ÇOK MU KOMİK ?

İvedik'e hem saldırmak (komik bulmak) hem de saldıramamak (acımak, empati kurmak) bir psiko-patolojiye işaret ediyor: İçindeki İvedik'i fark etmek ve daha önemlisi, bunu önemsememek, bu duruma, kendine kahkahalarla gülmek. Filmin etik çıkmazı ve trajedisi bu!

ORHAN TEKELİOĞLU

Film çıkışında genç bir çocuk kız arkadaşına "sus leyn!" diye höykürüyor, kız da bu "nazik" hitap şeklini, ağızdan nasıl çıkarılabildiğini pek anlayamadım bir uğultuyla anında cevaplandırıyordu.
Bu çifti ve de sinemada çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu, ancak çocukluk yıllarında anlam ifade edebileceği düşünülebilecek bir espri anlayışının kitleleri kahkahaya boğmasının anlamı ne olabilir?
İlk gençlik yıllarımda okuduğum ve şu anda adını anımsayamadığım bir mizah öyküsünde Aziz Nesin, yıllar sonra şehir hatları vapurunda tesadüfen karşılaşan iki "kelli felli" beyefendinin nasıl birbirlerine "enseye tokat" giriştiklerini, "çocuk gibi" güreşmeye başladıklarını, sanki etraflarında kimse yokmuş gibi birbirlerine "lan'lı ulan'lı" hitaplarla bağırarak konuştuklarını anlatıyordu.
Benzer sahneleri yakın ya da uzak çevrenizde görmediğinizi sakın söylemeyin, asla inanmam. Bu bir türlü büyüyemeyen "asi" ama "asil" bir ruh, uydurma bir çocukluk hayaline takıntılı olma, sürekli olarak yerli yersiz küfürümsü sözcükler savurma, kıllardan oluşmuş bir "zonta" görüntüsü eşliğinde sallapati hareketler ve bunları "acayip komik" bulan bir seyircinin kolayca bir sosyolojik analizi, belki yapılamaz ama bu durumun, psiko-patolojik bir reflekse gönderme yaptığından söz edilebilir diye düşünüyorum.
Mizah üstüne yazan kuramcıların olmazsa olmaz çıkış noktası olan Freud'un geçen yüzyılın başlarında yazdığı Gündelik Yaşamın Psiko-patolojisi ve Şakalar Ve Onların Bilinçdışıyla İlişkisi adlı yapıtlarında altını çizdiği gibi "şaka" ve gülme eylemi, "adı üstünde, şaka işte" denemeyecek karmaşık bir toplumsal iletişim biçimidir.
Kendi kendimize hatırlayıp güldüğümüz durumda bile aklımıza gelen bir şakanın, komik bir hikâyenin üç ekseni vardır: Anlatan, dinleyen ve anlatılan. Sinemada gösterilen bir film de sonuç olarak bir anlatıdır ve burada bu üç eksen kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Recep İvedik, adını kahramanından alan ve doğrudan kahramanının eğlentili serüvenlerini perdeye yansıtan bir anlatı olduğuna göre, yukarıdaki üçlü eksenin anlatan ve anlatılan uçlarını birbiri üstüne yerleştirir ve komik hikâyeyi doğrudan anlatılan ile dinleyen (sinemada "izleyici") arasında kurar.
Mizah ya da gülmecenin mekaniği şöyledir: Beklenmedik bir davranış, durum ya da söz karşısında şaşıran ve dolayısıyla gerilim durumuna giren bir kişi, bu durumdan kurtulmak için fiziksel bir boşalım hareketi (gülme eylemi) yapar.
Beklenen ile beklenmeyen davranış arasındaki fark ne denli büyük olarak algılanırsa, gülme eylemi de o denli büyük olur. Kahkaha bir boşalımdır ve gülene, Freud'un başka yerlerde de kullandığı "haz ilkesinden" dolayı, büyük bir "haz" verir.
İnsan topluluklarında mutlaka bir mizah anlayışının olmasının, şaka yapmadan, gülmeden, gülerek eğlenmeden yaşayamamanın nedenlerini anlamanın biricik yolu, mizahın hedefini anlamaktan geçer. Nedeni olmayan bir şaka, yöneltilmeyen bir espri, hedefsiz bir mizah yoktur. Freud'a bakarsak, modern toplumlarda, toplumsal olarak kabul edilebilir tek "saldırı" (aggression) biçimi mizahtır.
Özünde saldırgan bir davranış olan şaka, genellikle o anda orada olmayan ve sevilmeyen üçüncü bir kişiye yöneltilmiştir. Gülme, simgesel bir düzlemde çalışan, "uygar" bir infaz eyleminden başka bir şey değildir. Gülme, bu biçiminde ("saldırı") kesinlikle ince bir zeka, ona gülen için ise entelektüel bir mizah duygusu gerektirir.
Mantık olarak "saldırıya" benzese de, biçim olarak farklılaşan, daha az bir entelektüel donanım ve mizah duygusu gerektiren bir başka güldürme biçimi ise "teşhirdir" (exposure). Burada durum biraz daha farklıdır, Anlatılana yapılan saldırının ana silahı "kaba saba" davranış ve sözcüklerdir. Güldürü anlatısının araçlarını (kaba sözcükler, davranışlar) dinleyen (ya da "izleyen"), ancak o saldırı biçimini benimser ve onaylarsa, bir mizah duygusu ortaya çıkabilir.

