın uygulanmasını desteklemeliyiz.

Geçen hafta ilginç bir haber vardı basında.. İzmir'de içkili mekan sahipleri ,kahvehane sahipleri ,restoran sahipleri miting yapmayı planlıyorlarmış yasağın kendilerine uygulanmaması için..

On bin kişinin katılımını hedefliyorlarmış..
Kocaman bir "pardon " demek zorunda hissettim kendimi..

O zaman bırakın , kiralık katiller , hırsızlar da , polis tarafından yakalanmaya tutuklanmaya karşı örgütlensin , dernek kursunlar..
Benim sağlığımı ilgilendiren bir konuda , benim sigara dumanına maruz kalmaya devam etmem için adam miting planlıyor..

Sorun tatlı para... halkın sağlığı mı ? O da ne ki , öyle değil mi..?

Sigara içen birini görünce bir iki yüzyıl öncesini düşünmüşümdür hep..

Barış çubuğu tüttüren kızılderili reislerini...Nostaljik amerikan çizgi kahramanlarını..
Bunun dışında artık toplumsal alanda sigara olmamalı..

İçerisinde tarımsal zehirleri de içeren sayısız kimyasallar barındıran tütün ürünlerinin , imaj yapmak için içilmesinin devri de geçmiştir. Özellikle kamuya açık alanlarda tütün ürünleri tüketmek hiç te sağlıklı ve çağdaş bir davranış şekli değildir.

PARA , DAHA ÇOK PARA...

Bizim ülkemizde Gençlerimizi sigaraya özendiren Amerikan şirketleri ,kendi ülkelerinde kanserden ölenlerin ailelerine dünyanın tazminatını ödemektedir .. Anlaşılan o ki zararını bizden çıkardılar yıllarca..

Kazanılmış sigara dumanı solumamak hakkınıza sahip çıkın , içilmemesi gereken alanlarda sigara içilmesine kayıtsız kalmayın..

Dumansız havanın dumanlanmasına izin vermeyin ..

Devamını Okumak İçin Tıklayın..!
Web Analytics