EDİRNE'NİN CAMLARI ....


 

       Bu akşam bilgisayarımın başında bir şeyler araştırırken bir anda aklıma takılıverdi,
dilimden nağmeleri dökülmeye başladı şu içli şu yanık Balkan türküsünün:     "Aman dayler, yol verin a beyler , ben sılama varayım..." 
            
       Bitince  tekrar tekrar , dinliyor dinlerken de bir yandan söylüyorum, bir türlü türkünün büyüsünden çıkamıyorum.. .

"Yüzüm güler kalbim âyler....."

      Türkiye'de doğup büyümüş olmama, hiç görmememe rağmen, ve  o topraklardan çok fazla bir kimse  ile de  iletişimim olmamasına rağmen, bu türkülerdeki  hüzün ve iç sızlatan yanık bir hava her seferinde alıp o topraklara  götürür beni.. 
        Gözümün önüne gelir göçler, kervanlar,  düşman süngüsünden kaçan, anayurda  sığınmak için harap bitap yayan yapıldak yollara dökülmüş bir milletin evlatları..
Bir  imparatorluk, evlatlarını Balkan ellerinde geride bırakıp Anadolu'ya çekilmektedir. Geride bir imparatorluğun yad ellerde bıraktığı evlatları.. İşte bu türkü onların türküsüdür. Geride, başka milletlerin içinde mahzun, kimsesiz , Türkiyesiz....
        Onun için hüzünlüdür, derindir kalbe dokunur Rumeli türküleri

        "Görmedin mi  ol  civan   Alişimi Tuna boyunda..."

      Masmavi gözlü Selanik'li yetim Mustafa Kemal gelir gözümün  önüne..
O yüce imparatorluğun son döneminde sürülüp atıldığımız Balkanlarda  yaban ellerde büyümüş  bir Türk çocuğu.
Kah Balkanlarda kah  Istanbul'da  bir  milletin yeniden millet kimliğini kazanabilmesi  için hayaller  kurmakta planlar yapmaktadır... Dilinde bir türkü: " Aman dayler, yol verin a  beyler..."

      Mustafa Kemal bir Batı Trakya  Türk ailesinin evladıdır. Buram buram memleket , buram buram Rumeli kokar...
      Rumeli türküsü duyduğumda ilk aklıma gelenler, buram buram gurbet kokan o topraklar ve masmavi gözlü o kahramandır.
      Ama hayır  bu kadar değil, bu türkünün bende  uyandırdığı  çok daha başka duygular vardır .
      Çocukluğum, Göçmen Dedemin  boncuk gibi masmavi gözleri gelir gözümün önüne :
 " Ah  uğlum " diye başlar, ' Yunanistan iç savaşında , Yunanistan hükümetine  ayaklanmış marksist isyancılara karşı Şapçı kasabasında köyü  çevreleyen  dikenli tellere nasıl  bombalar asıldığını , bütün gece köyün etrafında nasıl nöbet tuttuklarını anlatır, marksist isyancıların eline esir düşenlerin nasıl dağlara götürüldüğünü, bazılarının nasıl kaçıp kurtulduğunu anlatır, .
Gece ellerinde bir çubuk, köyün çevresindeki yollara isyancıların döşediği mayınları nasıl aradıklarını anlatır. Uzun Ali isyancılara esir düşmüştür bir gece nöbetinde ... Dağlardan dağlara geçerken  bir fırsat bulup kaçmıştır.
      İkinci cihan harbine geçer, Alman uçaklarının Yunanıstan'ı nasıl bombaladığını , Alman uçaklarından birinin köyün harman yerine nasıl indiğini, Türk çocuklarının uçaklara doğru sevinçle  koştuklarını, Yunanlıların ise "Koşun koşun, babalarınız amcalarınız geldi.."  diye nasıl Türk çocuklarina kızdıklarını anlatırlar, Yunan askerleriyle birlikte bir yol kenarında yürürken, Alman uçaklarının nasıl mitralyözle kendilerini taradığını, kendilerini nasıl yol kenarında hendeklere attıklarını anlatır..
     Burdan ışıklanırız sanki, hep birlikte o ana gideriz , o anda orada kendimizi hendeğin  içine saklanmış  buluruz, üstümüzde Alman uçakları uçmaktadır.

     İngilizleri nasıl  perişan ettiğini anlatırdı Almanların..
      Yokluk  işte... Alman uçaklarının açtığı ateş sonucu ölen bir  İngiliz subayını görür, subayin üzerindeki palto kavidir,  tam kışlık, sağlam  bir  paltodur. Alır dedem üzerine giyer, dedem oldukça kısa boyludur aslında:- "Eh be  uğlum,  şu gavur  İngilizde ne boy varmıs,, paltonun etekleri  yerlerde sürüniyiri  giydiğimde .."
     İstiklal harbinde Trabzon tarafından Şapçıya göçen bir Rum komşusu anlatırmış: "Ah, Mehmet O toprak var ya..  o toprağın mısırından yapılmış ekmeğin tadı hiçbir yerde yok.   Çok güzeldi , çok , hele o  kokusu  o  tadı ....."
     Dedem şunu da  her seferinde anlatırdı , 1957 yılında Türkiye'ye göçmüşlerdi ya , gelirken ellerindeki  altınlarını peynir tenekelerinin içine saklamışlardı.  Yunanlı, ne para ne altın hiç bir  şeyin götürülmesine  izin vermiyordu.
      Muhacir olarak Türkiye'ye gelmek için Şapçı'dan  ayrılırken, bir  Yunan  komşusu demiş ki: "Mehmet.. İstanbul'da , batı taraflarda kalma  içeri git. Oralar er geç  bizim.."
      Anamın anlattıklarından hiç  unutmadığım bir  şu  idi: Sivri Dağa dedemle oduna gittiklerinde, bol bol çilek  topladıklarını, dağ çileklerini anlatırdı. Ahdetmiştim Urla'dan  o dağ çileklerinden toplayıp getirip yedirmeyi , nasip olmadı.
"Sivri dağın yükseklerine  odun kesmeye çıktığımızda deden hep ayni sözü söylerdi: -Bak Ayşe, gördün mü !  Karşıda Edirne'nin camları  şılayir"
      Edırne'nin , Türkiye'nin parlayan camlarını taaa  dağın tepesinden görebilmek... 
Türkiye'yi uzaktan da olsa görebilmek. Ne  heyecan verici"
    İşte  o türkünün beni alıp götürdüğü o muhayyel gurbet  ülkesi, ve  onun garip türküleri:

"Görmedin mi  ol civan Alişimi Tuna boyunda..."


                                                     Remzi BİRCAN


Hiç yorum yok:

Web Analytics