Gülünesi durumlar

Konuyu biraz daha açıp İvedik'e bağlamak istiyorum. İnsandaki gülme eylemi bazen mizaha ihtiyaç duymadan, şaka yapmadan da ortaya çıkabilir. Bazı kişilerdeki sosyalizasyon sonunda edinilmiş bazı özellikler (belirli bir yörenin ağzıyla konuşmak gibi), yersiz kullanılan bazı sözcük ve davranışlar (sokak ağzı ya da argo kullanımlar gibi), bazı ilişki biçimleri (aşırı nezaket gösterme gibi), beden tipolojileri (çok kıllı olmak gibi), bazı hayvanlar (zürafa gibi) ve hatta bazen cansız nesneler, görünümlerinden ötürü mizaha ihtiyaç duymadan "gülünç" olarak algılanabilir. Bu bizi şaşırtan dünyevi oluşumlara en çok çocuklar güler ki, bu da pek şaşırtıcı olmasa gerek. Duygularını toplumsal normlar "süzgecinden" geçirmeyen biri (Freud burada naif yani "doğal" sözcüğünü tercih ediyor) toplumsal olarak beklenen bir davranışı bilmiyor (çocuklar gibi) ya da takmıyorsa (İvedik gibi) komik ya da gülünesi bir duruma düşer.
Sokak tarzı esprilerde "naif olanı taklit etme" de benzer bir mekanizmayla çalışır. Örneğin bir karikatüre bakınca, taklit yoluyla resmedilenle aslını ya da daha da önemlisi, kendimizi karşılaştırıp aradaki farkı görür ve buna güleriz. Böylece karikatürde resmedilen hem sizden uzaklaşır, hem de zavallılaşıp aşağılanabilir bir konuma gelir. Recep de, sonuç olarak, bir zonta parodisi ve kişilik karikatüründen başka bir şey değildir. Tabii ki bu noktada "vicdanımız" devreye girebilir ve acıyabiliriz bu zavallıya. Zaten, İvedik filmini seyredenlerden bazıları Recep'i hem doğal hem de acınası bulduklarını söyleyip bu karaktere sempatiyle yaklaşıyor, kabasaba da olsa onun "özünde" iyi biri olduğunu düşünüyorlar.
Sempatinin empatiye dönüştüğü bu nokta, bu filmi anlamlandırmak için aradığımız anahtarın sanırım şifresi de oluyor. İvedik'e hem saldırmak (onu komik bulmak) hem de saldıramamak (acımak, hatta empati kurmak) önemli bir psiko-patolojiye işaret ediyor: İçindeki İvedik'i fark etmek ve daha da önemlisi, bunu önemsememek, bu duruma, yani kendine kahkahalarla gülmek. Bu filmin etik çıkmazı ve trajedisi bu!
Recep İvedik, bir türlü büyümeyen bir çocuğun "genç ve komik bir zonta" olarak kendini eleveren trajikomik bir portresinden başka bir şey değil galiba. Seyircisi, bu şen şakrak çocuğa bakıp "sen ne de komik bir zontasın!" diye gülerken hem kendini buluyor, hem kendine gülüyor hem de filmin temel anlatısını da yazıyor: "Ne var yani, gencim, güzelim, kompleksliyim, komiğim, zontayım, zontasın, zontayız..."

ORHAN TEKELİOĞLU: İzmir Ekonomi Üni.

RADİKAL

2 yorum:

Hülya Konar dedi ki...

şuan bu yazınıza ulaştığıma göre tamamdır olmuş :) buarada reklamlarada tıklıyorum faydam olsun,çok güzel yerleştirmissiniz gözü yormuyor kalabalık görünmüyor..kolay gelsin

Fıkra Sevenlere dedi ki...

İvediği ben pek tanımam, kadın tiplemeleri de bana cazip gelmemişti.Bende neden diye sormamıştım açıkcası, yazıyı okuyunca kafamda daha bir şekillendi sanki.
Zamana uyamıyorum gibide kendime serzenişlerde de bulunuyordum hani..Teşekkürler paylaşmanız için işime yaradı..

Web Analytics