En etkili ağrı kesici hangisidir? Çocukken annenin, yetişkinken sevgilinin öpücüğü...
***
Annem... Yaşama sevinciyle yaşama ürkekliğinin hüzünlü karışımı.
***
Anneme bakıyorum da, ne zor bir işi başarmış! Hayır! Bizi doğurup yetiştirmesinden söz etmiyorum! Daha fazlası var: Katlanmayı bir sanat haline getirmek, mecburiyetlerinden özgürlük tadı çıkartabilmek...
***
Her Anneler Günü'nde, öyle "pembe" hikâyeler anlatıyor, annelerin dertlerini, çilelerini bile öyle allayıp pulluyoruz ki, anneliğe haksızlık ediyoruz! Sanki "anne" diye üçüncü bir cins var! Hayır! Anneler kadındır!.. Bu hoyrat, bu şiddet dolu, bu canı istediğinde alabildiğine bencil olabilen erkeklerin dünyasında bir kadın ve anne olmak! Gerçekten eşsiz ve yüce olan budur!
***
Ne yazık! Modern insan ancak ölümcül bir hastalığa yakalandığında kibirsiz ve gösterişçiliğe ihtiyaç duymaksızın yaşanabileceğini anlıyor.
***
Genç bir kız... Bir ilişkiden henüz çıkmış. "Başından beri biliyordum, aşk değildi bizimki" diyor. Soruyorum: Nasıl anlamıştın bunu, nasıl böyle emindin? Gözlerini yere indirip cevaplıyor: "Böyle durursun ve sanki içinden 'keşke o da burada olsaydı' dersin! Kimdir o? Bilmezsin. Yoktur, öyle birisi ama hissedişin çok gerçektir." Gülümsüyorum. Yani, diyorum; aşk beklemektir; bekliyorsan henüz âşık değilsindir! Başını "evet" anlamında sallıyor.
***
Orta yaşlı bir kadın... "Aşktı bizimki ama yürümedi" diyor. Ne kadar zaman oldu ayrılalı, diye soruyorum. Bir yılı aşmış. Ne kaldı geriye peki? Buruk bir gülümseyişle cevaplıyor: "Eksiklik!.. Çok kopmuştuk birbirimizden son dönemde. Ama yaşadığımızın aşk olduğunu nereden anlıyorum, biliyor musun? Hâlâ ne yapsam, nereye gitsem 'Keşke o da burada olsaydı' demekten kendimi alamıyorum."
***
Ne zaman Çeşme'ye gelsem şu gerçekle bir daha yüzleşirim: Rüzgâr burada "hava akımı" falan değil, basbayağı elle tutulur, kavranır, kucaklanır, kaçılır, dövüşülür, sevişilir, hatta gözle görünür bir şeydir!
***
Hani şarkının bir yerinde rüzgâra "yabancısın buralara, nerelerden geliyorsun/ otur, dinlen başucumda, belli ki, yorulmuşsun" denir ya... Burada durum başka! Burada "yabancı" olan biziz, rüzgâr Çeşmeli!
***
Çocukken rüzgârın dünyanın "ruhu" olduğuna inanırdım. Ağır ağır çocukluk inancıma geri dönüyorum ama bunu kimselere itiraf edemiyorum!
***
Bilir misiniz? Hanımeli ve yasemin kokusu taşıyan rüzgârlar gecenin karanlık göğünü bir mabedin tavanı kılarlar.
SABAH ,Haşmet BABAOĞLU
***
Annem... Yaşama sevinciyle yaşama ürkekliğinin hüzünlü karışımı.
***
Anneme bakıyorum da, ne zor bir işi başarmış! Hayır! Bizi doğurup yetiştirmesinden söz etmiyorum! Daha fazlası var: Katlanmayı bir sanat haline getirmek, mecburiyetlerinden özgürlük tadı çıkartabilmek...
***
Her Anneler Günü'nde, öyle "pembe" hikâyeler anlatıyor, annelerin dertlerini, çilelerini bile öyle allayıp pulluyoruz ki, anneliğe haksızlık ediyoruz! Sanki "anne" diye üçüncü bir cins var! Hayır! Anneler kadındır!.. Bu hoyrat, bu şiddet dolu, bu canı istediğinde alabildiğine bencil olabilen erkeklerin dünyasında bir kadın ve anne olmak! Gerçekten eşsiz ve yüce olan budur!
***
Ne yazık! Modern insan ancak ölümcül bir hastalığa yakalandığında kibirsiz ve gösterişçiliğe ihtiyaç duymaksızın yaşanabileceğini anlıyor.
***
Genç bir kız... Bir ilişkiden henüz çıkmış. "Başından beri biliyordum, aşk değildi bizimki" diyor. Soruyorum: Nasıl anlamıştın bunu, nasıl böyle emindin? Gözlerini yere indirip cevaplıyor: "Böyle durursun ve sanki içinden 'keşke o da burada olsaydı' dersin! Kimdir o? Bilmezsin. Yoktur, öyle birisi ama hissedişin çok gerçektir." Gülümsüyorum. Yani, diyorum; aşk beklemektir; bekliyorsan henüz âşık değilsindir! Başını "evet" anlamında sallıyor.
***
Orta yaşlı bir kadın... "Aşktı bizimki ama yürümedi" diyor. Ne kadar zaman oldu ayrılalı, diye soruyorum. Bir yılı aşmış. Ne kaldı geriye peki? Buruk bir gülümseyişle cevaplıyor: "Eksiklik!.. Çok kopmuştuk birbirimizden son dönemde. Ama yaşadığımızın aşk olduğunu nereden anlıyorum, biliyor musun? Hâlâ ne yapsam, nereye gitsem 'Keşke o da burada olsaydı' demekten kendimi alamıyorum."
***
Ne zaman Çeşme'ye gelsem şu gerçekle bir daha yüzleşirim: Rüzgâr burada "hava akımı" falan değil, basbayağı elle tutulur, kavranır, kucaklanır, kaçılır, dövüşülür, sevişilir, hatta gözle görünür bir şeydir!
***
Hani şarkının bir yerinde rüzgâra "yabancısın buralara, nerelerden geliyorsun/ otur, dinlen başucumda, belli ki, yorulmuşsun" denir ya... Burada durum başka! Burada "yabancı" olan biziz, rüzgâr Çeşmeli!
***
Çocukken rüzgârın dünyanın "ruhu" olduğuna inanırdım. Ağır ağır çocukluk inancıma geri dönüyorum ama bunu kimselere itiraf edemiyorum!
***
Bilir misiniz? Hanımeli ve yasemin kokusu taşıyan rüzgârlar gecenin karanlık göğünü bir mabedin tavanı kılarlar.
SABAH ,Haşmet BABAOĞLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder