Ayşe ARMAN
aarman@hurriyet.com.tr
29 Ekim 2011
Pelin Batu. Etkileyici . Derin. Bilgili. Merhametli. Adaletli. Esprili. Ve çok güzel. 18. yüzyıldan fırlamış kadar romantik ayrıca.
Her şey hakkında fikir sahibi olan bir dünya vatandaşı. Ben bayıldım. Arkadaş olmak isteyeceğiniz biri. Bir sürü şey öğrenebileceğiniz biri. Ama insanın içini acıtan bir yalnızlığı var. Belki de şair, ondan. Ruhu, sürüye ait değil. Farklı, ayrıksı ve çocuksu. Onu tanımak istedim, beni kırmadı, bir kafede uzun uzun sohbet ettik…
Ne kadar çok kadınla birlikte olursa kendini o kadar erkek hissediyor
- Hayata bir büyükelçinin kızı olarak başlamak nasıl bir şey?
- Şahane! Herkes sana prenses gibi davranıyor. Güzel ülkelerde, güzel rezidanslarda mürebbiyelerle büyüyorsun. Ama aynı zamanda hüzünlü, çünkü bir türlü kök salamıyorsun. Her iki üç senede bir, okul değiştiriyorsun. Ben şu anda dünyanın herhangi bir ülkesine adapte olabiliyorum. Ama nereye aidim bilmiyorum. Hep havadayım.
- Limansız, çapasız…
- Aynen. Eskiden bu kopmalar beni melankoliye iterdi. Şimdi benim gerçeğim oldu. Yakın arkadaşlarımdan biri, Kazakistan’da yaşıyor. Diğeri New York’ta, öbürü Los Angeles’ta…
- Türkiye’de?
- Kardeşim kadar yakın kimse yok. Arda olmasaydı, benim hiç arkadaşım olmayabilirdi çünkü hep onun arkadaşlarını çalıyorum.
- Sende ‘eski kadınlar’ın gizemi, hüzün var...
- Evet ya. Geçenlerde Sinan Çetin’le bir film için görüşmeye gittim. “İki tane rol var. Biri orospu, diğeri hüzünlü, aldatılan bir kadın. İçinden hangisini canlandırmak geliyor?” dedi. “Orospuyu” dedim, “Daha renkli bir rol.” “Evet ama” dedi, “Sende öyle hüzünlü bir hal var ki, galiba aldatılan kadını canlandırsan daha iyi olacak…”
- Hep babasının kızı gibi duruyorsun. Annen peki?
- Annem, medyada olmaktan nefret ediyor, dolayısıyla o yok gibi. Oysa çok yakınız. Günde iki-üç defa arar beni. Hatta geçenlerde bir erkek arkadaşım, sevgilisinden yakınıyordu. “Ayrıldık çünkü zırt pırt annesi arıyordu. Bu kadar da anneci olunmaz ki!” dedi. Hiç sesimi çıkarmadım, çünkü ben de tam öyleyim.
- Baba figürünün bu kadar önde olması, senin diğer erkeklerle ilişkini etkiledi mi?
- Sevgililerimle aramdaki yaş farkı 20 ve üzeri oldu hep. Sence babamı mı arıyordum? Zannetmiyorum. Hepsi okuyan ve yazan adamlar. Hiçbiri manken modelinde erkek değil. Ben oturup konuşabileceğim ve ilham alabileceğim erkekleri severim.
- Ne kadar sürüyor ilişkilerin?
- Bir ya da bir buçuk sene. Sonra hep bir problem çıkıyor. Geçen sene Romalı bir prodüktör, “Sizler de bizim gibi olmaya başladınız. İstanbul’da kadınlar kafelerde ya yalnız başına oturuyor, ya da kadın kadına” dedi. Amerikalı film yapımcısı da “Pelincim senin için üzülüyorum. Yoksa sen de kedileriyle yalnız yaşayan birine mi dönüşeceksin!” dedi. Ben de cevap verdim: “Bir ilişki yaşayacaksam değsin, sevgilim olsun diye kendime sevgili yapacak halim yok!”
- Şimdi sevgilin var mı?
- Yok.
- Türk erkekleriyle ilgili şikayetin var mı?
- Kendileriyle barışık değiller. Hiç beklemediğim erkeklerde de çıkıyor bu. Bir de hakikaten doyumsuzlar.
- Nasıl yani?
- Mesela çok güzel bir kız arkadaşı var, gidiyor aldatıyor. Bu artık aldatmanın ötesinde bir açlık. Sınır tanımayan bir açlık. Aşk doktoru gibi konuşmak istemiyorum ama bu ülkedeki erkek doyumsuzluğunu başka hiç bir yerde görmedim. O kadar kompleksliler ki, sanki ne kadar çok kadınla birlikte olurlarsa, kendilerini o kadar erkek hissedecekler.
- Erkeklerin senden ne şikayeti olabilir peki?
- Kolay bir insan değilim. Her şeyi konuşmak taraftarıyım bir kere. Bir erkek arkadaşım, “Bazı şeyler gizli kalmalı, bazı şeyleri konuşmamak lazım” demişti mesela. Ben aptal Amerikalılar gibi her şeyi masanın üzerine yatıralım isterim.
- Küçümser misin erkekleri farkında olmadan?
- Dışarıdan bakılınca öyle görünüyor olabilir. Ama yaptığımı sanmıyorum.
