Ağaç dallarıyla gürler” demişti amcam, son kez kemoterapiden döndüğü gün;
“Ağaç dallarıyla gürler.”
Bitmeyen öksürüklerinin sonunda, ısrarlarımızla gittiği doktorda hastalığını öğrendiğimizde, bizden daha cesur davranmış ve en son güne kadar direnmesini sürdürmüştü. Bedeni incelip vücudundaki kıllar dökülmeye başladığında, hiç aldırmıyormuş gibi görünüp çıplak kafasını koca bir kasketin altında gizlemişti. Kasket, hem dökülen saçlarını hem de bize, “Acım yok!” derken yalan söyleyen gözlerini saklamıştı.
Sıklıkla söylediği, ağaçlarla dalların ilişkisini anlatan bu cümleyi, o günlerin çaresizliği içinde derinlemesine hiç düşünmemiştim, ta ki keyifle kalktığım bir pazar sabahına kadar. İyi bir kavhaltı sonrasında gazetelere göz atıyordum.
Bir sürü, her türden haberin ortasında birden kendimi kaybolmuş hissettim. Siyasi, ekonomik, magazin, sanat ve bu olaylara ilişkin yorum yazıları gazetenin her tarafına serpiştirilmiş; okunmak için sıralarını ve okurun sabrını bekliyorlardı.
Bütün hafta çeşitli gailelerle yorulmuş beyinlerin, bu haberler içinde dinlenmesi ne kadar olanaklıydı; bilmiyorum. Ne okunacaktı, nasıl okunacaktı ve de hangisi okunmaya değer içeriklere sahipti; onu da bilmiyordum.
Son dönemin olumsuz haber yağmurları altında ıslanmamak ne kadar olanaklı ise, o kadar ıslanmadan geçtim manşetleri. Biraz paparazzi, biraz yorum kattım dağarcığıma. Olur ha, birileri bir yerde sorar da, bilmemek ayıp olurdu vallahi.
Bir ara daraldığımı hissettim bu haber karmaşası içinde, hızla kalkıp sokağa attım kendimi. Nereye gideceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu.
Birkaç arkadaş, akraba geçirdim aklımdan, sonra hepsinden çabucak vazgeçtim. Bugün onların da tatiliydi, rahatsız edilmemeliydiler. Beynimin içinde hızla adresleri kontrol ettim; şu ya da bu gerekçe ile onlardan da vazgeçtim.
Uzun zamandır kimseyi arayamamıştım ki. Hiçbir yerde, hiç kimse kalmamıştı; sanki ben yapayalnızdım.
Telaşlandım. Telaşım geçip de durulduğumda, şöyle bir geçmişe dönüp elimde nelerin kaldığına bir göz attım. Günlük iş yoğunluğu ile arayamadığım akrabaları, dostları, arkadaşları, velhasıl herkesi geçirdim aklımdan. Epeydir bir çoğuyla paylaşımsız yaşadığımı fark ettim.
Ve o an bir kez daha hatırladım amcamın ağaçlarını, hem de anlamını tam yerine oturtarak. Yol kenarında, soğuk rüzgarın etkisiyle üşüyordu iki ağaç. Biri hem boyuna hem de enine sıska, titrek. Diğeri iri dallarıda kış kıyametten kaçırdığı yapraklarıyla kendini döven, rüzgara direngen, yürekli. Dalların arasından her rüzgar esişinde itirazlar yükseliyor, irili ufaklı. Bir bedenin birleştiği farklı uzunluktaki kollar gibi adeta; dur diyor rüzgara.
En son ne zaman aradınız dostları; en son ne zaman paylaştınız bir hüznü ya da sevinci içtenlikle; en son ne zaman birlikte oldunuz ‘o hiç vaktim yok’ gerekçesini ileri sürmeden ve en son ne zaman beraber oldunuz bir süre sonra sadece anılarıyla yaşadığınız insanlarla.
Dallarınız bir gerekçeyle budanmadan, bir rüzgar gelip zamansız kırmadan kollarınızı, sarın dostluklarınızı sıkıca.
Ve inanın sıkıca sarılmış dalların gücüne, çünkü amcam; “Ağaç dallarıyla gürler.” demişti.