- Bencil misin?: “Benim dünyam, benim şiirlerim, benim ailem, benim ilgi alanlarım, benim seyahatlerim…”
- Yok ya. Hepsini birlikte yapmak istiyorum. Gezmekse birlikte gezmek. Ama genellikle planları ben yaparım. Üşengeç oldukları için... Biriyle birlikteyken gözüm hiçbir şey görmüyor, çok romantik olabiliyorum. Kardeşim, “19 bile değil 17. yüzyıldan çıkıp gelmiş gibisin” diyor. Doğru, romantiğim. Karşı taraf da benim kadar olmayınca, kendimi sorgulamaya başlıyorum.
- Aşk acısı çekiyor musun?
- Evet. Toparlanmam zaman alıyor.
- Bir erkekte en nefret ettiğin özellik, sonra en sevdiğin özellik?
- Gayri dürüstlük. Bir adamla birlikteyken başka birine aşık olsam, onu kıracağımı bile bile derim ki, “Bana bak böyle bir durum var, bitirmemiz lazım.” Bunu yapmayıp oyalamalara gitmeyi saygısızlık olarak görüyorum.
- Tamam erkekler hatalı ama sende de bir şeyler vardır…
- Amerikan romantik filmleri beni fazla zehirledi galiba, çünkü hep çok fazla şey bekliyorum. Olamayınca bozuluyorum!
- Evde kaldığını düşünüyor musun?
- Evlenmeyi düşünmüyorum ki.
- Baskı var mı...
- Evleneyim diye mi? Yok. Sadece annem son bir-iki yıldır, “Zor durumda olan bir çocuk alalım, ben bakarım merak etme” demeye başladı.
APTAL ROLÜ OYNAMAK
Doktora yeterlilik sınavından çıktım. Bölüm başkanım ve tez danışmanım, “Seninle konuşmak istiyorum” dedi, ofisine gittim. Dedi ki: “Bu ülkede akıllı bir kadın olmak çok tehlikeli. Aptal rolü yapmasını öğrenmen lazım. Bir de insanların düşündüklerini kafaya takmaman.…” İkisini de zaman zaman yapmaya çalışıyorum.
BABAMLA KARDEŞİM SEVGİLİLERİME LAKAP TAKIYOR
- Şu aralar kafanı en çok meşgul eden mesele?
- Ülkedeki kaos içimi burkuyor. 30 yıldır devam eden bir savaşın içindeyiz ve biz burada, çaylarımızı yudumlayıp, “Ne olacak bu memleketin hali?” demekten başka hiçbir şey yapamıyoruz.
- Van’daki birileri için bir şey yapabilsen, ne yapmak isterdin?
- ‘Benim evim, senin evin’ çok güzel bir kampanya aslında. Şahsen, ben yaralar biraz sarıldıktan sonra gidip, orada bir şeyler yapmak isterim. Psikiyatrik yardım hep ikinci plana atılıyor mesela, burada tanıdığım psikiyatrları örgütleyip oraya gelip gitmelerini sağlamak yararlı olabilir.
- Hayatta en çok neden korkuyorsun?
- Hastalıktan. Sevdiklerimi, hastalıkla boğuşurken görmekten. Büyük şehirlerdeki yalnız insanları, cam kenarında oturan ihtiyarları görünce de bir tuhaf oluyorum.
- Pazar rakılarını anlatsana...
- Bu bizim ailenin ritüeli. Pazar günü 12 sularında öğlen rakısı yaparız. Ben de sürekli ailenin dalga konusuyum. Babamla kardeşim bütün erkek arkadaşlarıma lakap takar. Anlayacağın, özel hayatım hep rakı üzerine çerez olmuştur. Bana da söylemezler. Bazen kendi aralarında kıkırdarlarken ağızlarından kaçırıyorlar. Artık ben de gülüyorum.
- Babandan öğrendiğin en önemli şey?
- Sevdiğin şeye tutkuyla sarılmayı babamdan, disiplinli olmayı annemden öğrendim.
- Bu ülkede en sevdiğin şey?
- Dinamizim. Baş döndürüyor ama dinç tutuyor.
- Türk erkeklerini bana nasıl genellersin?
- Kendine güvensiz ve egoist erkek modeli.
- Aşk nedir senin için?
- Klişe cevap: Kendini bırakıp bir olmak. Poetik cevap: Kazıklı humma (tetanoz).
- En çok nerede eğlenirsin?
- Çok sıkıcı bir cevap olacak biliyorum ama gerçekten en mutlu olduğum yerler müzeler. Ayrıca, dans etmeyi, bir şehri sıfırdan keşfetmeyi çok seviyorum.
- En son yazdığın şiir hangi konu hakkında?
- Akşamla ilgili. Kırık sokaklara düşen bulutların tülleri ve Botticelli yüzleri hakkında ama aslında saatleri bir resim olarak görmekle ilgili...
- Mezar taşında ne yazsın istersin...
- Rilke’ninki kadar güzel bir şey bulamazsam, (Gül, ey saf çelişki, nice gözkapağının altında / hiç kimsenin uykusu olmamanın / sevinci.) sadece doğum/ölüm tarihi.
- İlk ne zaman bir erkekten kazık yedin? Son ne zaman yedin?
- Yedim mi, yemedim mi bilmiyorum ve bu belirsizlik zaten kazığın kendisi.
- Neden Türkçe şiir yazamıyorsun?
- Hep İngiliz okullarına gittim ve yazmayı orada keşfettim. Bazen Türkçe yazıyorum ama çok hoşnut kalmıyorum çünkü özellikle eski Türkçe kelimeleri fetişize ettiğimi, bunları kullanmak için şiir yazdığımı fark ediyorum. Sümbüli günlerde Sergüzeşt gibi...
- Sana “Mesleğin ne?” diye sorulduğunda neden cevap veremiyorsun?
- “Şairim” demek çok fazla, “oyuncuyum” demek de çok eksik kaldığı için.
AYSE ARMAN , HURRİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder